Rıfat Börekçi
Milli Mücadele kahramanı ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’yi 5 Mart ölüm yıldönümünde rahmetle ve saygı ile anıyorum, geciktiğim için üzülerek…
Bugünün Diyanet işleri Başkanı; “Atamız ile ve Milli mücadeleye katılan komutanlarla beraber vatanın kurtuluşu için dua eden bu vatanperver din adamını tanısa acaba utanır mı?” diye düşünüyorum…
Rıfat Börekçi’nin biyografisinin bilinmesini önemsediğimden dolayı, sizlere Sinan Meydan’ın makalesinden alıntı sunuyorum.
***
PARASIZ DİRENİŞ
1919 Aralık ayının sonları… Atatürk’ün başkanlığındaki Temsil Heyeti, Erzurum’dan Sivas’a giderken yaşadığı yoksulluğu, şimdi de Sivas’tan Ankara’ya giderken yaşıyordu. Bütün paraları, yol için 20 yumurta, 1 okka peynir ve 10 ekmeğe yettiğinden ancak bunları alabildiler. Allah’tan, Ankara’ya hareket etmeden kısa bir süre önce Osmanlı Bankası‘ndan senet karşılığı 1000 liraya yakın bir para buldular. Ayrıca Sivas Amerikan Okulu Müdiresi bir araba, birkaç lastik ve biraz benzin verdi. Atatürk, bunların parasını ödemek istediyse de müdire kabul etmedi. (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.2, s. 484- 487).
Atatürk ve beraberindeki heyet 27 Aralık 1919’da Ankara‘ya geldiğinde sadece 1200 liraları vardı. (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 286, Selek, Anadolu İhtilali, C.1, s. 136). Ankara‘da yine parasızlık baş gösterdi. O soğuk Ankara günlerinde yaşanan parasızlığı, o günlerin tanığı Mazhar Müfit Kansu şöyle anlatıyor: “Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. (…) Bankalardan ve kurumlardan ödünç para almayı Paşa’ya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey’e müracaatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey, ‘Ocak ayı içindeyiz, ne giyeceksin’ diye satmamakta ısrar ettiyse de, bu ısrar ne olursa olsun kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimse de satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu konuda bir çare bulamayarak, ‘Hele bakalım, sabah olsun, yine düşünürüz’ sözü ile odalarımıza çekildik. Ankara’ya geldiğimiz zaman hemen bir hafta bizi belediye besledi. Fakat bu aylarca devam edemezdi. Velhasıl çaresizlik içinde (…) mustarip bir halde idik…” (Kansu, age, s. 506).
RIFAT HOCA HIZIR GİBİ YETİŞTİ
O gece Mazhar Müfit uyuyamamış, yatağında istirahat ediyordu. Kış güneşi Ankara’yı yavaş yavaş aydınlatmaya başlamıştı ki kapı vuruldu. “Müftü Efendi geldi” dediler. Mazhar Müfit telaşla yatağından fırlayıp giyindi. İlk aklına gelen, şeker yokluğu oldu. Hoca, ya kahve isterse? Peki ya sigara içiyorsa! Ne şeker ne sigara vardı. Kısa bir süre sonra Ankara Müftüsü Rıfat Efendi, Mazhar Müfit’in odasına girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın yanındaki bir iskemleye oturdu. Selamlaşmanın ardından Mazhar Müfit, “Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?” diye söze başlayınca, Rıfat Efendi, “Evet içmem!” dedi. “Sigara?” “Onu da kullanmam…” Aslında Rıfat Efendi kahve içerdi. Ancak yokluğun farkındaydı. Rıfat Efendi tebessüm ederek “Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik, az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik” dedi. Mazhar Müfit, yatağın yanındaki kasayı göstererek “Paramız var!” dedi. Oysaki kasada sadece 48 kuruş vardı. Rıfat Efendi, Mazhar Müfit’i dinlemedi bile. Ayağa kalktı. Cübbesinin altından bir torba çıkardı. Torbanın içindeki kâğıt paraları saymaya başladı. Bu sırada Mazhar Müfit, “Teşekkür ederiz, ama bu konuda önce Paşa ile bir görüşseniz iyi olur” deyince Rıfat Efendi, Atatürk’le görüştüğünü söyledi. Bu sırada saydığı paraları tek tek masanın üzerine koyuyordu: 100, 200, 300, 500… derken tamı tamına 1000 lira saydı. Mazhar Müfit, sevincini belli etmemeye çalışarak paraları alıp kasaya koydu. Sonra hemen emir erini çağırdı. Masanın gözünden çıkardığı iki şekeri verip “Bize birer kahve pişir” dedi. Başından beri durumun farkında olan Rıfat Efendi gülümseyerek “Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen giden çok, başa çıkılmaz, değil mi?” diye latife yaptı. Kahveler içildi.
