Güncel - Aktüalite,  Tartışma

Sezen Aksu’yu Linç ya da Kolay Olanı Seçmek

Onlar gibi değilim! Benim özgürlüğüm kaynağını, benim gibi düşünmeyenlerin de kendisini özgürce ifade etmesinden, başkalarının yaşamını ve doğa haklarını savunmaktan alır… Böyle olmasaydı bu yazı yazılmazdı.

***

Yeni bir dünya yeni insanlarla olanaklıdır ancak. Adil, eşitlikçi, demokratik ve özgürlükçü bir dünyadan söz ediyorum… Kendisine değişim engeli getirmiş olanlar ne böyle bir dünya için hayal kurabilirler ne de bu yönde herhangi bir çaba gösterebilirler. Alışkanlıklarıyla kendisini başka şeylerden uzak tutanlar yeni olandan çekinirler çünkü; başka olana, başka biçimlere ilgi duymazlar. Öte yandan bencillik, boş vermişlik ve tembellik de egemendir böylelerinin ruhlarında. Bir sürü değişik şeyi, bir sürü güzelliği görebilecekleri uzun bir yolu asla seçmezler bu yüzden. Zora gelmezler, herhangi bir şey üzerinde fazla düşünmezler, düşünemezler. Canları kendilerini yormayacak şeyler ister genellikle. Öylelerini yönlendiren daha çok alışkanlıkları ve önyargılarıdır. Ama mesele, insanın kendisine tam da bu noktada müdahale etmesinin gerekliliğini öne çıkarır. Kendisine bu müdahaleyi yapabilecek bir bilinç edinmeyenler sıradanlığa düşer, biricikliğini kaybeder. Giderek merak zayıflaması da kendini gösterir ki bu durum insanı insan olmaktan iyice düşürür. İnsanın bilinç ya da bilinç dışı bir şekilde kendisine kastetme hali böyle bir şeydir işte. Uzun lafın kısası bir kerelik yaşamı çarçur etmektir. Böyle birinden de kendisine, başkalarına, doğaya karşı bir sorumluluk beklemek yanlıştır. Yaşamanın, sorumluluk alma işi olduğu gerçeği işlerine gelmez. Uymaz böyle şeyler onlara.

Sol, sosyalist, demokrat, sosyal demokrat olduğunu iddia eden, toplum içinde bu etiketle dolaşan; yazan, çizen, TV’de program yapan, konuşan ama buna rağmen “olacağı buydu”, “yetmez ama evet derken düşünseydi” diyerek Sezen Aksu’nun dilinin kesilmesine onay veren kişilerin tam da bu kapsamda ele alınması gerekir. “Sezen’in de sezmeyenin de aynı tehdit altında olduğu” bir ortamda Yılmaz Özdil’in “Sezen Aksu” başlıklı yazısı bu bakımdan ibret vericidir. Saldırıya uğrayan bir kadın için “ama o da mini etek giymeseydi, o saate sokağa çıkmasaydı” demekle aynı kapıya çıkar. Baskı, zam, zulüm karşısında inim inim inleyen halka “AKP’ye oy vermeselerdi” demekle aynı yerde durur. Bir kere devrimci, demokrat, ilerici çağdaş bir insan, düşmanını bile AKP zihniyetinin hukuksuzluğuna teslim etmez, etmemeli… Solcu olmak, demokrat olmak bir vicdan işidir her şeyden önce. Amasız, fakatsız zarar görenin yanında yer almayı gerektirir. Adil olmayı gerektirir…
Özdil söz konusu yazısında AKP’nin yaptığı kötü şeyleri listeledikten sonra yazısını Sezen Aksu’nun “Yetmez ama Evet”çiliğine bağlayarak şöyle bitiriyor: “Ve şimdi ibretle görüyoruz ki… Canı gönülden destek verdiği zihniyet tarafından linç ediliyor! AKP gibi düşünmeyenleri ‘dini değerler’ üzerinden infaz ediyordu, şimdi AKP’ciler tarafından ‘dini değerleri aşağılamakla’ suçlanıyor. Diyanet bile aleyhinde açıklamalar yapıyor, suç duyurusu yağıyor. Oh olsun yazısı değildir bu, asla. Olacağı buydu yazısıdır! Türkiye avaz avaz çığlık atarken, inim inim inlerken… Akp’yi şakşaklayıp, hak ettiği karşılığı almayan görülmedi bugüne kadar! Maskeli balo illa ki sona eriyor. Binbir suratlıların, gerçek yüzleri illa ki ortaya çıkıyor. Ama bizlere, duygularımızdaki cam kırıkları kalıyor.” Özdil tarafından açıktan olmasa da Sezen Aksu için linç onayı çıkıyor anlayacağınız.

