Biyografi,  Deneme,  Kurgu,  Sanat,  Toplum

Seyirciler

Aliye Rona‘nın abisi Avni Dilligil ile özdeşleşmiştir bu söz, “Tiyatroda Demokrasi Olmaz!” (Avni Dilligil, Nejat Uygur’dan Hulusi Kentmen’e kadar üstatlık yapmış büyük bir tiyatrocudur.) Güzel bir aileden gelen ve Beyoğlu Sanat Okulu’nda okuyan, taa 1930’larda amatörce tiyatroya başlayan, Avni Dilligil’in kardeşi Aliye Rona, yeteneğiyle çekirdekten sahnenin tozunu atıyordu.

O dönemlerde çok popüler olan “Küçük Hanım” filminin başrol oyuncusu Belgin Doruk gibi, birçok oyuncu güzellik yarışmalarıyla seçiliyordu. Aliye Rona, yarışmalara gidecek kadar kendini küçümseyemezdi, zaten meslek elinde göze çarpıyordu. Sanki, kaderin küstahlığı gibi canım Rona’ma hep kötü rol bahşettiler. Acaba, kaç kez istemediği rolde oynamıştı ya da kaç kez istediği rolde yer alamamıştı?..

Birçok kötü karakteri canlandıran oyuncularımızı iyi karakteri oynayan oyuncularımızdan çok daha başarılı buluyorum. Eskiden, ya kötü karakter olarak bilinirdi bir sanatçı ya da iyi; maalesef ortası yoktu! Bir kişi biraz değiştirmişti durumu, belki hatırlayamadığım başka oyuncular da vardı. (1980’ler öncesi, Çirkin Kral da baya filmlerde devrim yapmıştı çünkü.)

Şener Şen‘in girmediği kılık, olmadığı karakter belki kalmamıştır. Bir insan adeta o dönemlerde, oyunculuğun anlamını tanıtıyordu. “Şekerpare” filminde kötü karakteri İlyas Salman‘a bırakmamış, çünkü ilk intibaya göre Türk sineması Salman’a farklı kader çizebilirdi.

***

2 yaşında öksüz kalan Erol Taş‘a, hayat ne kadar nazik davrandı ki ona da sahneler gülsündü? Hamallıktan aklınıza gelebilecek en zor işlerde çalışarak, ekmek kavgasında alın teriyle çok zor geçiniyordu. O’nu hayat hunharca eziyordu. Bir gün bir kavgaya girmek zorunda kalmış, hayat gülecek diye sevinmişti. (Kim bilir bu adamın iki boksör müsabakasında Türkiye İkinciliğine kadar kazandığını.) Kavga ettiği kimseler film stüdyolarındanmış, teklif almış, kavgalı rollerden ve bildiğimiz Erol Taş’ın sinemadaki rolü belli olmuş. O da başarılı oyunculuğuyla ışıldadı tabi…

Eşinin erken kaybıyla hayatı daha da zorlaşmıştı, üç çocuğuna hem analık hem babalık etti. Bu büyük dev çalmadı, çırpmadı, ekmeğini sinemadan kazanırken üzerine, oynadığı rollerden dolayı yüzüne tükürülmüş, onu gören seyircilerden taşlar atılmış.

Cahil bakışımız o günlerde de üst seviyedeydi, ne gelse bu memlekete hep cehaletin karanlığından geldi. Cehalet tarihimiz bu memlekette hiç son bulmayacak gibi.

Herkes iyi oysa, mesele kötü olmakta! Bizleri aldatan perdenin ardını iyi göremedik. Perdeyi tanımadık, oysa her şeyi perde gizliyor. Oyunculuğunu iyi yapan karakterleri kötü tanıdığımız gibi, oyunculuğunu iyi yapmış kötü insanları da iyilik meleği sıfatına taşıdık. Onların oyundaki iyiliklerini sırtımızda taşıdık. (Misal, Hülya Koçyiğit.)

Tiyatroda, sinemada, sokakta, aslında ülkemizin hiçbir yerinde demokrasiyi göremiyorum. Demokrasi, hak edene gerekli saygıyı tanıyan bir sistem olmalıydı. Demokrasi, küçük insanların paralelliğinde gölgesini yansıtan ışık olmalıydı.

