Deneme,  Mizah,  Sosyoloji,  Tartışma,  Toplum

Kurbağaların Yükselişi

Adile, koşturarak geliyordu. Henüz oyundan çıkmış, bu hafta sonu için kendisine izin vermişti. Bir sürü sanatçı çıkacaktı sahneye müzik ile kendi kendine dinlenecek, ruhunu nağmelere bırakacaktı. Gazinonun ön masalarından birine oturdu. Elinde telefonuyla sosyal medyadaki takipçilerine yanıt vererek vakit geçirmeyi planlıyordu. Biraz vaktini telefonda geçirdi, gazino da yavaş yavaş doluyordu. Yan masaya Mahsun geldi oturdu, Mahsun’u görünce ve üzerine mahsunca bakışa dayanamayan Adile, “Hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye, niye yanıma oturmadın?” diyerek nazikçe davet etti. Adile’yi gören Mahsun “Adile ablam, bu ne güzel tesadüf.” dedi ve yanına oturdu, boynunu büktü, kahkülü öne gelsin diye kafasını öne doğru sallıyordu; kırmızı gömlek yakalarını aşağı doğru çekerken kaşları da çatıktı. Adile gülemiyordu da. Epeyce salon kalabalıktı ve Mahsun kalkıp Adile’nin yanına oturunca, boş kalan masaya İlber oturdu.

Adile ile sinema üzerine Mahsun sohbet ederken, bir anda gazinoda sessizlik oluştu. Herkes birbirine bakıyor, ben de ne oluyor anlamaya çalışıyordum. Nihal bu! Nerede o diyerek girdi içeri. İlber’i soruyormuş, birileri de onu gösterdi. Atsız, hızla İlber’e doğru yürüdü; omzuna dokundu ve İlber hemen ayağa kalktı. Atsız, tokalaşmadı. Masaya oturunca İlber de oturdu. Kulak misafiri olmak için Adile ile Mahsun’un yanında hayran gibi meraklı durup dinledim.

Atsız “Ben, yabancı kaynaklı hiçbir fikri benimsemeye tenezzül etmeyecek kadar milli şuur ve gurura malik bir Türküm. Siyasi, içtimai mezhebim Türkçülüktür. Duydum ki Talkan ve Curcan Katliamlarını reddediyormuşsun, etme! Atalarına ihanet etme! Yüzbinlerce ölen atalarını inkar etme! Okuduğun tarihin hakkını ver! Halkımıza asıl tarihi anlatın, birlik olup kültürlerinden olmasınlar! Sana yakışmaz hoca!” diyerek İlber’e de konuşma fırsatı vermeden, ayağa kalktı ve ardına bakmadan gitti. İlber de elindeki içkisini kafaya dikti, sessizce ‘cahil’ diye söylenip huzursuzlanarak gitti.

İlyas geldi o ara koluna girdiği Metin’le, ben de onları hemen boşalan masaya davet ettim. Gözleri görmediği için onu önce oturtarak yerleşti İlyas yanına. Oturmamızla birlikte sahneden bir bağırık “Allah Allah!” diye sesle askerliğini yapmış Bülent ablamız, sonunda sahnede görünüyordu. İlyas gülümsedi, “Allah’ı ağzından düşürmüyor, Allah’ın verdiği cinsiyeti de kabul görmüyor. Çelişkilerle dolu insanlarımız çok arttı.” dedi, ben de şarkıya kaptırmıştım kendimi, bir yandan kulağım da İlyas’taydı. Önce ‘İtirazım var’ şarkısını söyledi, sonra ‘Baharı bekleyen kumrular gibi’ şarkısıyla devam edip, yeni bir genç kocaya bakar gibiydi. Sahi, neydi o? İtiraz ediyor, Allah’la birlikte sahneye çıkıyor; daha sonra da Allah’ı unutur gibiydi. Her tarafı oynuyor, herkese de ukalaca azarlar yapıyordu. Allah için onun fikri neydi ki analiz edebileydim! Allah’ım şaştı. Allah’tan sahnesi bitti de sonunda, iki laf edebilecektim.

Fedon geldi! 12 kişilik tabağıyla. Fedon, şarkıya bir girdi; hemen birkaç kişi omuz omuza girip halay sekmeye başladı. Tabaklar da kırıldıkça kırılıyordu. Yazık garibim Çöpçüler Kralı Kemal geldi, o bir yandan süpürüp bir yandan Ayşen’e bakıyordu. ‘Aşığınım’ şarkısı çıkmadan süpürmüştü tüm kırıntıları. Müziği duydu ve hemen Ayşen’i dansa kaldırdı, bir yandan gazino patronu sert sert bakıyordu.

