Biyografi,  Edebiyat

Sözü Kesilenlerin Sözü Deyince, YAŞAR KEMAL

Dara düşmüşlerin düş dünyasının anlatıldığı “Dağın Öteki Yüzü” üçlemesinin ilk romanı olan “Orta Direk’le” tanımaya başlamıştım Yaşar Kemal’i. Daha ortaokuldaydım… Beni Dede Korkut Hikâyeleri’ne, Bin Bir Gece Masallarına; beni şiirlere, öykülere, beni söylencelere, romanlara bulaştıran Yaşar Kemal’dir desem hiç de abartı olmaz. Onunla tanışıp sohbet etme, bir kere de telefonlaşma şansı yakaladığım için gizli gizli gururlanırım hâlâ. Sadece benim değil; okuyup, yazan, düşünen, düş kuran, soru soran herkesin Düş Bilgisi, Yol Bilgisi, Geçmiş ve Gelecek Bilgisi öğretmenidir Yaşar Kemal. Geçmişi bilmenin devrimcileştiriciliğini, oradan Gelecek Bilgisi’ne iyi kalpli ve sağaltıcı öykülerin aktığını çoğumuz ondan öğrendik. Ondan öğrendik, dilimizi dinlerin en büyüğü ile yani aşkla sevmenin yurtseverlik olduğunu…

Bende bir “Anadolu Ayaklanması”dır Yaşar Kemal; kötülüğe, kötü gidişe ve karanlığa karşı. Çok inançlılığın, çok kültürlülüğün, çok dilliğin dilidir. Ağaçların, kurdun, kuşun, börtü böceğin; dağların, ovaların, ırmakların, denizlerin, göllerin dili…

BİNBİR RENKLİ ÇİÇEK BAHÇESİ

Karınca’nın Su İçtiği” mi dersin, “Tan Yeri Horozları” mı dersin, “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” mı dersin… Yaşar Kemal’de bütün bir Anadolu dile gelir de dünyaya, geleceğe nereden gidileceğini, nasıl gidileceğini işaret eder insanoğluna, insan kızına… İnsanın önüne; kendisine, nereden ve nasıl gidebileceğine ilişkin bir yol haritası da sunar üstelik. Ve yine insanın kendisine, başkalarına ve doğaya karşı yabancılaşmasının önüne geçebilecek ipuçları bırakır, yaşama tutunabilecek sağlam halkalar atar. Hangi yapıtı öyle değil ki Yaşar Kemal’in: “İnce Memed” mi, “Yılanı Öldürseler” mi, “Ağrı Dağı Efsanesi” mi, “Yer Demir Gök Bakır” mı, “Demirciler Çarşısı Cinayeti” mi… Hangisi! Hangisi! Hangisini saysam!

Yaşar Kemal Anadolu topraklarındaki kültürlerin, tarihlerin; farklılıkların, çeşitliliklerin oluşturduğu binbir renkli çiçek bahçesidir aynı zamanda. Çağdaş bir Homeros’tur o. Türkçenin olanaklarını yazı diliyle en iyi kullananların başında gelir. Dünya dillerinin arasına Türkçenin bayrağını çekmiş bir dil ustasıdır.

ÇUKUROVA’DAN YOLA ÇIKAN MEŞALE

Söylenceleri, masalları ve mitolojiyi felsefeyle bağlantılandırarak insana kendi geleceğine sahip çıkabilmesi için ışık tutmuştur Yaşar Kemal. En karanlık zamanlarda bir çoban ateşidir dağlarda, yaylalarda, ovalarda… Anadolu aydınlanması için Çukurova’dan yola çıkan meşaledir. Ve ortaya çıkışı ile birlikte bütün Taş Devri Aydınları’nı ürkütmüş, foyalarını da ortaya çıkarmıştır.

