Çocuk Gündemi,  Tarih,  Toplum

Agamemnon, Helenin Çocukları

“Kalktı hırsla gücü yaygın Agamemnon, kapkara bir öfkeyle doluydu yüreği” (1)

Agamemnon; Antik Yunan döneminde kraldı. Krallar kralıydı, “Güneş Tanrısı Zeus”tan aldı gücünü. Yunan prenslerini savaşa çağırdı. Büyük ordu kurdular. Bin gemi toplandılar Ege’de. Boğazlara doğru demir aldılar. Ve Anadolu’ya saldırdılar. Akhilleus, Agamemno’a seslendi o an:

“Ey doymak bilmez adam. Seni gidi edepsiz, çıkarına düşkün yürek” (2)

“Troya’lılar Yunan değildiler. Helen ülkesinden gelen Agamemnon‘a karşı savaştılar. Bir gün Troya sahili boşaldı. Ölü sessizliğine büründü. Koca bir tahta at göründü. Truva atıydı görünen. “Barış Atı” dediler. Kılıçlarını indirdiler. Agamemnon askerleri “Truva” atıyla girdi şehre. Troya kan oldu, onca katliam oldu. ”İlayda” kanlı mürekkeple yazıldı. Cinayet doldu sayfaları. Agamemnon yendi. Galip devler, galip devletler gibi şendi. Ama Homeros onu, bir kahraman diye, hiçbir zaman, kaydetmedi tarihe” (3)

Yıl 1438. Troya. Çanakkale. Anadolu. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alamamıştı henüz. Ünlü Katalan gezgin Petro Tafur Anadolu’ya geldi. Boğazları gezdi. İmroz’a gitti. Çanakkale’yi dolaştı ve karış karış taradı. Yorgun ve hüzünlü gözlerle son bir kez daha baktı ardına. Giderken şu sözler takıldı dudaklarına.

“Türkler, Troya’nın öcünü, mutlaka alacaktır”

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Çanakkale’yi gezdi. Hektor’a ve o savaşın kahramanlarına övgüler dizdi. Ve İstanbul’u almakla “Troya’nın Öcü”nü aldığını söyledi. (4)

Üzerinden tam 415 yıl geçti. 9 Ocak 1853 tarihinde Petersburg Sarayında Rus çarı I. Nikola, İngiliz Büyükelçisi Sir Hamilton Seymur’un kulağına usulca eğildi. Ve Osmanlı İmparatorlunu kastederek şunları söyledi:

“Kollarımız arasında ağır bir hasta adam var. Mirasını şimdiden aramızda paylaşmalıyız” (5)

30 ekim 1918 Çarşamba, Limni (Limnos) Adası. Ve Osmanlı İmparatorluğu yenildi. İmparatorluk adına Deni Bakanı Hüseyin Rauf Bey ile İngiliz komutan Amiral Calhorpe, Limni (Limnos) Adasının Mondros açıklarında, İngiltere bayrağının dalgalandığı “Agamemnon” zırhlısında çok önemli bir antlaşmaya imza attılar. İmzadan sonra kalemleri bıraktılar. İmza defterleri kaldırıldı. İşgal kuvvetler komutanı Calthorpe, galibiyetin verdiği çalımlı bir edayla ayağa kalktı ve tokalaşmak için Rauf Bey’e ince elini uzattı. Alaylı bakışları Türk heyetini eziyordu. Kadife kaplı sandalyeye yıkık bir şekilde oturan Rauf Bey, ”Güneşler Ülkesi” komutanı Amiral Calthorpe’un uzattığı eli buruk bir nezaketle sıkarak son bir istekte bulundu:

“Ekselansları, sizden İstanbul’un işgal edilmemesini ve Yunanlıların İstanbul’a girmemesini Osmanlı Devleti adına rica ederim”

Bu sözleri duyan İngiliz Amiral, Rauf Bey’e imzalı bir teminat mektubu verdi. Ve gülümseyerek şunları söyledi:

“Sizi temin ederim ki, İstanbul’a tek bir düşman Yunan bile girmeyecektir.”

Verilen bu söze Padişah Vahdettin çok sevindi. Başbakan pek memnun oldu. Gazeteler “Esaret Antlaşmasını” diplomatik bir zafer diye ilan ettiler. Osmanlı Parlamentosu antlaşmayı oy birliğiyle onayladı. O günkü PTT, anlaşmayı anma pulları çıkardı. Yetkililer, ülkede savaşın bittiğini ve artık huzura kavuşacaklarını söylediler, Avrupa’nın kendilerine sahip çıkacağına inandılar. Tüm halkı da buna inandırdılar. Ama bir kişiyi inandıramadılar. Agamemnon zırhlısında imzalanan bu antlaşmadan 5 gün sonra Mustafa Kemal, Başbakan Ahmet İzzet paşa’ya Adana’dan acil bir telgraf çekti. Ve acilen şunları dedi:

“… Orduları dağıtarak İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak, İngilizlerin ihtirasının önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Mondros Antlaşmasının maddeleri devletin korunmasına kefil olmuyor.”