Hoca gidince Mazhar Müfit de hemen Atatürk’ün yanına gitti. Atatürk, “Ne kadar?” diye sorunca, Mazhar Müfit, “1000” dedi. Atatürk, “Gördün mü akşam ne kadar sıkılmıştık. Bu akla gelir miydi? Allah bize yardım ediyor” dedi. Bunun üzerine Mazhar Müfit, “Kul sıkışmayınca hızır yetişmez” deyince Atatürk biraz tebessüm ederek “Şimdi hızırı filan bırak bakalım, masraf ve geliri düzenle…” dedi. (Kansu, age, s.506-508).
Uluğ İğdemir, “Yılların İçinden” adlı eserinde o gün Müftü Rıfat Efendi‘nin Atatürk’e verdiği paranın 1200 lira olduğunu yazıyor. (Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, s.29).
Cemal Kutay ise o gün Müftü Rıfat Efendi‘nin 1000 lira Mazhar Müfit Bey’e, 800 lira ise Cevat Abbas Bey‘e verdiğini belirtiyor. (Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s. 190).
KEFEN PARASI VE ESNAF DAYANIŞMASI
İddiaya göre o gün Müftü Rıfat Efendi, kendisi ve eşi Semiha Hanım için ayırdığı “cenaze parasını” bir torba içinde Atatürk‘e teslim etmişti. Hoca ayrıca Atatürk’ün yokluk ve yoksulluk içinde bir ölüm kalım savaşını örgütlemeye çalıştığını görünce Ankara esnafından 46.500 liralık bir yardım toplamıştı. (Neşit Hakkı Uluğ, Hemşerimiz Atatürk, s. 85. Bayram Sakallı, Ankara ve Çevresinde Milli Hareketler, s. 72. Ali Sarıkoyuncu, Atatürk Din ve Din Adamları, s. 172.) Falih Rıfkı Atay ve Sabahattin Selek, Müftü Rıfat Efendi’nin Ankara esnafından toplayıp Atatürk’e verdiği paranın 6.000 lira olduğunu belirtiyorlar. (Atay, age, s. 286, Selek, age, C.1, s. 136). Sabahattin Selek, bu bilgiyi bizzat Milli Mücadele’nin maliye vekillerinden Hasan Fehmi Ataç‘tan aldığını yazıyor. (Selek, age, s. 136) Kısacası, miktarı tam olarak bilinmeyen bu yardım, 23 Nisan 1920’de açılacak TBMM’nin ilk bütçesini oluşturacaktı.
Ayrıca Ankara Müdafaai Hukuk Cemiyeti‘nin TBMM hizmet binası için harcadığı 5.068 liranın önemli bir bölümünü de yine Rıfat Efendi toplamıştı. (Sakallı, age, s. 95, Sarıkoyuncu, age, s. 174).
HALİFEYE İSYAN EDEN MÜFTÜ
5 Eylül 1919’da Ankara’nın ileri gelenleri Padişah Vahdettin‘e telgraf çekip hem Kurban Bayramı’nı tebrik etmek, hem de Ankara Valisi Muhittin Paşa‘yı şikâyet etmek istemişlerdi. Ancak Sadrazam Damat Ferit, “Padişahla doğrudan doğruya görüşülemeyeceği” gerekçesiyle telgrafı kabul etmemişti. Buna çok kızan Müftü Rıfat Efendi ve Ankaralılar, İstanbul’a çektikleri başka bir telgrafla “Padişah ve onun hükümetini tanımadıklarını” bildirmişlerdi. (Sarıkoyuncu, age, s. 168. Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, s. 352.) Bu olaydan sonra Rıfat Efendi, bir anlamda padişaha isyan edip tamamen Kuvayı Milliye saflarına geçmişti. Nitekim 29 Ekim 1919’da kurulan Ankara Müdafaai Hukuk Cemiyeti‘nin başkanı seçilmişti. Ayrıca Ankara’da bir gönüllü alay kurulmasına öncülük etmişti.