İnsanımıza hor bakanlara, onları birbirine düşman edenlere, birbirine düşürenlere karşı bir itirazdır, bir isyandır Yaşar Kemal. Doğa kırımlarına ve insan kıyımlarına karşı bir isyan, bir itiraz… Yaşam toplamıyla, duruşuyla da budur o… Haksızlıklar karşısında olmuştur daima, insandan ve umuttan yana olmuştur… Sözü kesilenlerin sözüdür yeri geldiğinde. Karartma günlerinde de en öndedir. Hiç kuşku yok ki o, geleceğe kalabilecek çok az sayıda yazar ve yaşam savunucularından, önemli değerlerimizden birisidir aynı zamanda. De Gaulle’nin Jean Paul Sartre için “O Fransa’dır” demesi gibi Yaşar Kemal de Türkiye’dir.

Türkiye acımasız dönemlerden geçiyor. Dün olduğu gibi bugün de Yaşar Kemal’e dil uzatanlar, saldıranlar olmayacak mı? Olmuştur, olacaktır da… Bunlardan yazar, solcu ve demokrat kılığında olanlara şu öykücüğü anlatmak yeterli bence: Bir stadyum çevresinde belli aralıklarla, bir kurul gözetiminde atlar koşturulur. Yarışmaların birinde birincilik madalyası sonuncu gelen at koşturucusuna verilince, itirazlar yükselmeye başlar. Olaya açıklık getirmek için Kurul şu açıklamayı yapar: “Birincilik madalyası verdiğimiz at koşturucusu, siz birinci turu atarken, o birinci turu tamamladıktan sonra devam etti ve gelip sizin arkanızdan yetişti.”

Yazıyı bitirmiyorum. Okurlarımın anlayışına sığınarak 14 yıl önceki, (gazetecilik yaptığım yıllardı) Yaşar Kemal’le ilgili bir tanıklık yazımı, bu yazıyı desteklediği için paylaşmak istiyorum:

YAŞAR KEMAL

Her yıl, yılsonu konferansı için, okulun o yılsonunda mezun olacak öğrencileri tarafından bir isim belirlenirmiş. Okul yönetimi belirlenen bu kişi ile görüşür, o kişiyi belirlenen gün ve saat için okula davet eder ve konferans böylece gerçekleşirmiş.

Sabancı Üniversitesi’ndeki bu uygulama, öğrencilerin karar süreçlerine katılması ve üniversite içindeki demokratik yaşam bakımından çok çarpıcı geldi bana. İzmit’ten izleyici olarak oraya davetli üç sevgili dostum eğer aralarında bana yer açmamış olsalardı bu tanıklığı asla yaşayamayacak ve sapa kalmış Türkçeyi, dünya dilleri arasına bir bayrak gibi taşıyan, günümüzün Homeros’u Yaşar Kemal’i dinleyemeyecektim kuşkusuz.

Yüzünde göğü dolduran yıldızlar

Geçtiğimiz haziran ayının son akşamında salonu dolduran öğrenciler, hocalar ve konuklarla; sevinç, heyecan ve merak içinde; çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı topraklarımızın dengbejini kürsüye beklerken, bir yandan da bir zamanlar evimden alınıp götürülen kitaplar arasındaki İnce Memed, Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır ve Yılanı Öldürseler’in sayfalarına uçuyordu aklım; bir dönem yazarlarının neler çektiklerine, Orhan Kemal ve Nazım Hikmet gibi olanların katlandığı acılara, Sabahattin Ali’nin başına gelenlere, yasaklanan kitaplara, yakılan ozanlara…

“Halkın türkülerini yakanlar, kanunlarını yapanlardan daha üstündürler,” sözüyle gürledi kürsüden Yaşar Kemal. Bu sözü, bizleri Anadolu’da yaşamış eski bir bilgeyle tanıştırmak için söylemişti kürsüye gelir gelmez. Yüzünde yüzlerce yıllık yol ağrıları, İnce Memedler, Tan Yeri Horozları ve Anadolu yaylalarının bin bir renkli çiçekleri, göğü dolduran yıldızlar…

