Deneme,  Edebiyat,  Psikoloji,  Sosyoloji,  Toplum

Koltuk Hastalığı

Kırmızı kravatını özenle bağladı ve gömleğinin yakalarından geçirerek, iki yakasını bir araya getirdi. Aynadan şöyle bir baktı kendine; beğendi aynadaki kendisini. Evinden arabasına doğru giderken ıslıkla ritim de tutturmuştu. Yoğun trafiği, hareketli şarkılar eşliğinde aştıktan sonra iş yerine varabildi. Göz ucuyla danışman görevlisinin selamını aldıktan sonra, kartını okutup gişelerden geçerek, kendisine yardımcı olan asansör görevlisine selam dahi vermeden 13. Kattaki ofisine çıktı.

Yüzünde ciddi bir tavır, bakışlarında derin bir keskinlik vardı. Oysa evden çıkarken yüzünde tebessüm, içinde de neşe hakimdi. Diğer şirket çalışanları onunla göz göze gelmekten çekiniyorlardı. Kimseye bakmadan, “Günaydın” temennilerini duymazdan gelerek kapısında “Genel Müdür” yazan odasından içeri girdi, “koltuğuna” oturdu, masasına kuruldu. Kapısı vuruldu, sabah kahvesi geldi. Eğer biraz daha geç getirilseydi; vay çaycının haline!

Müdür Cevat; ailesine karşı oldukça hoşgörülü, aile dostları tarafından sevilen, kibar bir insan. Yoksul hir aileden geliyordu. Yıllar önce deposunda çalıştığı bu şirketin şimdi Genel Müdürüydü. Büyük bir başarı elde etmişti. Gururluydu. Elde ettiği başarı çalıştığı yerde onu başka biri yapmış, kendinden alt mevkide olanları gözünde küçülttükçe küçültüyor, onlara hep tepeden bakıyordu.

Telefonu çaldı. Şirketin CEO’su onu odasına çağırdı. Hemen kalktı üstünü başını düzeltti, önünü ilikledi. Şirkete girerken ki halinden eser yoktu. Sanki, suç (!) işleyen öğrencinin müdürün odasına giderken ki hali vardı üzerinde. Kapıyı vurduktan sonra girdi içeri.

Boğazından zorla çıkan incecik bir sesle: “Buyurun Efendim” diyebildi.

Şirketin CEO’sunun karşısında süt dökmüş kedi gibi masumca duruyordu. CEO, önündeki evrakları inceliyordu. Müdür Cevat’a bir kez olsun başını kaldırıp bakmadı. Öylece ayakta bekliyordu Müdür Cevat. Bu durum çok defa yaşanmıştı. Odasına çağırıyor, bir süre yüzüne dahi bakmadan bekletiyordu. Müdür Cevat, Rahatsızdı bu durumdan. Ancak kendisi de diğer çalışanlara aynısını yapmaktan rahatsızlık duymuyordu.

Bir süre sonra başını kaldırdı CEO: “tamam gerek kalmadı çıkabilirsin” dedi.

Çıktı CEO’nun odasından. Kravatını eliyle gevşetti, düzeltti. Odasına gitti, öfkeliydi; ancak açığa vurmamaya çalışıyordu. Önünde dün kendisine sunulan rapor duruyordu. Raporu hazırlayan çalışanı odasına çağırdı. Çalışan büyük bir saygıyla odasına girdi:

“Buyurun Efendim” dedi.

Müdür Cevat birden bağırmaya, azarlamaya başladı. Nihayet yorulunca: “derhal bu raporu götür, daha düzenli şekilde getir” diyerek bağırmasını bitirdi.

Oysa daha raporu incelemeye fırsatı dahi olmamıştı. Ama rahatlamıştı, CEO’nun kendisinde oluşturduğu huzursuzluktan kurtulmuştu. Telefonu çaldı arayan eşiydi. Kibar ve nazikçe konuştu eşiyle; az önceki kaba, barbar halinden eser kalmamıştı, tam da olması gerektiği gibiydi.

Peki neden kendinden üstlere başka, kendinden altlara başka, ailesine başka davranıyordu?

Müdür Cevat, farkında değildi koltuk hastalığına yakalandığının. Evet yanlış duymadınız “koltuk hastalığı”…

Canım hemen Google’dan “koltuk hastalığını” aramayın. Bu öyle pek sinsi, pek gizli bir hastalık ki kimse farkında değil. Daha bilinmiyor…

Bu öyle bir hastalık ki; karşısında kendinde alt mevkide kim olursa olsun, ona sahipmiş gibi davranır. Ona her türlü hakareti, tepkiyi gösterme hakkına sahip olduğunu düşünür.

Bu öyle bir hastalık ki; empati duygusunu alır götürür. Yerine; gurur, kibir, kendini beğenmişlik gibi duygular eker.

O koltuğa oturup, bu hastalığa yakalanan, bir daha o koltuktan kalkmamak için herşeyi yapar, herşeyi göze alır. Tıpkı Frodo’nun yüzüğü gibi…

Siz de fikrinizi söyleyin!