Özdil’e veya onun gibilere; sağcı Fransa Cumhurbaşkanı De Gaule’ün, Cezayir’le ilgili nefret uyandıran politikalarını eleştiren düşünür, felsefeci, yazar Sartre’a, Fransız muhafazakârlarından gelen tepki karşısında “Sartre Fransa’dır” diyerek arka çıkmasını anımsatmanın bir yararı olabilir mi, olmaz! “Yetmez ama Evet”çilere karşı verdiği mücadeleyi solculuk sanan, “Yetmez ama Evet” dediği için yazar Adalet Ağaoğlu’na ölümünün ardından Tele 1 yayınında “günahlarıyla gitti” diyebilen Merdan Yanardağ’a böyle bir şey anımsatılabilir mi peki! Asla!… Çünkü o, dil kesme meselesinde Cumhurbaşkanının ;“Ben Sezen Aksu’yu kastetmedim” açıklamasını yapar yapmaz Tele 1 ekranının altına “Sezen Aksu’ya af, Sedef Kabaş’a yargısız infaz!” manşeti yazdırmakla meşgul ve bu tutumuyla da “Sezen Aksu’nun dilini neden kesmiyorsunuz” dercesine öfkesini kusmakta…

Neylersin, Brecht’in dizeleri bir tespiti doğrulayarak acı bir tortu bırakıyor duyarlıklarımıza:

“… Oysa işte düşman her zamankinden daha kuvvetli.
Yenilmez gibi de görünür.
Biz de hatalar yaptık bu inkâr edilmez.
Sayımız yavaş yavaş azalmada.
Sloganlarımız orda burada dağınık.
Düşman sözcüklerimizin bir kısmını çarpıttı…”

Bu yazı, “Yetmez ama Evet” meselesinde taraf olma yazısı değil. Asla değil. Üzerinden 12 yıl geçmiş bir olaya taraf olmak ya da olmamak meselesinin çok üstünde bir şey. Ülkemizin bir sanatçısına yapılmak istenen lincin karşısında kimin yanında durulduğuyla ilgili. Kaldı ki Türkiye’de sol her şeyi doğru yapmış, bütün önderlikler doğru da bir “Yetmez ama Evet” meselesi mi yanlış? Bu mu yani? Sanki sol yenilgiler ve yanılgılar tarihi değil de her şey “Yetmez ama Evet”çiler yüzünden mi bu hale geldi? Öte yandan, “Yetmez ama Evet” oyu kullanan hiç kimse ortalığa düşüp “bu işin sonuçları iyi oldu” da demiyor.. Peki bu kıyım, kıyamet niye? Bu meseleyi ısıtıp ısıtıp piyasaya sürenlerin ve bunu bir husumet haline dönüştürenlerin ülkemizdeki olumsuz gelişmelerin faturasını “Yetmez ama Evet”çilere yıkmalarının akılla, izanla açıklanacak bir mantığı var mı Allah aşkına? Bu, başka bir niyet! Bu niyet, demokrasi güçleriyle bir arada toplanma, birlikte bir mücadele yolu açma niyeti taşımaz. Peki ne olabilir? İyimser bir yaklaşımla, bu toprakları her düşünceden, her kültürden ve her renkten bir çiçek tarlasına dönüştürecek hikayeleri olmayanların, böyle bir hikayeye ihtiyaç duymayanların ve bu hikayeye uygun mücadelede yan çizenlerin “çelik çekirdekli, içi kof” düşüncelerine uymayan herkesi düşman sayma politikaları olabilir olsa olsa. Haklarını da yememek lazım, çok derindirler; dünyaya kendi kuyularından bakacak kadar hem de.

