Deneme,  Kategorisiz,  Toplum

Kırık Duygular

Karşılıklı oturuyoruz, kahvelerimizden iki yudumu ancak almıştık ve telefon çaldı.

Sehpa üzerindeki telefonu bile alırken endişe aktı gözlerinden. Göremediğim isme titrek bir sesle “alo” dedi.

Konuşma açıktı ama, o artık susuyordu.

Yüzündeki mimiklerine, ifadelerine hayat veren yüzlerce kası bir anda yıkıldı, viraneye döndü. Gözlerindeki parlaklığın aralarında sisli damlalar yoğunlaştı ve taşan göz yaşlarının süzülüşünü, sele dönüşmesini izledim.

Vücut sinirlerinin yolladığı fiziksel acının ötesinde, beynin kendisinin yarattığı o büyük acıyı gördüm anlık olarak.

Çok sevdiği insana dair aldığı acı haber ile yarı baygın, soluk bir renk alan yüzü ve nefesi bile sessizliğe bürünmüş hali ile korkuttu beni. Bütün vücudun tüm vermesi gereken olumsuz tepkileri, yoğun bir şekilde vermeye başladı. Sözün bittiği yer bu olsa gerek. Söz yerine anlamsız sesler ile havayı yaran çığlıklar, haykırışlar yükseldi.

Teselli etmek için aradığım hiçbir kelimeyi bulamadım, dokunuşları yapacak cesaretim kalmadı. Acının karşısında yaşadığım muazzam panik ile dondum. Karşımda oturmuş, acıların ateşinde pişen sevdiğim insan ve kutuplarda donmuş bir ben vardı koca salonda. Soğuk ve sıcağın birbirine fayda etmediği bir anı yaşıyoruz sanki. Ne ben onun ateşini söndürebiliyorum, ne de o benim buzlarımı çözebiliyor. Ateş ile buzun yan yana oluşunu seyrettim sanki uzunca bir süre.

Acıyı anlamaya çalıştım, sevginin tersi olduğuna ve sevdanın büyüklüğüne paralel, oldukça büyük acı hisleri yaşandığına karar verdim. Benzer olaylarda başkaları için yaşamış olduğum hisleri, tepkileri gözden geçirdim. Hiç birisi bu denli büyük, bu denli derin olmamış ve beni bu hale getirmemişti. Çünkü o acı haberi alan karşımdaki kişi de bu yaşamın içerisinde benim en çok değer verdiğim, sevdiğim âşık olduğum insandı. Sevginin geçirgenliği, sevdanın büyüklüğü yaşanan acının derecesini ve türünü de çok etkilemişti.

Hemen kaybolacak, silinecek ve unutulacak bir türden olmadığı açık olan bu durum, insan içindeki fırtınaların en büyüğü gibi. Hortuma yakalanmış sahil kasabasıyız sanki, denizin azgın dalgaları da vurdukça vurmuş sahillerimize. Ne o rengarenk kayıklarımız kalmış bağlı iplerin de, ne de sahildeki çay bahçesinin masa ve sandalyeleri. Kırılan camlarımız, yüzlerce metre öteye savrulmuş çatılılarımız ile başımızı dayayacak bir omuz, oturacak hiçbir yerimiz de yoktu artık.

Sevginin, sevdanın büyüklüğünü yaşadığımız acıların büyüklüğünde gördük.

Bal eyleyemeyeceğimiz, asla bala dönüşemeyecek bu acıların içerisinde yaşamayı da öğreneceğiz elbette. Aşık Veysel’in o basit ama muhteşem cümlesindeki gibi…

“………İki kapılı bir handa, gidiyorum gündüz gece……….”

Aramızdan ayrıldığı saatlerde kaleme aldığım ve gerçek duyguları anlatmaya çalıştığım kahramanımıza ait, bu sitede yazılmış gerçek bir yaşam hikayesi olan İyi İnsanlar yazıma bu linkten( http://xn--gndemarivi-9db80j.com/gundemarsivi.com/iyi-insanlar/ ) ulaşabilirsiniz. Işıklar içinde uyusun.

Siz de fikrinizi söyleyin!