Kitaplar,  Şiir

Sfenks Çatlağı

Gece yarısı uyandım. Göğsümde uyumuş sözcükleri yastığa usulca bırakarak pencereye yaklaştım. Baktım perdenin ucuna bir yıldız ilişmiş, sakin bir biçimde Ay’ı seyrediyor. Dedim bu, imkânsıza koşarken Che’nin alnından düşmüş yıldız olabilir.

Düşle gerçeğin, gerçekle gerçeküstünün tam ortasındaymışım meğer.

Böyle hallerde bir daha uyku tutar mı beni! Genç bir şairin Sfenks Çatlağı şiirleriyle sabahladım. Ara bir dışarısı, dışarıdaki esrik esinti, avuç avuç gökyüzü ve sonra da doğan güneş eşlik etti bu sürece. Sevindim. Yalnız olmamak güzel şey dedim içimden!

Sfenks Çatlağı şiirlerden ağaçlara, sulara, yağmalanma korkusu geçiren kıyılara, uykusu kanayan çocuklara hangi dizeler okuyabilirim diye bir seçki yapmaya kalktım. Yaptım da kendimce… Kış girmeden çiçeklere, böceklere acaba hangilerinden yorgan dikilir diye akıl yürüttüm bir yandan da. Doğmamış olanlar için iyi niyetli öyküler taşıyabilecek dizeler varsa birkaçını bir tepeden, yahut bir kıyıdan geleceğe doğru nasıl salabilirim diye düşündüğüm sırada ise, gökyüzü; “ben ne güne duruyorum” dediğinde bu kez de aklım uçtu havalara.

Düşle gerçeğin, gerçekle gerçeküstünün tam ortasında kalışımın etkilerinden kurtulmak öyle kolay olmadı anlayacağınız. Che’nin alnından, imkânsıza koşarken düşürmüş olabileceğini sandığım yıldız, ülkelerini seven, kurdu kuşu seven, inanı seven, savaşlara, karanlığa karşı çıkan kim bilir kaç insanı ısıtacak sıcaklıktaydı… Perdenin ucuna ilişmiş görünce avucuma alasım gelmişti… Düşbazlık işte.

Bakın ne diyeceğim: Sizler için de dizeler seçtim Sfenks Çatlağı şiirlerden. Kuşlamayı gençlik yıllarımdan bilirim. Sizin bu dizelerden kuşlama yoluyla haberiniz olacak ancak. Bir keresinde bir kağıda “Sömürüsüz bir dünya mümkündür” diye yazmış, sonra kâğıdı uçak haline getirip bir evin balkonuna yollarken düş kurmaktan yoksun bir zabıta tarafından yakalanmış, yaptığım işin “kuşlama” olduğunu bir karakolda elektrik ve falaka eşliğinde öğrenmiştim… Diyeceğim, o zaman yarım kalan eylemimi bir şekilde tamamlayamaya çalışacağım sayenizde. Kuşlamalardan hangisi kimin eline geçerse balkona çıkıp “elma” diye bağırsın olmaz mı?

“doğdun mu ana karnından
karşında baba bir dünya
sokak içre devinen yaradır zaman” (S:54)

“…çocukken evler yapardık çamurdan
çarpmazdı deprem çarpmazdı rüzgar
derinlik bilmezdi duvarlar
düşlerine boyanırdı insanların”  (S:13)

“gezici kütüphaneler gelince köyümüze
kelebekler gibi konuverdik kitaplara
kaptım hemen beklediğim pinokyo’yu
ilk sayfasını sokakta okurken hesapladım
yüz yirmi kelimede yüzmüşüm bir dakikada” (S:15)

“düşler de zaman ister  doğurmaya” (S:66)

“kılıçlar kanlansın kralım
ölüm yüce değil yaşamdan” (S:27)

“korkmayın geçer, kalıcı değil acı, dedim
yuttum acımı başkası acılanmasın diye” (S:17)

“ucu bucağı nedir bu yaşadığımın
dilini bilmediğim ders tekrarı
mutluluk bir an gelir umuduyla
düşle tamamlıyorum boşlukları” (S:19)

“işçinin kanadığı yerden
ütopya başak mı verir
evrim incisi insan mı
arınır metafizikten” (S:30)

“… kurtuluş
oysa kurtuluş
ucunda soruların”   (S:44)

“…acemi avcısıydın sen de şu hayatın
nereye olta atsan boynundu çektiğin…” (S:87)

“öncesi yok sanki ömrünün
aşk ne ola ki
kendinden başlatır her şeyi…” (S:69)

Bu dizeler kuşlama yoluyla sizlere ulaşıp duyarlıklarınızda yerini alırken, şu anı-öykücük bir sürpriz yapıp kuşlamayla birlikte karşınıza çıkarsa şaşırıp deniz sanmayın sakın. Eskiden hayat daha adil miydi diye bir soru da takılmasın kafanıza. Geleceği özleyin yalnızca. Hep birlikte güzelleyebileceğimiz bir geleceği… Doğa kıyımının, insan kırımının yaşanmadığı bir geleceği… Ve bir de öyle bir geleceğe karnaval havasında nasıl gidilmeyeceğini…

Öykücük dediğim sıradan bir şey aslında. Toplanıp yığın haline getirilmiş buğdaylar harmana taşınırken, buğday başaklarının çok az bir kısmının tarlada kalmasına dikkat ederdi babam. “Kurdun kuşun hakkı” derdi. Meyvelerin yola doğru uzanmış dallarını da toplatmazdı benzer gerekçeyle.  “Gelen geçenin hakkı”  derdi. Bilmem, Che ile Che’nin alnındaki yıldızla, geleceği özlemekle, hele şiirle ne ilgisi varsa. Belki de kahrıma katlanmanızı istedim durup dururken.

Seçtiğim dizeler demiştim ya! Çok fazla aslında. Hepsini değil, ancak birkaçını size doğru kuşlamayı başarabildim. Çünkü kurdun kuşun hakkı da var seçtiğim dizeler arasında. Doğmamış olanların, yağmalanma korkusu geçiren kıyıların, ağaçların, kuşların; çiçeklerin böceklerin… Keşke sincapların öfkesine de birkaç dize ayırabilsem.  Sözü kesilmiş insanlara, dilsiz kentlere… Yanmış yakılmış kasabalara… Ve bir boşluğu yontar gibi okusam onlara doğru bir kısmını.

Her neyse! Bir iyilik daha yapabilirim size: Biliyorsunuz bir yangının üstünden 27 Temmuz geçti. Üşüdüm kentler yağmalandıkça /ateş aldıkça… dizeleri her 2 Temmuz’da gelir dilimin ucundaki yerini alır. Tam da bu nedenle genç şairin o günlere uzanan ve bu günlerimizi de içine alan bir saptamasıyla noktalayabilirim bu yazıyı. Bir iyilik dediğim bu! Sonra da bir tenhaya geçer kanarım gizli gizli. Aşktan, güzelden, umuttan yana değişsin diye dünya.

“…kara akrebi oldular zamanın, dağıldılar
coğrafyanın damarlarına kutsal kinleriyle
şair sözünü bile kurşuna dizdiler duvarda.” (S:48)

İzan Yayıncılık’tan çıkarak elimize  ulaşan Sfenks Çatlağı adlı kitabından dizelerini alıp sizlere sunduğum genç şair Hasan Çapik’e selam olsun. Uçurtması tellere, ayağı taşlara takılmasın.

Siz de fikrinizi söyleyin!