Deneme,  Ebeveyn,  Güncel - Aktüalite,  Toplum

İki Anne

Büyükçe bir oda, konferans salonu şeklinde düzenlenmişti. Kolçaklı rahat ve şık sandalyelere 10-15 kişi karışık bir şekilde oturduk. Beyaz duvarlar, beyaz lamine tahta ve tavana asılı projektör dışında perdelere ilişti gözüm. Sanki ipek ipliklerden işlenmiş ve arasına bulut motifleri yerleştirilmiş gibi, her hava hareketinde tatlı tatlı dans ediyordu.

Kapı açıldı, gözlüklü, kırlaşmış saçları ve orta yaşı biraz aşmış görüntüsü ile filozof ama sevimli bir surat daldı içeriye.

Hepimize şahsi kartlarını dağıttı.

Ergun ZOGA / İnsan mühendisi.

Çok unvan meslek duymuştum ama “İnsan mühendisi” ibaresini ilke kez okumuştum. Şaşırdım, merak uyandıran kimyasal hareketlenmeler eşliğinde sessizce beklerken;

– Siz, her biriniz aslında çok değerli ve önemlisiniz dedi.

Eline aldığı tahta kalemi ile beyazın üzerinde mavi desenler oluşturmaya başladı.

İnsan nedir bilir misiniz? Diye sordu. Aslında sorularına yanıt aramıyordu, bizim kendisine sormuş olduğumuzu düşünerek soru, yanıt biçiminde konuşmasına devam etti.

Büyük harflerle yazdığı İNSAN kelimesinin yanına eşittir işaretini koydu ve anlatmaya devam etti.

Mesela dedi ve kendisini ele alarak,

Ben babamın … milyon spermi ile annemin 12 yumurtasının olasılık hesapları içerisinde bir araya gelmesi ile oluştum. Bu olasılık hesabını eşitliğin diğer tarafına yazarak sadeleştirip, böldü…

İşte ben, 4 milyarda 1 olasılık hesabının gerçekleşmesi ile dünyaya geldim. Aradaki şu sperm veya bir başka aydaki yumurtalık olsaydı ben olmayacaktım. Sizin de geliş olasılığınız bu formüldeki gibi ve sabit bir sayı.

4 milyarda 1 olasılık dahilinde Dünyaya gelmiş olduğunuz için çok değerlisiniz. Öncelikle bu değerin farkında olmalısınız dedi.

İnsanın doğum öncesinden başlayan bu değerlendirme çocukluk üzerine uzun uzun devam etti. Henüz evlenmiştim ve çocuğumuz yoktu. Yani baba kimliğini elde edememiştim. O yüzden Ergun beyin şu sözlerini hiç unutmadım:

“…… siz hiç çocuğu olmayan anne ya da baba kimliğine sahip birilerini duydunuz mu? Duyamazsınız, çünkü o çocuk daha doğar doğmaz size büyük bir kimlik armağan eder. Sadece çok büyük değil, aynı zamanda çok da değerlidir. Sakın ola ki çocuklarınız olduktan ve büyüdükten sonra onları karşınıza alıp, saçımı süpürge ettim, sabaha kadar başınızda bekledim, yemedim yedirdim, içmedim içirdim gibisinden anlamsız konuşmalar yapmayın. Bu söylemleri doğal olarak yapan anne baba sayısı o kadar çok olmasaydı, nüfus bu kadar artmazdı. Siz çocuğunuzun size verdiği kimlik ve onun dışında kattığı her şeyin keyfini yaşayarak onu sevin ve saygı duyun, doğar doğmaz size bir şey veren o….. “

Sonraki yıllarda, kendi anneme ve diğer arkadaşlarımın anneleri ile olan ilişkilerine odaklandım.

Belki de 16lı yaşlarda, ilkokul eğitimini ancak tamamlamış, anne baba sevgisinden uzak bir köy ortamı içerisinde baba aynı, anneler farklı 10 kardeşli ailenin en küçüğü olarak evlendirilmiş bir insan.

Köy enstitüsü olarak girdiği okuldan öğretmen okulu diploması alarak tayini çıkmış babamla evlenerek, girmiş koluna düşmüş Anadolu yollarına.

Sevilmek nedir bilmediği için sevmekten uzak yaşamış. Çocuk yetiştirmeyi, başkalarının ne diyeceği üzerinden ele almış, annelik duygusunu da aynı sosyal nedenlerle disiplinli bir söylem üzerine oturtarak sözü dinlenen bir otorite olmaya gayret etmiş. Yetişemediği ve etkili olamadığı zamanlarda kendi otoritesini hâkim kılmak için babamı devreye sokarak onu araç olarak kullanmaktan asla çekinmemiş bir anne.

Yıllardır aramızdaki sevgi bağları hep kopuk, hep yaralı ve hep kavgalı.

Evliliğim süresince eşimin davranışlarında gözlemlediğim bir annelik güdüsünü kendi annemde görmemiş olmanın şaşkınlığını ve çelişkilerini hala çözebilmiş değilim. İstisnalar kaideleri bozmaz sözlerine sığınarak anneliğin nasıl yüce bir duygu olduğunu izliyorum tam 32 yıldır.

Anne yüreğinde, gönüllü uykusuzluk, şoka giren beyin, sevginin damlayan gözyaşları, uzaktan hissedilen olumsuz olaylar duygusu, büyümüş olmasına rağmen büyüdükleri anlaşılmayan çocuklar gördüm. Panterleşen gözlerinden, eriyen gözlerine, durmuş gibi sessiz yüreğinden, çılgınlar gibi atan yüreğine kadar ne varsa hissettim.

Gördüklerim ve hissettiklerim sadece ondaydı. Birlikte yaşadığımız duyguları teraziye koyduğum zaman ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor; çok az kısmı benzer tepkilere sahip ve duygu seviyesi olarak bende de nüksetmiş ancak daha düşük yaşamıştım.

Sanki soğuk kanlı, cesur ve adil duruş ile gerçekleri tüm çıplaklığı ile anlayıp gösterme görevleri bana verilmişti.

Sonuç olarak her şeyi bir annelik güdüsü olarak kabul edip, daha fazla düşünmemeye gayret ettim. Bende olmayan, olmadığı için anlamadığım, anlamakta çok zorlandığım ama karşılaşınca da çok etkilediğim bu sihirli yaşamı, güdüsel bir tanım içerisinde bırakmış olmak hoşuma gitmese de yapabileceğim hiçbir şey yok. Ne tanımlayacak bir kelime ne de anlatacak bir cümle var. Bilimin inceleyip, ortaya koyduğu makalelerde beni tatmin etmeye yeterli olmadı dostlar.

Annelik işinin sihirli yanı da burada işte. Yeryüzünde doğal olarak kalmış, bozulmamış insan davranışlarını bir bütün halde görüyorsunuz. Derin, basit, yalın, içten, samimi ve son derece güzel.

Annem de mutlaka bu duyguların birçoğunu benim için ve benimle yaşamıştır. Ancak duygu geçirgenliğini yaşatmamış, saklamış ve sürekli kılmamış olabilir. Elbette ki her zaman çok üzüldüm, onarmak için çaba gösterdim ama, maalesef ben de başaramadım.

Seyrettiğim bütün güzelliklere ve yaşayamadığım bütün annelik duygularına rağmen ben yine de BABA olmayı çok sevdim…

Elbette ki kıskanmıyorum, ayakta alkışlayıp şapka çıkarsam da yeterli olmayacak fazlalıklar için saygı ile eğiliyorum.

 

Siz de fikrinizi söyleyin!