İstanbul kurulmamıştı henüz Kral Agamemnon, 3000 önce “Güneş Tanrısı Zeus’tan aldığı güç ile Helen prenslerine seslenerek orduları toplamış, boğazlara bin gemi ile yelken açmıştı. Donanmanın başında o gün Agamemnon vardı. Gün oldu yıllar yüzyılları, yüzyıllar binyılları kovaladı ve aynı amaçla toplanan gemiler 1918 yılının Kasım ayında Boğazlara geldi. Agamemnon gemileri İstanbul’a demir atarken, şehirde başka bir hava esiyordu o an. Barış havası. Bu imza ile şenlenmişti. Beyoğlu meyhanelerinde çalınan barış şarkıları, aşk şarkılarını geçmişti ilk kez. Sokaklardan yükselen “Şerefe” sesleri, kahkahalarla yükseliyordu ay ışınında. Amforalarda şaraplar tükendi. Kırıldı kadehler. Sarhoş olanların sayısı epeyce arttı o gece. Kaldırımlar ve köşeler sızıp kalmış insan kalabalığından geçilmiyordu. İstanbul eğleniyordu ama, anlaşmanın maddeleri maalesef özetle şöyle idi:

  • Boğazlar açılacak, gemilerimiz teslim olacak!…
  • Türkler Kafkaslardan çıkacak, Karadeniz işgal edilecek!…
  • Türk askerleri dağıtılacak, Çukurova’dan asker çekilecek!…
  • Toroslar işgal edilecek, haberleşme, demiryollarına el konulacak!…
  • Hicaz, Yemen, Irak, Trablus ve Suriye’de askerler teslim olacak!…
  • Erzurum, Van Bitlis, Diyarbakır ve Sivas işgal edilecek!…
  • Yabancılar karışıklık çıkan bölgeleri işgal edecek! (6)

Beyoğlu meyhanelerinde eğlenceler bitmedi. İnsanlar meydanlarda toplandı. Gösteriler başladı. Sokaklar, fanatik Rum ve Ermeni göstericilerle doluyordu. Olaylar Anadolu’ya sıçradı. Ardından İngiliz birlikleri Trakya’da Meriç sınırına kadar geldiler. Kars’a bağlı Aralık ve Iğdır Ermenilerce, Ardahan İngilizlerce işgal edildi. Güneyde Hatay’ın Reyhanlı ilçesi de İngiliz ve Arap birliklerince işgal edildi. Ama işgalciler durmadı. Savaş gemileri 3 Kasım 1918 sabahı bir cinayet donanmasını andıran görüntüleriyle Çanakkale Boğazının güney girişindeki İmroz açıklarını doldurdular. Tam bu esnada yeni bir haberle uyandı İstanbul halkı. Talat, Enver ve Cemal Paşalar, gecenin karanlığında yurt dışına kaçtılar. Her üçü de İttihat Ve Terakki Partisinin liderleri idi. Böylece İtikat ve Terakki döneminin son aktörleri de terk etmişti Anadolu’yu Fırtınada gövdesi kırılan bir gemi gibi çatırdıyordu İmparatorluk. Kırılma sadece bu kaçışlardan ibaret kalmadı. Gündem Mondros Anlaşması ve firar haberleriyle çalkalanırken büyük bir yangın vardı vatanın her köşesinde. Ve Türk tarih sayfalarına acı bir feryat olarak düşüyordu…

Musul’a girdiler!… Kerkük’ün civarındaki köyler, işgal edilmeye başlandı. Musul’a da İngilizler Türk askerinin çıkarılmasını istediler. Musul’da bulunan 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, durumu aceleyle Genel Kurmay Başkanlığına ve hükümete bildirdi. Fakat gelen cevapta Başbakan, İngilizlerin emirlerini yerine getirmesini ve Türk birliklerini, İngilizlerin istediği çizgiye çekmesini istiyordu. Ali İhsan Paşa itiraz etti hemen. Ama nafileydi. İngilizler paşayı tutukladılar. Ve Malta’ya sürdüler. Ve ardından Musul düştü…Şehirde tüm Osmanlı bayrakları indirildi. Ve Hükümet Konağına İngiliz bayrağı çekildi. Musul’a giren İngiliz Komutan Marshall, 6 Kasım 1918 günü Osmanlı Generalini tehdit ederek ilk emrini verdi;