Yüzü ışıl ışıldı Yaşar Kemal’in. Yüreğinde depoladığı Çukurova sıcağı çoktan ısıtmıştı salonu. Her düşünceden, her kültürden ve her renkten bir çiçek bahçesine dönüşmüş yeryüzü sevinciyle selamlamakta gecikmedi bizleri. Alkışlar arasındaydı. Doğrusu birden korkmaya başladım; ilerlemiş yaşı, bundan ötürü dilinde sık sık meydana gelebilecek olası sürçmeler memnun etmeyebilirdi salondakileri. Yanımdaki dostumun kulağına eğilip, “yazık olacak Yaşar Kemal’e” diyecek oldum. Ne de olsa, sınıf atlamış kimselerin çocuklarından oluşuyordu dinleyicilerin çoğunluğu; hocaların tuzu kuru, okul ülkenin en zengin bir iki ailesinden birisinin okulu. Yalnız kalabilirdi salonda Yaşar Kemal, iyi ki ben oradaydım, yanımda dostlarım…

İnsanlığın karşı karşıya olduğu sorunlardan söz etti Yaşar Kemal, tüketim kültürünün yol açtığı doğa kırımlarından, insan kıyımlarından, kapitalizmin vahşetinden. Bu olup bitenlere karşı çıkılması gerektiğinden ve de. Kitabın, edebiyatın ve sanatın insanı değiştirip dönüştüreceğinden de söz etti. İnsanlığa mecbur olmaktan, insanlığa mecbur insanlardan: Orhan Kemal’den, Nazım Hikmet’ten, Che Guevera’dan… Salondakiler bir kültürler müzesi olan Anadolu’yu boydan boya dolaştı adeta; onun çok dilli, çok inançlı tarih denizlerinde serinledi; yaylalarını, ovalarını bezeyen bin bir renkli çiçeğin kokusuyla sarhoş oldu, bir hoş oldu.

Herkes nefesini tutmuş dinliyordu.

2006 Dünya Kupası maçlarından birisi tam o sıralarda oynanıyordu. Bu mutlaka biliniyordu fakat aldıran yoktu. Salonda hiçbir bozulma olmadan, herkes nefesini tutmuş Yaşar Kemal’i dinliyordu. Yaşar Kemal boşuna davet edilmemişti oraya. Onu çağırmak rastgele bir heves ve bir gösteriş değildi. Oradakilerin çoğu İnce Memed’i tanımış, Karıncanın Su İçtiği yeri görmüştü belli ki. Yaşar Kemal konuşmasını bitirmişti. Alkışlanıyordu, çok alkışlanıyordu…

Konferans sonrasında kokteyl vardı bahçede. Alabildiğine geniş, görkemli bir üniversite. Burada verilen eğitimin düzeyine ilişkin kimseye bir şey sormama gerek yoktu. Yaşar Kemal’le fotoğraf bile çekinmiştik. Mutluluğuma diyecek yoktu. Yirmisindeydim sanki, bu üniversiteyi burslu kazanmış, öğrencisi olmuştum. Yanımdaki dostuma söz ettim bu hayalimden . “Neden burslu?” dedi. Babam yoksul dedim. “Zengin birinin çocuğu olarak öğrenci olmanın hayalini kur, hazır hayal kurmuşken,” dedi. Gülüştük. Yaşanır bir çevre; daha adil, daha demokratik, daha insanca bir dünya, eskiden sadece işçi sınıfının bir sorunu gibi gelirdi bana. İzmit’e doğru yol alırken arlarında olduğum sevgili dostlarıma duyduğum minnetle birlikte böyle bir dünyanın aynı zamanda bir bilgi, bir bilinç ve bir vicdan işi olduğunu düşünüyor, gelişmiş insan düşleri kuruyordum kafamda.

Siz de fikrinizi söyleyin!