Deneme,  Toplum

Dostluk (3. Bölüm)

Dostluk için ilk yazdığım yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.http://xn--gndemarivi-9db80j.com/gundemarsivi.com/golgeler-2-dostluk/

Dostluk (2.Bölüm) için ilk yazdığım yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.http://xn--gndemarivi-9db80j.com/gundemarsivi.com/dostluk-2-bolum/

“Dostluk” adlı hikayemizin üçüncü bölümü, keyifli okumalar.

Neyle sınanır insan?

En kötüsü nedir hayatta?

Nedir yaşamın anlamı?

Amacı nedir yaşamanın?

Amacı kalmamış bir yaşam, ne kadar devam edebilir?

Bilmiyorum, hiçbir anlamı da yok benim için.

O patlamada ben neden hayatta kaldım?

Bunu da bilmiyorum ama buradayım işte.

Her gözümü kapattığımda aynı rüyayı görüyorum

“ Kara kızıl kıyafetler içinde Ankara Gar’ından Sıhhiye’ye yürüyorum, beyazlar giyinmiş ben ve kızlarımla beraber, onlarla beraberim iki ben olarak, biri kara kızıl biri beyazlar içinde, beraberim ama aynı zamanda değilim, beni görmüyor duymuyorlar, gırtlağım patlarcasına bağırıyorum, gitmeyin, gitmeyin, gitmeyin bomba var gitmeyin! Diye ama sesimi duyan olmuyor, elimi uzatıyorum dokunamıyorum, gözyaşlarım sel oluyor caddeleri kaplıyor ama kimse ıslanmıyor, bir tek ben kara kızıl kıyafetli ben! Çoğalıyor sular gözyaşlarımla beraber, su değil, kan oluyor! Kara kızıl kan, boğuluyorum, kızıl bir perdenin arkasından görüyorum olup biteni zar zor. Artık ağlayamıyorum, kuruyor göz pınarlarım, sesim kesiliyor çıkmıyor artık yırtılan gırtlağımdan hiçbir harf dahi. Güneşe kesiyor ortalık alaca bir sabaha uyanır gibi.”

Sonra su içinde kalmış halde yatağımdan fırlıyorum haykıra haykıra, sesimin çıkmasına hayret ederek. Nefes aldığım halde ölüyüm bu şehirde, sadece bir gölgeyim artık aydınlıkta beliren. İstemsizce kendimi mezarlıkta buluyorum, kalabalıklardan kaçarken her sokağa çıktığımda. İşte yine mezarlıkta, toprağa menekşe ekerken sırtıma dokunan tanıdık bir el ile irkilip dönüyorum. Ağzında külü uzamış sigarası olduğu halde, gülümseyen aydınlık yüzüyle beliriyor Sıraç.

-Kalk diyor

-Seni götürmeye geldim.

Nereye dememin hiçbir faydası olmadığını bilerek düşüyorum peşine. Turuncu rengiyle hiç ruh halimi yansıtmayan tosbağasını az ötede çalıştırırken Sıraç, görüyorum onu asırlık Meşe Ağacının dibinde susuzluktan dili dışarı sarkmış halde, derin derin soluk almaya çalışırken. Çiçekler için aldığım pet şişeden elime dökerek su içiriyorum, küçücük bedeni titreye titreye soluksuz içiyor ikramımı. Bana bakarken o gözlerindeki minnet dolu bakışla karşılaşıp olduğum yerde çakılıyor, hareket edemiyorum. O kadar masum, o kadar küçük ve korunmasız ki! Hepi topu iki avucum kadar bir yavru köpek bu. Mezarlıkla bir olan, caminin müezzinini bulup konuşmak için Sıraç’tan müsaade istiyorum, köpekcik kucağımda. Sorup soruşturuyorum annesi yok iki gündür buralardaymış kimi kimsesi yok. Bırakırmıyım seni burada güzel gözlü, güzel bakışlı köpekcik. İyide ona nasıl hitap edecektik? Köpekcik mi diyeceğiz? Düşünürüz…

Tekrar arabaya döndüğümde Sıraç’ı sabırsızlıkla bekler buluyorum. Emektar tosbağayı tekrar çalıştırıyor, patırtılar çıkararak çalışan arabasını, Kasımpaşa yönüne doğru sürerken, kafasında gideceği yolu hesaplıyordu “şurdan mı gitsem buradan mı “ diye.

Bu bizim hayta, yine insanın boğazını düğüm düğüm yapacak bir işe imza atmış. Bir arkadaşına ait kullanılmayan küçük depoyu, üniversite öğrencilerine ders çalışacakları bir sınıf gibi düzenleyip, ihtiyacı olan öğrencileri burada toplamış. Bununla kalmamış tabldot yemek bile ayarlamış, bende burada çocuklara ders çalıştırabilir miymişim? Yahu be adam sen işin en büyüğünü yapmışsın zaten ben çalıştırmaz olur muyum hiç?