“Musul Türk Birliklerince derhal boşaltılmalıdır!” (7)

Bu tehdide cevap vermedi kimse. Yüksek rütbeli İngiliz’in sesi, Şehriyar-ı Musul’un taş örgülü keskin duvarlarında çirkince aksederken, İskenderun Limanına da bir gemi yaklaşıyordu ağır ağır. Geminin namluları sahile çevriliydi. Müttefikler Çukurova’ya askeri bir çıkarma yapacaklardı. Bu olayı haberi alan Başbakan İzzet Paşa, Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal’e bir telgraf çekerek müttefiklere yardımcı olmasını ve mütakerenin bozulmamasını, üstelik İskenderun’a zorla girmeye kalkarlarsa üzerlerine ateş etseler dahi karşılık verilmemesini istedi. Mustafa Kemal Başbakanı dinlemeyerek şu emri verdi askerlerine:

“Karaya çıkan düşman askerlerini vurun” (8)

Mustafa Kemal İstanbul’a, karargâh emrine alındı hemen. Öte yandan İstanbul sağır ve dilsizdi sanki. Mavi denizi de sessizce akıyordu yatağından. Öğle vakti birden hareketlendi Bab-ı Ali. Mondros Anlaşmasına imza koyan ve Limni (Limnos) Adasından dönen Hüseyin Rauf Bey’in basın açıklaması vardı o gün. Rauf Bey, konukların sabırsız bakışları önünde ağır ağır yaklaştı kürsüye. Ve peş peşe patlayan magnezyum flaşlarla şu konuşmayı yaptı:

“Mondros Ateşkesi başarıdır. Devletin bağımsızlığı, milletin onuru tam olarak kurtarılacaktır. Sizi temin ederim ki, İstanbul’umuza tek bir düşman askeri bile girmeyecektir.”

Rauf Bey, Amiral Calthorpe’den aldığı güvenceyle bu açıklamayı yaparken, Agamemnon gemileri de Çanakkale boğazındaki son torpili söküyorlardı oysa. Musul da elden çıkmıştı. Çanakkale Boğazı açılmış, Çukurova yeni bir işgale gebeydi. Fransızlar da Trakya’da sinsi bir gölge gibi pusudaydılar.

Agamemnon gemilerinin Çanakkale Boğazından geçtiği 5 Kasım günü, Mondros Ateşkes Antlaşmasının bir gereği olarak Türk askerlerinin terhis edilmesine dair padişah izni de çıktı. Yıldırım Orduları ile 2. Ordu Komutanlığı dağıtıldı ve yaklaşık 400 bin askerin 360 bini evlerine gönderildi.

İngiliz, Fransız ve Yunanlılardan oluşan gemiler, bir Agamemnon Ordusu gibi Troya’yı geçmiş, Marmara’ya doğru demir almıştı. Mustafa Kemal’in ölümüne savaşıyla kapanan Çanakkale Boğazı, padişah tarafından bir kalemle açıldı. Türkler, Çanakkale mevzilerini boşaltmak zorunda kaldılar.

Ve Çanakkale geçildi… Çanakkale’nin geçildiği 5 Kasım 1918 günü Mustafa Kemal de Adana’da Ali Fuat Paşa ile görüşüyordu. Memleketin durumunu konuştular. Mustafa Kemal arkadaşı Ali Fuat Paşa’ya şöyle dedi:

“Padişahtan ümidimi kestim. Artık millet kendi haklarını kendisi aramalı ve bizim de halka yardımcı olmamız gerekli.” (9)

Takvimler 7 Kasım 1918 tarihini gösterirken, düşmekte olan bir sonbahar yaprağını andırıyordu günler. İhanetin gölgelerinde ilerleyen “Arian” zırhlısı İstanbul Boğazının güney girişinde göründü. Ama ortada ne güçlü bir hükümet vardı ne de güçlü bir devlet. Devlet de Hükümet de sarayın en derin diplerine girdiler. Gümüş işlemeli kepenkler korkulu gözlere kapanmıştı içeriden. Haliç önlerindeki gemiler, 5 asır sonra İstanbul Fethi’nin intikamını almış gibiydiler. Fatihlerin, Kanunilerin kemikleri, Yunan palikaryaları altında eziliyordu adeta. İstanbul işgal edildi ama gündem, Akdeniz’e kaydı birden. İngilizler, İskenderun Limanını hemen teslim etmelerini, yoksa şehri zorla alacaklarını bildirdiler. Başbakan o an, maalesef şu sözleri söyledi en melanet korkudan:

