Deneme,  Toplum

Geçmişte Kara Çarşaf

O yıllar burka ya da türban nedir bilmezdik. Kara çarşafları yazıya yabana giderken giyinirdi kadınlarımız. Kara çarşafın iyisi Suriye’den kaçak olarak gelirdi. Genç kızlarımız gelin olurken çeyizlerine; zıbın, kuşak, salta gibi giysilerin yanı sıra kara çarşaf da konurdu. Adettendi. Kara çarşaf köy yerinde gündelik giyinilen bir giyit değildi. Yazıya yabana gidilirken “Bir örtü bin ayıp örter” düşüncesinden hareketle giyinilen bir örtüydü. Köylünün yoksulunda pek bulunmazdı. Yoksul olanlar yerli ala bula bir çarşafla yetinirdi. Varsılın çarşafı kara ve kaçak, yoksulun ki ala bula ama yerli olurdu. O yıllar bizim köyün kadınları pullu oyalı yazmalarının altına alınlarını örtecek şekilde al (kırmız yeşilli alınlık) da takınırlardı. Yazmaları yaşmak etmek saygıdandı. Yaşmak; dudakları tam ya da yarım örterdi. Büyüklere karşı ve de yabancılara karşı yaşmak vururlardı kadınlar. Yeni gelinlerin başlarına bağladıkları oyalı yazmaları alınlarına vurdukları allıklarıyla yaşmak vurmaları bir başka alımlı olurdu. Köy içinde genç kızların klasik giyimi genelde entari olurken, daha olgun olanların giyitleri; bandik denilen geniş ve uzun tuman ve üzerine delme ve işlikten oluşurdu.

Yaşlı kadınlar biz çocukların ve gençlerin yanında kendilerini gizlemeye gerek görmezlerdi. Her kadının helâlından başkası; oğlu ya da kardeşi sayılırdı. Genç kızlar ile delikanlılarda sözlü ya da nişanlı değilse birbirlerine bacı kardeş gözüyle bakardı. Sevdalara geçit büyüklerce verilirdi. Büyüklerin oluru olmadan sevdalılar birbirlerine kavuşamazdı. Büyükler sevdanın ne olduğunu bilir gençlerin birlikteliğine kolay kolay karşı durmazlardı.

Köydeydim daha çok köyün hallerini bilirdim. Yaban nedir pek bilmezdim. Türban fes ya da sarık uzaktı bizlerden. Köyümüzün okulu da vardı camiiside. Hatta okulumuz yokken camiinin okul olarak hizmete açıldığını da gördüm. Köyümüze imamı köylü tutardı. Köy yerinde; bekçi, sığırtmaç harman zamanı üründen daha önceden tespit edilen oranda nasıl pay alıyorsa imamda kendisi için önceden tespit edilen oranda payını alırdı. İmamımız aynı zamanda köyün bakkalıydı da. Öğretmenimiz köy enstitülü idi. Tütün dikerdi, bahçe yapardı. Şehre gidişlerini köy muhtarı ile biz öğrenciler bilirdik. Gelişlerini tüm köylü öğrenirdi. Çünkü öğretmenin şehre gitmesi demek dönüşünde köye gazetenin gelmesi demekti. Bazı haberleri köy erkeklerinin toplandığı yerde (büyükçe bir buğday ambarının kuruluğu) öğretmen seslice okur, köylüler hatta biz çocuklar can kulağıyla dinlerdik…

İlk zamanlar ilkokulu bitirip başka okullara gidenler genelde köy yerinde fazla toprağı olmayanlarmış. Nüfus artıp topraklar parçalandıkça eskiden kendilerini varsıl sayanlar da çocuklarını ortaokul, lise ve üniversiteye yollamaya başladılar… Köyden gidenler köye yeni giyitleriyle geldiler. Bir kısmı köyün dışından evlenip geldi. Her gelen köye bir şeyler getirdi, giden bir şeyler götürdü. Çocukluğumuzda üç gün üç gece davul zurna eşliğinde yapılan düğünler düğün salonlarına saatlere sığar oldu. Al duvaklı atlar sırtında gelen gelinler taksilerde beyaz gelinlikler içinde gelmeye başladı… Önce kızların evlenmelerinde alınan başlık paraları kalktı. Daha sonra gelinler için alınan giysi ve takılar değişime uğradı. Beşibiryerde ve altınların yerini bilezikler ve kolyeler alırken çeyizlere kara çarşaflar ve zıbın, kuşak, salta gibi yöresel giysiler girmez oldu.

Bizim köylü gençlerine oldum olası sahip çıkar, onların düşüncelerine değer verir, yönlendirmelerine uyarlar… Gençler yeni giyim kuşamda değişiklik yapınca yaşlılarda eskiyen giyitlerinin özellikle kara çarşaflarının yerine yenisi almaz oldular. Köy yerinde iş elbiseleri ayrı, gündelik giysileri ayrı eski de olsa temiz. O sebepten şehre giderlerken yeni giyitlere pek gerek duymuyorlar. Şimdilerde bizim köyleri terk eden kara çarşaflar şehirlerde moda olmuş. Köylü şaşkın. Kendinin köyden attığını şehirde görünce şaşırmasın da ne yapsın? Hele bazı siyasilerin kadınların giysileri üzerine siyaset yaptığını duyduklarında daha da şaşırıyorlar. Çünkü evvelden siyaset giysilere göre değil adamların köylü, işçi ya da memur oluşlarına göre yapılıyordu.


Not: 2005 yılında kaleme aldığım bu yazıyı yeniden ilettim. 

Siz de fikrinizi söyleyin!