***

Aliye Rona’dan ve Erol Taş’tan bir tiyatro oyunu rica ettim, severek kabul ettiler.

Oyundan öte biyografik anlatımlarıyla ışıldasınlar istemiştim. Belki kendilerini anlatacakları oyun olduğu için kabul ettiler. Tüm biletler bir günde satıldı üstelik. Oyunun adı da çok güzel “Tiyatroda Demokrasi Olmaz!”  sahneye Aliye Rona ve Erol Taş çıktı. Perde açılır açılmaz, seyirci hakaretle bağırmaya başladı. Meğer insanlar, öfke patlaması için biletlere para harcamışlar, seyirciden bir gürültü çıkıyordu ki sormayın:

– Kötü İnsanlar… Sizi bitireceğiz… vs…

Gibi tehditkar ve hakaretler ile her kafadan farklı sesler yükseliyordu. Hepsi aynı kafayı yaşıyorlardı.

Sahnedeki büyükler durur mu, zaten kendilerini anlatarak oyun kurgulayacaklardı. Yönü seyirci değiştirdi. Biri 2 yaşından öksüz, Türkiye İkincisi Boksör, bileğine kadar hayatı dövüşte geçen; diğeri çilekeş, direnen, dik başlı, hakkını hukukunu arayan, kavgacı rollerinin hakkını fazlasıyla veren büyük bir cumhuriyet aşığı.

Önce Aliye Rona mikrofonu aldı:

– Gücünüz bize mi yetecek, elektriğinizi boş şeylere harcadığınız yetmedi mi! Bunca sanata emeğimle, felç kaldıktan sonra işkenceleriyle adı çıkan bir huzurevinde teneffüs ettim.
Ben çok büyük bir sanatçıyım, yarım asra yakın, bu ülkede sanata emektarlık ettim.
Tek istediğim bir rol vardı, Zübeyde Hanım’ın karakterini canlandırmak istiyordum.
Olmadı!
Hep kötü karakterler sunuldu.
Kötü karakterleri canlandırmam için yapımcılar peşimde koştu.
Bu ülke insanı Ata’sına, milli tarihine ne kadar düşkün oldu da Zübeyde Hanım filmlerde konu olacaktı.
Yapımcıların ipleriyle bugünlere sizler böyle kötü seyirci olarak yetiştirildiniz.
Sistem, Atatürk’ü 1938’den sonra hiç savunmadı! Ütopik bir hayaldi belki evet, lakin çok istedim ulu önderimizin annesini oynamayı. Belki tarihte en iyi Zübeyde Hanım’ı ben canlandırarak, çok başarılı sanatımı konuşturup, hakkımda farklı intiba bırakacaktım. Onu en iyi ben oynardım, ona hayrandım.
Sonuç… Birkaç yardımcı kadın rolü aldım ve en iyi kadın oyunculuk ödüllerini alanlardan çok daha iyiydim. Çünkü ben çekirdekten yetişme tiyatrocuydum ve hala benden daha iyi, kötü karakteri oynayan, benim gibi bu ülkede iz bırakan kimse yok.
Hak etmediklerimle birlikte yarım kaldı hayallerim…

Erol Taş, çok duygulandı. Bir yandan sahneden seyircinin karanlık yüzlerine, bir yandan Aliye Rona’nın dolmuş gözlerine bakarak; onu yakinen duygularla da hissediyordu. Bu güçlü kadını ilk kez böyle görüyordu. Aliye Rona da güçlü durmak için gözleri dolsa da hiç ağlamıyordu. Dik kadındı. Seyirci çok pervasızca hareket ediyordu, patlamış mısırdan tutun da ellerindeki kola kutularına kadar, ne bulsalar sahneye atıyorlardı. Kimi ayağa kalkmaya üşenmeden tükürmek için gidiyor, kimi sahneye çıkıp şiddet için yaklaşmaya çalışıyor ve güvenlik görevlileri zor zapt ediyordu. Ne Rona ne Taş sahneden inmeyi düşünür gibi durmuyorlardı. Dirayetlice perdenin arkasını anlatıyorlardı. Perdenin ardını seyirci bilmeliydi. Her zamanki gibi görevlerini kutsalca ve başarıyla sunmalılardı.