“Bir İskenderun için Ateşkesi bozmayalım, şehri hemen teslim edin” (10)

Ama İngilizlerin ihtirası bitmedi. Musul’un Türkler tarafından boşaltılmasında acele edilmesini istedi. İskenderun ve Musul gözden çıkarılırken Trakya’daki Fransız 122. Tümeni General Topart komutasında 19 Kasım 1918 günü sabahı Uzunköprü’ye girdi. Bunla yetinmedi. Doğu Trakya’nın bütününü ele geçirerek 4 bin kişilik bir müfrezeyi İstanbul Bakırköy’deki Reşadiye Kışlasına göndererek yerleşti. Bu işgale rağmen o zamanki aydınlarımızın önemli bir kısmı Fransız hayranıydı ama Fransız Başbakan Clemenceau, Osmanlı Başbakanına şu sözleri saf ediyordu oysa:

“Sizin yabancı ırkları idare etme yeteneğiniz yok” (11)

Trakya işgalinden sonra doğuda Bakü işgal edildi. Ardından Kafkas Ordusunun bir bölümü terhis edilerek askerler memleketine gönderildi. 9 Kasım’da Antakya, Altınözü, Kırıkhan, Reyhanlı, Samandağı, Yayladağı ve İskenderun’a girdiler. Bir gün sonra İngilizler, İskenderun kaymakamını ve liman başkanını kollarından bağlayıp sokaklarda gezdirdiler.

İngilizler ayrıca İstanbul’a ayak basar basmaz mevcut hükümeti istemediklerini padişaha bildirdiler. Kamuoyunda da İzzet Paşa’nın, İttihatçıların kaçışına engel olmadığı propagandasını yaydılar. (12)Padişah da bu baskılara ve İngilizlerin bu isteğine boyun eğerek İzzet Paşa Hükümetini görevden aldı. Yerine Tevfik Paşa’yı getirdi. Çiçeği burnunda Tevfik Paşa da İngiliz gazeteci Price’a ilk demecini verdi:

“Amacımız, İngiltere ile dostluğu canlandırmaktır. İtilaf devletlerinin bizi tecrübeli kişilerin ellerine vermeleri lazımdır.”

İşgal ve ihanet bununla da kalmadı. “Asayişi sağlamak” bahanesiyle kıyıya yanaşan 29 numaralı İngiliz savaş gemisi, İzmir’de Rumların sevgi gösterileriyle karşılandı. Ama İzmirli Türkler beklemediler. Bir dernek kurarak direndiler. Fakat son gelişleri İzmir’den, Akdeniz’den veya Musul’dan ibaret kalmıyordu. Aynı anda denizden bir Fransız kara tugayı daha geldi İstanbul’a Böyle olunca Başbakan Tevfik Paşa, Boğazı her türlü deniz araçlarına kapattı. Ama Avrupalılara değil, Türklere. Biz yabancılara topraklarımızı ve boğazlarımızı sonuna kadar açıyorduk ama uğruna deniz araçlarını kapattığımız yabancılardan şu sesler yükseliyordu oysa: The New York Times:

“Türkler artık söz sahibi değildir. Osmanlı Devletinin yaşatılması için hiçbir sebep kalmamıştır” (13)

Gelişmeler The New York Times’i doğruluyor gibiydi. Zira başken İstanbul’a İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemileri topluca demir attılar. Liman bir çelik yığınına dönmüştü sanki. İstanbul semalarında İngiliz uçakları uçtu kanatlanarak. Bir İngiliz uçak gemisi de boğazın girişine demir attı. Agamemnon donanması İstanbul Boğazının ortasına yerleşip kaldı. Boğazda 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi olmak üzere 61 parça savaş gemisi vardı. Hepsi sanki Agamemnon’nun 3 bin yıl öncesinde topladığı birer işgal donanmasını andırır gibiydiler. Güneş ülkesinden aldığı güç ile Limnos’tan yola çıkan Agamemnon, Troya’yı geçerek İstanbul’a girdi sinsice. İşgal gemileri Bin beş yüz yıllık “Aya Sophia” önünden ilerledi. Ne kadar da büyük ve ne kadar da devasaydılar. Truva atları gibi dizilmişlerdi boğaza. Ve nihayet İstanbul, namlunun ucundaydı artık.