Bir arkadaşımın; “Haramiler saltanatına karşı verilen mücadeleyi akmakta olan bir dereye benzetecek olursak, bu dereye farenin sidiğini dahi katmak zorundayız” dediğini hiç ama hiç unutamam. Toplumu yalnızca iktidar ve onun bağlaşıkları bölüp parçalamıyor. Demokrasi mücadelesini yalnızca AKP ve onun bağlaşıkları yolun dışına itmeye çalışmıyor. Böyle bir durum karşısında, mücadelelerini “Yetmez ama Evet”çilere karşı yöneltenler için, bunlar mücadelelerini AKP faşizmine yöneltselerdi, acaba AKP faşizmi buna dayanabilir miydi diye sorup gülesi geliyor insanın.

Her şey kötü değil bu ülkede, her şey kötü de gitmiyor. Adil, demokratik ve özgürlükçü bir dünya düşü kuranlar ve en zor zamanlarda bile bundan ödün vermeyip buna uygun davranış sergileyen insanlar, yani kolayı seçmeyenler de var. İyi ki var. Önyargılarına teslim olmayan sonsuz bir azınlık olsalar da var. Her şeye rağmen insan bitmez çünkü. Bakın, Sezen Aksu ve ona yönelik dil kesme meselesine yüz akı edebiyatçılarımızdan Feyza Hepçilingirler nasıl yaklaşıyor: İnsan kokusu alıyorsunuz her şeyden önce:

“Kurt ile kuzu hikâyesini bilirsiniz değil mi? Hani dere kıyısında suyun başında duran kurt, aşağıda kendi halinde su içmekte olan kuzuya “Suyumu bulandırıyorsun,” diye çatmış. Kuzu, “Sen yukarıdasın, ben aşağıdayım. Senin suyunu nasıl bulandırabilirim?” diye söylediğinin anlamsız olduğunu anlatmaya çalışmış. Oysa kurt, niyeti çoktan bozmuşmuş. “Yani, aslında ben seni yiyeceğim de bir bahane bulmaya çalışıyorum,” demiş ya, Sezen Aksu olayı da tıpkı böyle. Ne diyormuş şarkı? “Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e.” Yaratılan ilk insanlar olduğuna inanılmıyor mu Adem ile Havva’nın? Öyleyse bilgili olmaları beklenebilir mi? Elbette cahiller. Ne demek cahil? “Öğrenim görmemiş, okumamış; bilgisiz.” (TDK Türkçe Sözlük) Tersi mi iddia ediliyor? Nerede okumuş, hangi okulları bitirmiş, nereden diploma almış olabilir Adem ile Havva? Üstelik şarkı, küfretmiyor, kötü bir şey söylemiyor; selam söylüyor. “Allah”ın selamı” diye anılıyor hani, almamak günah ya, işte o selam. “Nezaket gösterisi, esenleme, merhaba” demekmiş selam. Öyle diyor TDK Türkçe Sözlük. ‘Kuzu da zayıf zaten. Verelim gitsin,’ deme zamanı değil. Önemli olan o kuzuyu kurda teslim etmemek. Yoksa kuzu ile kalmaz bu iş!”

Başta söylediğime dönüyorum: Yeni bir dünya yeni insanlarla olanaklıdır ancak.

Siz de fikrinizi söyleyin!