Artık sabahları uyanmanın bir amacı var. Hayatımıza dokunan insanlar varsa anlıyorsunuz sanırım, hayatın bir armağan olduğunu, her şeye, herkese inat yaşamanın, bir nefesin bile anlamı olduğunu. Hem evimde nefes alan bir canlı daha var artık Hachiko, evet ona, işe gittiğinde kalp krizi geçirip ölen sahibini, 9 yıl boyunca metro istasyonunun önünde bekleyen ve istasyonun önünde ölen “Hachiko”nun ismini verdim. O kadar güzel bir yaratık ki, insana bir bakışı var sanki içinden geçer gibi. Evde yalnız kalamayacağına hükmettiğimden belki, belki de içten içe dışarıda ben yalnız olduğumdan her gittiğim yere onu da götürüyorum. Kah kucağımda kah yanımda küçük patilerini hızla hareket ettirerek bana yetişmeye çalışıyor.

Ben ders verdim çocuklara, onlar bana amaç, ben onlara derman oldum mezun olana dek. Bu iş büyüyerek devam etti, sekiz dönem kadar, birçok genç insan için matematik ya da felsefe dışında hayat hocası olduk diğer gönüllü çalışan dostlarla. Birilerini çok rahatsız etmiş olacak ki yaptıklarımız, çirkin iftiralarla, ağza alınmayacak yakıştırmalarla karşı karşıya kalmışız. Mütevazı dersliğimizin kapısı kırılarak tam da dersin ortasında, ahlak masası polisleri ve kameralarla içeriye daldıklarında öğrenmiş olduk.

Sonrası?

Sonrası yok!

Tam bir saçmalık, çirkin düşünceleri yüzlerine yansımış bir gurup insan olduğunu zanneden mahlûkat! Kız ve erkeklerin bir arada olduğu her yeri fuhuş merkezi zanneden, kafalarında kurdukları sapkın düşüncelere bir süre sonra kendileri de inanmış bir güruh. Tabi ki işin aslı ortaya çıktı ama yine de yaptığımız şey kanuna aykırıymış da bakanlık onayı almadan yapamazmışız, efendim biz ticari amaç güderek yapmıyoruz ki bunun için bakanlıktan izin alalım! Ama olan oldu bizim derslik işi bitti. Onca uğraş, onca emek çöp oldu, yazık oldu çok yazık! Kabullenemedik, iftiraları içimize sindiremedik. Oysa izinsiz, onaysız kurslar var İstanbul’da neden onları değil de bizim ilim irfan yuvası dersliğimizi kapattılar? “Cahil bir toplum istiyorlar dostum” demişti Sıraç. Doğruydu! Kendisi görememiş olsa da bu gün ne kadar haklı olduğunun ispatı günler yaşıyoruz. Hayvanlara işkence ediliyor, kadınlarımız sokak ortasında ulu orta katlediliyor, düşüncesiz, saygısız, kaba, şiddeti kanıksamış, niteliksiz bir toplum ile aynı havayı soluyoruz. Sizi bilmem ama benim ve benim gibi düşünenler için acı verici.

Bavulumu hazırladım, çok uzun bir yolculuğa çıkacağım, sadece ben ve Hachiko birde tüm bakımlarını yaptırdığım emektar arabam. Hem içime hem Tibet’e kadar uzanan bir rotam var. Tüm vedalarımı ettim, yaşayan yaşamayan tüm dostlarıma. Ben gidiyorum dostlar, gidiyorum uzak diyarlara, hiç tanımadığım yerlere. İçimde çok uzun süredir hissetmediğim büyük bir huzur var tarifsiz. Ne olacağımı, nereye kadar gideceğimi bilmiyorum, kafamın içinde büyüyen “ur”la. Daha doktorlar söylemeden bildiğim, ameliyatın büyük risk olduğu o uğursuz “ur”. Kalan zamanımı ne olacağımı bilemeden beklemek bana göre değil. Tık dediği yere kadar yaşamak, dalından düşen yaprağın rüzgâra kapılıp ait olduğu gövdeden uzaklara gidişi gibi gideceğim. Hesap etmeden, oluruna olmazına bakmadan, ardımda bırakacağım. Güzellikleri ve çirkinlikleri bırakıp gideceğim. Hedefim olduğu halde hedefsizce gideceğim.

Hoşça kal çocukluğum

Hoşça kal gençliğim

Karım kızlarım

Kadim dostlarım

Hoşçakalın

Hoşçakalın serptiğim iyiliklerim

Bilmeden yaptığım kötülüklerim

Hoşçakalın kitaplarım

Çocukluğumdan beri sakladığım oyuncaklarım

Meçhule gidiyorum

Hoşçakalın.

SON

Murat AYDIN

12/09/2020

Siz de fikrinizi söyleyin!