O sırada Milli Mücadele’ye karşı çalışan Ankara Valisi Muhittin Paşa 28 Ekim 1919’da Kuvayı Milliyecilerce tutuklanıp İstanbul’a gönderilmişti. İstanbul Hükümeti, onun yerine Ziya Paşa‘yı Ankara’ya vali tayin etmişti. Ancak Ankara Müftüsü Rıfat Efendi, bu yeni valiyi bir mektupla tehdit etmişti. Eskişehir’e kadar gelen Ziya Paşa, hocanın tehdidi üzerine oradan geriye dönmek zorunda kalmıştı. (Sakallı, age, s. 63, 64. Şapolyo, age, s. 353). Atatürk, Nutuk‘ta Ankara Müftüsü Rıfat Efendi’nin bu direnişinden övgüyle söz eder.
Atatürk Ankara’ya gitmeden önce, Rıfat Efendi‘ye haber vermişti. 27 Aralık 1919’da Atatürk Ankara’ya geldiğinde Rıfat Efendi, “Hoş geldiniz, safa geldiniz. Kademler getirdiniz. Memleketimizi aydınlattınız. Canla başla sizinle beraberiz” diyerek Atatürk’ü karşılamıştı. (Şapolyo, age, s. 353, 371, 372 Kansu, age. C.2, s. 498).
Ankara Müftüsü Rıfat Efendi, daha sonra I. TBMM’de Menteşe (Muğla) milletvekili olarak görev alacak, sonra da halkı aydınlatmak için kurulan “irşat heyetine” seçilecekti. Bu sırada Beypazarı ayaklanmasının bastırılmasını sağlayacaktı.
İHANET FETVASINA KARŞI DİRENİŞ FETVASI
İstanbul Hükümeti‘nin, 11 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzasıyla yayımladığı ihanet fetvası türlü yollarla; örneğin Yunan ve İngiliz uçaklarıyla yurda dağıtıldı. Fetva etkisiyle Anadolu’nun pek çok yerine Kuvayı Milliye’ye karşı isyanlar çıktı. Bunun üzerine Atatürk, bir an önce karşı fetva hazırlanmasını istedi. Ankara Müftüsü Rıfat Efendi başkanlığında 5 müftü, 9 müderris ve 1 medrese müdürü ile 6 kişilik din bilgini heyetinden oluşan toplam 21 kişilik bir kurul, Ankara’nın “direniş fetvasını” hazırladı. Bu fetva, Milli Mücadele yanlısı 155 müftü ve din bilgini tarafından da onaylandı. Fetva, 16 Nisan 1920’de bütün müftülüklere tebliğ edildi. Kuvvacı gazetelerde yayımlandı.
İstanbul Hükümeti‘ne göre Rıfat Hoca da artık bir asiydi ve katledilmesi caizdi. 8 Haziran 1920’de İstanbul Birinci İdare-i Örfiye Divani Harbi, Ankara Müftüsü Rıfat Efendi’yi idama mahkûm etti ve mallarının müsadere edilmesine karar verdi. Rıfat Hoca‘yla birlikte aralarında İsmet Paşa‘nın da olduğu 16 kişi daha idama mahkûm edildi. Aynı mahkeme, daha önce de Atatürk ve arkadaşlarını idama mahkûm etmişti. Bu idam kararlarını Padişah Vahdettin, 15 Haziran 1920’de onayladı. (Şapolyo, age, s. 353, Sarıkoyuncu, age, s. 190, 191). İlk kez bir Osmanlı halife/padişahı (Vahdettin), bir müftü hakkında ölüm fermanı veriyordu. (Kutay, age, s. 189-190, Sarıkoyuncu, age, s. 191).