Edebiyat,  Şiir

Ruşen Hakkı’yı Kaybetmek

(11 Yıl Önce Bu Yazımla Anmıştım Ruşen Hakkı’yı…)

Kocaeli’den ayrılıp Didim’e yerleştikten bir gün sonra Canan Cürgen aradı: “Ruşen Hakkı’yı kaybettik hocam!”

Yeni yurdumdayken gelen ilk telefondu bu. Eşyalar salonun ortasında darmadağınık. Kitaplar kolilerde… Daha burada ilk sabah kahvaltımı bile yapmadım. Balkona çıkıp gökyüzünü, çiçekleri ve çevreyi selamlamadım daha.

Canan Cürgen’in telefonunun ardından “şiir cebi”min delindiğini ve yüreğimdeki bütün şiirlerin bir belirsizliğe doğru boşaldığını hissettim. Ve de sözcüklerin ıssız ıssız kanadığını dilimde… Salondaki göç yığının, o dağınıklığın içinde bir süre kımıldamadan oturup kaldım. Bir boşluğa, bir hiçliğe ilişmiştim adeta. Demek Ruşen Hakkı, şiirimizin ağabeyi yok artık.

Toparlamaya çalıştım kendimi, ancak eve sığacak gibi değildim. Yalnızlığıma karışan; bir dostun, bir büyük şairin ölüm acısıyla sokağa attım kendimi. İzmit’e bir gün önce gece yarısı veda ederken, “çok acılar çektirdin / helal et” sözleri belli belirsiz geldi gitti dilimin ucuna; sonra her biri katılaşıp taş kesildi.

Yol boyu papatyalar, gelincikler, limon ve portakal çiçekleri… Anlatsam anlayamazlardı ki beni. Üstelik ben buraların yalnızı, buraların yabancısı, aşkın ve kuşların yalancısı… Bir süre sonra Ruşen Hakkı’nın o çok sevdiğim dizelerini yakaladım dudaklarımda: “Bahar gelmiş olmalı / adının önünde sekiyor kuş sesleri…” Ardından gözyaşlarıma yasak koydum ne yalan söyleyeyim. Çünkü insanlar bana evini, yurdunu, yuvasını kaybetmiş küçük bir çocukmuşum gibi bakıyordu.

Hoş buralara gelmeden önce biliyordum Ruşen Hakkı’yı kaybedeceğimizi. Gizli gizli vedalaşmıştım onunla son ziyaretim sırasında. Yakınlarıyla görüşebilmiştim. Beni hisseder mi diye sormuştum onlara. Bir tür kendimle de yüzleşmeydi bu. Hesaplaşmaydı kendimle, kentten ayrılırken…

Aynı günün akşamı yola çıktığımı, onu ertesi gün son yolculuğuna uğurladığımızı, daha sonraki günlerde Kocaeli Kitap Fuarı’nda konuşmacı olduğum sırada onunla ilgili üç beş laf ettiğimi, 12 Haziran’da oy kullanmak üzere İzmit’e döndüğümde taksi tutup mezarını ziyaret ettiğimi… Bütün bunlar şu an gözümün önünden geçen bir film şeridi. Ruşen Hakkı onuruna Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği tarafından ülke çapında Şiir Ödülü verilmesi, bunun birçok yıl sürmesi ve benim bunun öncüsü olmam hoş ve güzel bir anı sağnağı.

Ruşen Hakkı ile bağım şimdi başka türlü: Sürekli ve kalıcı bir bağ ama. Haftanın pazartesi günleri saat 09.00’da çalışma odamda buluşuyoruz onunla. On, on beş dakikalığına bile olsa iyi geliyor ikimize de. Ben daha çok onun şiirlerini okuyorum. Arada bir benim yazdıklarımı da. O bu işe hınzır hınzır gülüşlerini katıyor. Küfürlerini iliştiriyor kimi zaman. Anlayacağınız ikimiz de memnunuz halimizden.

Ruşen Hakkı, Kocaeli’nin “Şiir Çınarı” değildi yalnızca. Türk Şiiri’nin de önemli şairlerindendi. Yunus Nadi Şiir Ödülü ona boşuna verilmemişti. Sözcük katmanlarında dolaşmayı, sözcüklerden yepyeni dünyalar kurmayı beceren dil ustalarındandı Ruşen Hakkı. Yeryüzünün iyi insanlarını yüreklendirmekti işi gücü. O bir muhalifti aynı zamanda. Ölümünün ardından İzmit sokaklarını bir karşı devrim gibi düşünmem tam da bu yüzden.

Sahi nerdeyse unutacaktım: 14 Şubat 2012 günün akşamı Didim’de “Aşk Olsun Sana Çocuk” adlı oyunla Denizlerin Hayatı sahnelendi. Mücadeleleri görüntülendi. Elbette Can Yücel’i anmak da güzeldi ama Ruşen Hakkı’nın Denizler için yazdığı “Severken Karacaoğlan’dı / ipe giderken Pir Sultan” dizelerini Samsunlu tiyatrocularla paylaşmak da güzeldi benim için.

Onu ölümünün birinci yıl dönümünde “şiir cebi”mde eksik etmediğim şiirlerinden birisiyle, sevgi ve özlemle anıyorum.

Şiir içinde yatsın. 11.04.2012

Böylesi Hasretin

Kapıyı çaldım ses yok, içeri girdim
Seslendim usulca: nerelere saklandın?
Ve birden ürktüm sensizliğimden,
Uçup gitti pencereden aklım


Bırakıp gitmişsin öylece herşeyi,
Sevmediğin halde dağınıklığın her türlüsünü.
Divanda sıcaklığını, aynada yüzünü unutmuşsun,
Mutfağın bir köşesinde yanık Yemen türküsünü


Ve iyi ki unutmuşsun silmeyi gözlerinin izini,
Her odada kokun ve çok sevdiğim hüznün
Ve terliklerinin duruşu… ardından koşar gibi
Terli, soluk soluğa ve öylesine üzgün!


Hemen elimin altında divandaki sıcaklığın,
Diyorum: nereye gidebilir bir not bile bırakmadan!
Belki çarşıdasın, belki bir kahve içimi komşuda,
Huyundur, uzak yere gitmezsin çiçekleri sulamadan.


Sıkıldım su içtim, televizyonu açıp kapadım,
Aynadaki yüzünü öptüm, terliklerini düzelttim,
Avuçlarıma yaydım divandaki sıcaklığını,
Dedim: görülmemiş böylesi hasretin!


Oysa daha bu sabah uğurladın beni,
Dedin: erken gelirsen sinemaya gideriz
Belki dondurma yeriz sinema çıkışı
Parka uğrar ev kaçkını kedileri severiz


Birden sesi kapıda dönen anahtarın
Döndürüyor uçup giden aklımı yuvasına
Ve “seni seviyorum“ derken öptüğüm yanağın
Bir kırmızı gül gibi düşüyor avuçlarıma

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!