İşte o an, gündemi oyalanan İstanbul’un masum halkı, Beyoğlu’ndan yükselen çan sesleriyle titredi irkilerek. Sokaklar rengârenk bayraklarla donatıldı birden. Dolmabahçe önlerindeki yüksek binalardan sarkıtılmış İngiliz, Fransız, İtalyan ve mavi beyaz Yunan bayrakları, kaldırımda yürüyen Türklerin yüzlerine değil, kaderine çarpıyordu sanki. Sevince boğulan Rumlardan kimisi sokaklarda sıra halinde kol kola dans ediyor, kimisi de işgal askerlerinin üzerlerine çiçek atmak için yarışıyorlardı adeta. Çan sesleri altında Ortodoks papazlarının Yunan askerlerinin başlarına okunmuş sular döküp kutsadığını (14) Türklerin kararmış gözleri korkuyla büyüdü yuvalarında. Açlık ve yoksulluktan tükenmiş Türkler, çaresizce korkuya kapıldılar. Ve fanatik Hıristiyanların sesleriyle titreyerek irkildiler.

“Zito Venizelos! Zito Venizelos! Zito Venizelos!” (15)

Tam bu günlerde Mustafa Kemal 13 Kasım 1938 günü Adana’dan İstanbul’a gelmişti. Çok hazin bir hali vardı İstanbul’un. Müttefik ülkeler bir kabus gibi çökmüştü kente. Güneşler ülkesi İngiltere’den aldıkları yüksek emirle boğaza demirleyen gemiler, kıyıdaki binlerce göstericinin bayrakları ve alkışları arasında topluca sıraya dizildiler. Bıraksalar, yine bir Dünya Savaşına tutuşacak gibiydiler.

Agamemnon donanmasının devasa gemilerinin gölgeleri arasında Mustafa Kemal’in sülieti belirdi birden. Haydarpaşa’dan tekneye binecekti şayak kalpağıyla. Altın renkli sarı saçları ve mavi gözleriyle bir kartal gibi duran Mustafa Kemal’in, dağlarıyla sıralanan Anadolu arkasındaki sanki. 37 yaşındaki sarışın genç adam, bir yıldız gibi parıldıyordu boğazın önünde. Bazı gemiler de şımarık çalımlarla önünde tur atıyordu hala. Mustafa Kemal, önünden geçmekte olan gemilere nefretle baktı. Ve ince dudaklarından şu sözleri fırlattı:

“Hata ettim. İstanbul’a gelmemeliydim. Ne yapıp yapıp Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı.”

İşgal gemileri boğazda o şımarık geçişini bitirdiler. Mustafa Kemal “Kartal” isimli küçük tekneye bindi. Dev çelik ormanına benzeyen zırhlıların arasından karşıya geçerek tekneden iskeleye çıktı. Bir an durduktan sonra gemilere uzunca baktı ve şu tarihi sözleri söyledi:

“GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!”

DİPNORLAR:

  1. Homeros, İlayda Destanı, 1-78, M.Ö. 750, İlk Ozan.
  2. a.g.e. I, sf. 22.
  3. Azra Erhat, Mitoloji sözlüğü, Remzi Kitapevi.
  4. burasıcanakkale.com Ünlü İmrozlu tarihçi Kritopulos’un tespiti.
  5. Bekir Usta, “Saltanattan Cumhuriyete” Gürmet Matbaası, Mudanya, sf. 12
  6. Turgut Özarkman, “Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet Kronolojisi” sf. 309.
  7. Bilge Orhunlu,”Mütareke Dönemi Emperyalist Batının ve Yerli İşbirlikçilerin Gerçek Yüzü”, Kumsaati Yay., sf.41
  8. Dr. Mustafa Onar, “Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları-1” T. C. Kültür Bakanlığı, sf. 17
  9. Dr. Utkan Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, T. İşbankası Kültür Yay., sf. 72
  10. Falih Rıfkı Atay, “Atatürk’ün Bana Anlattıkları” Sel Yay., sf. 80
  11. Recep Şükrü Apuhan,”Türklerin Tarihi”, Timaş Yay., sf. 224
  12. Muzaffer Tayip Gçkbilgin, “Milli Mücadele Başlarken”, T. İşbankası Yay., sf. 7.
  13. The New York Times, 10 Kasım 1918, Bilge Orhunlu, Mütareke Dönemi Emperyalist ve Yerli İşbirlikçilerin Gerçek Yüzü”. Kumsaati Yay., sf. 181
  14. İlhami Sosyal, Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler”, Bebi Yay., sf. 24
  15. “Yaşa Venizelos”.

AGAMEMNON, HELENİN ÇOCUKLARI

 

Siz de fikrinizi söyleyin!