Adile ablamın yanına gittim, masaları birleştirirsek şu gariplerin de yüzü güler dedim. Masayı birleştirdik. Ortam bir an hızla ısındı, tahmin edebileceğiniz gibi değil. Herkes, kimliğini bıraktı bir tarafa. Herkes birbirine söz hakkı veriyor, birbirlerini can kulağıyla dinliyorlardı. Ne kadar ilginçti ki hepimiz farklı etnik kökenlere sahiptik. Etnik kökenlerimizi üstün bulmak yerine; hepimiz birbirine saygı duyuyor, hepimiz birbirimizden öğrenmeye çalışıyorduk. Tartışarak  ya da ötekileştirerek değil de kültür alışverişiyle insan kazanıp masada zenginleşiyorduk.

Sahneden inen masamıza buyuruyordu, Fedon da masamızdaydı. Gazino saatler ilerledikçe bir yandan boşalsa da birileri de hemen boşalan masaları dolduruyordu. En gözde masa bizimkisiydi, hem nezihtik, hem kızlı erkekli adaplıydık; masadan kopan kahkahalar havada uçuşuyordu. Etrafımızdaki insanlar gülümseyerek bakmaya başladılar, davet beklercesine.

Dario Moreno sahneye çıkmış, biz de mest olmuştuk. Oturduğumuz yerden ellerimizi birleştirip ritme ayak uyduruyor, göz göze bakışıp mutlu oluyorduk. Dario da sahneden indikten sonra, artık gazinoda toparlanma başlamıştı. Elimizden gelse sabahlardık; ama Adile ablamın uykusu gözlerinden akıyordu. Beraber onu evine bırakmayı düşündük ve daha sonra sohbet için deniz kıyısında bir yerde, güneşin doğuşunu izlemek için karar kıldık.

Ahlak bekçileri kapıdaydı, bizi dövmeye kalktı. Hemen, Adile ablamızla Ayşen’i darbe gelmesin diye korumaya çalışarak, onların etrafını çevreledik. Bülent çantasıyla kendini öyle korudu ki ona saldıran bekçiyi görmeliydiniz! Sayıları bir anda artıyordu, sanki birisi karşımızda ordu var deyip çağırmış gibiydi. Tüm gazinodan çıkanlara pusu kurmuş gibilerdi. Hepimiz dayak yememek için diğer sakinlerle de anlaşmadan bir arada toplandık.

Sonunda polisler de geldi! Şikayetimizle büyüyecek kavgayı da gözleriyle görünce olaya müdehale edip, götürdüler bizi emniyete. Bu defa ben öne çıktım ve “Biz sadece güzel bir gün geçirip, haftanın yorgunluğunu atmak için bir gazinoya gittik, sohbet edip, yediğimizi içtiğimizi ödeyip çıktık. Kapıda bizleri bekçiler bekliyordu, dayak yiyecek halimiz yoktu ya!” Desem de neler neler desek de dinlenmiyorduk! En medeni hakkımız konuşmak, üzerine konuşturulmuyor; göz dağı alıyorduk. Hepimizi suçlu buldular ve o sabahı kodeste geçirdik. Suç işlememize gerek yoktu, mutluyduk. Orada birlikte sohbet ederken, fark ettik ki evrenin tüm kanunları adeta bizi bir araya getirmişti. Atalarımız ne yapmıştı, kim kimi öldürmüştü, ya da kimin mezhebi, kimin ırkı kimin Allah’ı; orada mevzu bahis dahi değildi.

Suç işlemememiş, şiddeti hak etmemiştik. Şiddeti hak ettiğimize hangi sistem inandırırdı ki dayaktan sonra suçlu gibi evimize dönecektik. Gerekli davranışımızı koyduk ortaya. Haksızlık vardı, hak ve özgürlüğümüz için birleşmiştik. Birleşmeliydik! Yoksa, kaybederdik.

Birbirimizden güç aldık, birbirimizi kolladık; birbirimizi kardeşçe savunduk. Hepimiz kardeştik, bize bu öfke nedendi? Aynı vatanda yaşıyor olmamızla birlikte, atalarımızın kazandığı savaştan torunlardık! Kardeştik!

Engelli, Yoksul, Eşcinsel, Türk, Ermeni, Rum, Kürt, Yahudi, Alevi, Sünni hatta, Ateist (etnik kökenlerimize bakılmaksızın); hepimiz insanlık merkezinde birleştik. Sanki, zincirin ilk halkasıydık ve genişleyecektik…

Ben Edip, Yakup’un aslı! Hepimiz sıçramıştık, birlik olunmasaydı, ilk ben öne çıkıp konuştuğumdan yanardım; hepimiz ceza almadık! Dava açmayı da düşünüyoruz.

Hepimiz vergi ödeyen emektarlarız. Hakkımızı kazanmak ve ortak acımızdan kurtulmak için, asla vazgeçmeyeceğiz. Daha güzel yarınlarda çoğalarak birleşeceğiz. Farkındalık arttıkça başarırız, yoksa haşlanırız; diğerleri ile birlikte.

Kurbağalara bakmaya gidiyorum; onları iyice tanıyıp, daha çabuk sıcak sudan sıçrayalım diye.

Not: Bu yazı kurgu içerir, hiçbir olayın gerçek olaylarla ve gerçek kişilerle ilişkisi yoktur, karakterlerden ve yaşadığımız durumlardan uyarlama vardır.

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!