Kitaplar,  Tarih

Maria Suphi – Bir Direniş Öyküsü

Kenan Karabağ’ın kaleme aldığı “Maria Suphi – Bir Direniş Öyküsü” belgelere sadık kalınarak yazılmış tarihsel bir roman. Dönem romanı da denilebilir hatta yaklaşık son yüz elli sayfa sadece on gün ve bu on günün getirdikleri üzerine… Konu başlığı bilindik, ayrıntıları pek bilinmeyen Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’in karanlık sularında katledilmelerinin öyküsü.

İlk sayfada son günden gelen bir sahne okuru çarparken hemen ardından kendimizi Sovyet devriminin ilk günlerinde Kırım’da buluyoruz ve bir anda Mustafa Suphi ve Maria ile tanışıyoruz. Sonra sıkça ileri geri gidişlerle devrimin sancılı aylarına tanık oluyoruz. Gençliğimizin ilk yıllarında okuduğumuz propaganda romanlarında olduğu gibi devrimin güle oynaya gelmediğini fark ediyoruz. Özellikle Avrupa ülkelerinin ve Japonya’nın karşı devrim için ne çok çabaladıklarına tanık olmak ilgi çekici.

Geri dönüşlerde Mustafa Suphi’nin ilk yıllarında milliyetçi, Türkçü, ittihatçı olduğunu, sonra karşıt olup yazılar yazdığını ardından ceza alıp Sinop’a gönderildiğini okuyoruz. Sonra arkadaşlarıyla deniz yoluyla kaçarak Yalta’ya, oradan, Sivastapol’a gelişleri, sonrasında Maria ile birlikte Kerç’ten, Anapa ve Novorosiski yolculukları hep coğrafi gerçekliklere uygun. Romanı okurken izini sürmek de hoş oluyor. Ardından Moskova, Bakü yolculukları ve ünlü 1-8 Eylül 1920 Doğu Halkları Kurultayı önemli bölümlerden… TKP’nin kuruluşunun ardından romanın ana konusu olan Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılma amacıyla Mustafa Suphi, Maria Suphi ve arkadaşlarının yolculuğu başlıyor. Önce Kars, ardından Erzurum, Ardahan, Trabzon…

Son bölüme geçmeden Mustafa Suphi’nin çocukluğu ve gençliğini anlatırken yaşadığı dönemlerde Kudüs, Şam, Erzurum bölümlerin ayrı ayrı bir roman değerinde olduğunu belirteyim. Hele Erzurum’da geçen günleri ve çocukluk aşkı Garin, son yıllarına değin aklında yer etmiş ve yine başlı başına özel bir konu olmayı hak ediyor.

Gelelim Kars ve Trabzon arasında yaşanan olaylara… Tarihsel romanları, özellikle belgelere sadık kalınarak yazılanları irdelemek zordur. Tarihin mantığı yaşandığı dönem içinde anlamlıdır, yüz yıl önce yaşanan bir olayı bugünün bakışıyla yorumlamak her zaman doğru sonuca ulaştırmaz. Bu romanda ya da Mustafa Suphi olayında bakıldığında ulvi ve asil bir düşünce ile Anadolu’ya geçmeye çalışan Türk komünistlerinin niyetlerinden asla şüphe etmemek gerekirken o günlerden henüz kırk yıl önce Çar Rusyasının zulmünden beli bükülen, şehit veren Doğu Anadolu köylüsüne bunu anlatmak her halde kolay olmazdı. Onlar için devrim yapılmış olması pek bir anlam ifade etmiyordu, devrim öncesi de sonrası da hepsi “Moskof gavuru”ydu. Oysa Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en büyük destekçisi Lenin ve Sovyetler Birliği’ydi.

Hep söylenmiştir, romanda da yazılıyor. Mustafa Kemal Atatürk, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Ankara’ya gelmelerine izin vermiyor. Ancak izin vermemesinin sonrasındaki yazışmaların ne olduğu kesin olarak bilinmiyor. Romanda da kararı Kazım Karabekir’e bıraktığı söyleniyor. Elbette Kazım Karabekir de sonraki kararları tek başına almıyor, çevre illerin valileri, ileri gelenleri, komutanları da kararlarına ortak ediyor. En azından benim anladığım bu. Erzurum’dan başlayan tepkiler, Ardahan’da artarak sürüyor. Yukarıdan tepki gelmeyince de Trabzon’da son nokta konuyor. Ancak kışkırtmaların sürekli, “Dinsizler, imansızlar, Allah düşmanları, camilerimizi kaldıracaklar, karılarımızı, kızlarımızı alacaklar” sözlerinin öne çıkması bilindik kışkırtmaları anımsatıyor. Sonunda bildiğimiz katliam yaşanıyor. Üzerine basarak katliam diyorum, çünkü yaşananları başka türlü adlandırmak mümkün değil, saklamanın, gizlemenin de gereği yok.

Bu olay bugün olsa böyle mi gelişirdi bilemeyiz, yukarıda yazdık, tarihsel olaylar ait oldukları dönemlerin koşullarına göre değerlendirilir.

Ayrıca şunu da söyleyebilirim; Mustafa Kemal Anadolu’da kongrelerini tamamlamış, TBMM’yi kurmuş, ordusunu düzene sokmuş, cephelere asker sevk etmeye hazır hele gelmişken Mustafa Suphi ve arkadaşlarının, mücadeleye katılma konusunda yararlı olup olmayacakları da ayrı bir tartışma konusu olurdu.

Bir roman her zaman sadece roman değildir. Düşüncelerin de kapısını aralar, araştırmaya, incelemeye sevk eder. “Maria Suphi” de benim için öyle oldu. Romanın sonundaki kaynakça bölümü ne denli özenli çalışıldığının kanıtı, yazarı Kenan Karabağ’ı kutluyorum.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının anısı önünde saygıyla eğiliyorum. İyi ki Maria Suphi gibi bir devrimciyi yakından tanıdım, ilk yıllarını keyifle, son günlerini hüzünle okudum.

Siz de fikrinizi söyleyin!