Kurgu,  Toplum

Yeise Bürünmek

 

2 Nisan 1948

Düşünüyordum. Yazar olduğum için beni dinleyeceklerini sanıyordum. Okurlarım var ne de olsa. Bir kişi bile anlasa beni, düzelir bu düzen diyordum. Kitaplarıma, şiirlerime sığdırdım, gazetelere, dergilere yazdım güzel günlerin reçetesini. Duymadılar beni. Öyle bir duymadılar ki göklerde kartal gibiydim, kanatlarımdan vuruldum. Komünist dediler, sosyalist dediler, ırkçı dediler, insan demediler. Ama ben “Aldırma gönül, aldırma.” dedim. Başıma aldığım darbeler sonucunda öldüm. Ama asıl acıtan darbe, terimsel ideolojilere sıkışan halkımın beni anlamamasıydı.

24 Ocak 1993

Hukukçuydum önceleri. Sonra bir yazımı gazeteye koyup üzerine bir de ödül verdiler. Baktım ki dinliyorlar beni, yazmaya devam ettim. Dinlemediler, yine de susmadım. Uyardım onları, “Ordu uyanık olmalı!” dedim, hapse attılar. Ordu uyudu, devlet uyudu, millet uyudu, ben uyanıp arabama bindikten sonra bir daha uyanamadım. Arabamla birlikte paramparça oldum. Gözlüğümün camlarından okunuyordu verdiğim emekler. Emeklerimin karşılığı olarak parçalarımı süpürdüler, delil yok dediler. Anladım ki adaletin dili, dini, rengi, cinsiyeti, ırkı var; kendisi yok!

2 Temmuz 1993

Sanatçıydık biz. Sanat icra etmenin yanında halkımızın huzuru için de elimizi taşın altına koymalıydık. Bunun için çalıştık. Sonra bir yaz günü, güzel bir şenliğe katılmak için toplandık. Dışarısı sıcaktır deyip bir otele girdik. Otelin daha sıcak olacağını nereden bilebilirdik. Otel yanıyordu. Mecaz anlamda değil, gerçek anlamda yanıyordu. Yandık, boğulduk, can verdik oracıkta. Anladık ki her insan eşit doğmuyormuş. Farklı bir kültürde doğduk diye sevmediler bizi. Çok bir şey istemedik. Sadece “Dünya alışkanlıktan değil, sevgiyle mutluluktan dönsün.” istedik.

10 Temmuz 2013

Güçlüden yana değil, haklıdan yana olmak istediğim için gittim oraya. Büyüklerimiz(!) parkımızı alacaklardı bizden. İzin vermek istemedik. Kimine göre çocuk, kimine göre genç, kimine göre “çapulcu”ydum. Yine de söz hakkım vardı benim parklar hakkında. Ve yine de hakları yoktu çocukları dövmeye. Beni dövdüler. Dövsünler, sorun değil de annemi düşündüm hep. Nasıl da üzülmüştür. İyi, erdem ve ahlâk çerçevesinde olmayan kanunlarla benim iyiliğimi, erdemimi ve ahlâkımı sorguladılar. 19. yaşımı da aldım, karanlık bir sokaktan geçip gittim.

10 Ekim 2015

Bitmeyen savaşlardan çok sıkılmıştık. Çok da üzülüyorduk masumken ölenlere. Masumlar ölmesin diye toplanıp barış çağrısı yapmak istedik. Barışı trenlere yükleyip, savaş raylarını ezip geçmek için garda buluştuk. Sonra bir ses duyduk. O sesin uğultusu geçmeden bir ses daha duyduk. Ve tarihe “en çok ölenler” olarak geçtik. Barış, eşitlik, özgürlük istedik, bir gürültüyle tabutlara mahkûm edildik.

29 Mayıs 2019

Bu yaşıma kadar, her sabah, daha kötü bir güne uyandım. Eğitim hayatım boyunca hiç eğitim görmedim. Bazı şeyleri öğrenip anlamamam için tüm kaynaklar kurutuldu. Yasak olduğu için gizli gizli düşündüm. Ama açık açık söyledim. Çocuklar ve gençler olarak, hiçliğe teslim edildik.

Tarihler değişiyor, zihniyet aynı.

Sabahattin Ali, milliyetçi gerekçelerle, sopayla kafasına defalarca vurularak öldürüldü. (2 Nisan 1948)

Uğur Mumcu, arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu evinin önünde öldü. (24 Ocak 1993)

Madımak Oteli, dini sebeplerle ateşe verildi. Aralarında Hasret Gültekin, Metin Altıok, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen ve Asım Bezirci’nin de bulunduğu 33 aydın ve 2 otel görevlisi öldü. (2 Temmuz 1993)

Ali İsmail Korkmaz, Gezi Parkı olaylarına destek amaçlı yapılan yürüyüşe polis müdahale edince ara sokaklara kaçtı. Polis, esnaf ve eli sopalı gruplar tarafından defalarca darp edilerek öldürüldü. (10 Temmuz 2013)

Barış Mitingi, bazı sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerin bir araya gelmesiyle, Türkiye’nin savaşa sürüklenmesine karşı olarak düzenlendi. Yürüyüş sırasında, Tren Garı kavşağında 3 saniye arayla 2 bomba patladı. 109 kişi öldü. (10 Ekim 2015)

Ülkeme dair umutlarım öldü, yeise büründüm. (29 Mayıs 2019)

Siz de fikrinizi söyleyin!