Erol Taş, bu hunharca tavırları rollerinden dolayı olduğunu düşünüyordu.

Seyircinin Atatürkçü düşünceye sahip olmamaları da ayrı eksiklikti, diye düşündü sonra.

Daha sonra, onların kötülüklerini nasıl onlara anlatacağını ve onların asıl kötü, kendilerinin asıl iyi olduğunu… düşündü. Bu ülkede sistem değişmeli artık, içinden dedi ve ayağa kalktı, gözleri bir yandan ablasına şefkatle bir bakış attıktan sonra Erol Taş mikrofonu eline aldı:

Siz hangi fedakarlıkta bundunuz ki halden anlayasınız ya da empati duygusuna dair ne öğrendiniz? Sanattan ne kadar öğrenebildiniz? Neden bu kadar cahil bırakılıyor bu millet hiç irdelediniz mi? Biz, ekmek parası ve sanat için önerilen kötü karakterleri oynadık, mesleğimizi icra ettik. Anlıyorum ki idolünüz olmuş karakterlerimiz, yapımcıların istediği film gerçeğe dönüşmüş. Hatta kahkahalarımın bile defalarca taklitleriyle, kaç kötülükte rol aldınız? Burada gerçekten kötü olanlar kimler bir düşünün! Benim gibi rol bitene kadar kötülük oynamıyorsunuz, kötü oyunlarınız ne zaman son bulur? Ben vurur gibi yaparım misal, boya dökülür yara varmışçasına. Sahne biter, boya silinir. Ya sizin vurduklarınız?
Birçok hatta, Rona’dan da şanslı olarak daha çok yardımcı (erkek) oyuncu ödülü aldım, ben de birçok aktörden daha iyi oynayarak, bir tane en iyi oyuncu ödülü alamadım belki. Fakat, bu günlere silinmez bir ad bıraktım. Hayatlarınızda iz bıraktım. Hala ölmedim bunca zulümden! Azmettim yaşamımda, çocuklarımı kimseye muhtaç etmedim.
Ne var ki az bilenin çok dinlendiği bu sistemde, sizlere çok cüretkar olabileceğiniz arenalar veriliyor. Eğlenmiş, mutlu olmuş, sporunuzu yapmanız için de ezebileceğiniz bizler gibi nice aydın insan var. Elbet bu sistem iyileşir, elbet yeniden ışık doğru kimselere tutulacak, elbet herkes hak ettiği yerlere ulaşacak.
Ben oynadığım rolleri kabul ettim, hem ihtiyaçtan hem oyunculuğu sevmiş olmamdan.
Peki siz?
Oyunlarımı oynarken, ne istemedikleri için örnek alırlar, ne yapmamaları gerekeni kötü karakterlerden öğrenirler sanmıştım, yanılmışım.
Siz; Kemal Sunal’ın da toplumsal mesajlarını anlamayıp, karakterlerindeki komik tavırları taklit ettiniz, bakıyorum hepiniz çok komiksiniz. Bugün, onun birçok filmi izlenmiyor. Yasak.
Siz sadece seyirci kalıyorsunuz.
Siz çoğu şeyi öğrenmeden kaybediyorsunuz.
Bu olay, benim sahnelerde yeni yetme aktörlerden yediğim yumruklardan daha ağır olsun size.

Erol Taş’ın yanına Aliye Rona gelir ve sarılırlar.  Seyirci sporunu yapmış, rahatlamış, dinlememiş ve izlememişçesine, düşünmeden kahkahayı basar, alkışlamadan! Taş ve Rona kendilerine saygılarından olsa gerek perde kapanmadan seyirciye tam eğilirken, o sırada Avni Dilligil de sürpriz yapar, meğer sahnede gizlice seyirdeymiş. Avni Dilligil son sözü söyler:

-Tiyatroda Demokrasi Olmaz!

Ve perde kapanır.

Not: Diyalogları ve oyunu gerçeğe uyar nitelikte ben kurguladım, fakat yazımdaki biyografik anlatılarım maalesef kurgulardan ibaret değil.

Kemalist İlkay

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!