Düşünceler Tarihi,  Felsefe,  Kategorisiz,  Mitoloji,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Hermes ve Düșünce Tarihine Bașlangıç

Terzi Hermes ve Düşünce Tarihine Başlangıç

Yaşadığı evreni ve bu evrende kendi yerini anlamaya yönelen Homo Sapiens’in serüveni Terzi Hermes’le başlar. Musevilikten, İslam’a, Zerdüştlükten, Budacılığa kadar bütün dinsel anlatımlarda vardır. Nur düşüncesinden, Enel Hak düşüncesine, Platon’dan Hegel’e kadar uzanır. Değişik dönem ve bölgelerde, birçok kaynakta Hermes’ten bahsedilir. MÖ 3000 yıllarına dayandığı bilinen Mısır Ölüler Kitabında, Tanrısal sırların sahibi olduğu ve Tanrılar döneminde yaşadığı anlatılır. Tanrılar dönemi, Göbekli Tepe bağlantısı araştırılmaya değer derecede mümkündür.
Tanrıbilimcilere göre, Hermes, Enok, Hanuk, Hermes’ül Heramise ya da İdris aynı kişidir. Mısır’da Tanrı Toth (Tut) da kendisidir. Platon bilimi ve yazıyı bulan kişi diyor ona. İskenderiye’li Asklepios, ondan Hermes Trimegistes diye bahseder. Tanrı, Kral ve bilge olarak ‘üç kere büyük’ anlamına geliyor.

Hermes Mısır dilinde ‘hrm’ şeklinde yazılıyor, ‘hiram’ olarak okunabiliyor, bu da nurlanmış anlamına geliyor. Bu nedenle, Terzi Hermes, bir kişiyi değil kuşaktan kuşağa bir öğretiyi taşıyan din ya da bilim insanlarına verilen isimdir, demek de mümkündür.

İslam kaynaklarında İdris Peygamber olarak geçiyor. ‘İdris’ terzi anlamındadır ve terziliği insanlığa o öğretmiştir. Tufanı ilk o haber vermiş, Tıp biliminden de ilk o bahsetmiştir. Bir tapınak yaparak Tanrı’ya ibadet eden ilk insan da İdris, yani Hermes’tir.

Hermes ve Düşüncesi

Kutsal Işık (OZİRİS) göktedir ama, aynı zamanda her insanın da kalbindedir. Kalpteki Kutsal Işık, gökteki Kutsal Işığı tanırsa, o kalp Kutsal Işığa karışır ve ERMİŞ olur. Platon’dan Aristo’ya, Ortaçağ’dan Immanuel Kant’a kadar, Transendantal (aşkın,içte başlayıp dışa uzanan) İdealizm, bu temel düşünceye dayanır. Bu düşünce bilimi insan aklına, insan aklını da Tanrısal akla bağlayarak düşüncede ve araştırmada derinliğe engel olmuştur. Oysa bilimsel verilerin yetersizliği bilinemeyenlerden korku nedeniyle Terzi Hermes’in bilebildiği kadarıyla yapmış olduğu tanımlardı.

Bu düşünce ile Anadolu’da da karşılaşıyoruz. Yunus Emre şöyle ifade ediyor;

Kimi yeyip kimi içer
Hep melekler rahmet saçar
İdris Nebi hulle biçer
Biçer Allah deyu deyu

Hakka aşık olan kişi
Akar gözlerinin yaşı
PÜR NUR OLUR İÇİ DIŞI
Gezer Allah deyu deyu.

Bu düşünce, Nurculukta da var, Hallac ı Mansur’da da, hatta ‘Her ne ararsan kendinde ara, Kudüs’te, Mekke’de Hac’da değildir’ derken Hacı Bektaş Veli’de bile aynı düşüncenin izleri vardır.

Diğer Ezoterik öğretiler gibi Hermetik Öğreti de kuşaktan kuşağa, seçilmiş kişiler tarafından kulaktan kulağa aktarılmıştır. Çünkü, her akıl büyük gerçekleri kavrayamaz..

Mutlak gerçeğin peşinde gidecek istekli, bir tapınağa sokularak sınavlara alınır. Girişte, İsis Heykeli vardır ve yüzü kapalıdır. Kaidede şöyle yazar; “yüzümdeki örtüyü hiçbir ölümlü kaldıramadı.” Yani Kutsal Işık sınırsızdır, insan ise yaşarken zaman ve mekan ile sınırlıdır, ancak öldükten sonra sınırsız olup İsis’in yüzünü görebilir, çünkü sınırsızlık sınırlılık içinde kavranamaz demek istemektedir. Burada ölüm, maddi dünyadan koparak Kutsal Işığa varmaktır. Keza, “yukarıda ne varsa aşağıda da o vardır.”

Tanrılar ölümsüz insanlar, insanlar da ölümlü tanrılardır.

Hermes’in büyük sırrını öğrenebilmek için aşılması gereken sınavlar pek çetindir. Aklı ve iradesi güçsüz olan istekliler, ya yolun dönülebilecek parçasından geriye dönerler, ya korkudan çıldırırlar, ya da bin bir korkunç görüntü karşısında yürekleri durur; bir uçuruma yuvarlanır, ölür giderler. Sınavı başarıyla geçiren pek az kişi vardır. İstekliyi önce, İzis tapınağına götürürler. Tapınak, yeraltı mezarlarına giden deliklerle ve türlü tehlikelerle doludur. İstekli, buna katlanmayı göze alırsa, tapınak hizmetçilerinin yanında kalmak, ortalığı süpürmek, bulaşık yıkamak, ayak yollarını temizlemek zorundadır (kendilerini hor gören ve hor gördüren Kynikler ile Melamileri hatırlayınız). Bütün bu işleri yaparken tek söz söylemek, konuşmak yasaktır. Bu sınavdan geçen istekli, isteğinde direniyorsa, küçük bir deliğin içinden karanlık bir labirente bırakılır. Kapı, üstüne, gürültüyle kapatılır. İstekli, dizleri ve dirsekleri üstünde sürüne sürüne, çamurlu ve yılanlı dehlizlerde uzun uzun dolaşacaktır. Ara sıra küçücük odalara yolu düşerek ayağa kalkabilecek, bu küçük odalarda, çeşitli iskeletlere, hayvanlara ve yılanlara rastlayacaktır. Sonra, gene küçük deliklerden karanlık yollara girerek, sürüne sürüne ilerleyecektir. Bu küçük odalarda, kimi zaman, sessiz bir rahibe rastlayacak, rahip ona, geriye dönmek isteyip istemediğini soracaktır. Sırrı öğrenmek için direniyorsa, gene kaderiyle baş başa kalarak, karanlık yollarda sürünmeye devam edecektir.

Derinlerden kulağına, şöyle seslenen çığlıklar gelecektir: Bilim ve güç isteyen deliler,burada gebermişlerdir… Artık geriye dönülemez yollara girmiş bulunmaktadır, kimse karşısına çıkıp geriye dönmek isteyip istemediğini sormayacaktır, buradan kurtulmak için ölmekten başka bir şey yapılamaz. Soğuk, karanlık, yılanlar, akrepler, korkunç çığlıklar, açlık, susuzluk; sürünmekten paralanmış dizler, kanayan avuçlar… İstekli, ya da artık çaresiz, dizlerinin gittikçe gömülerek ayaklarının yükseldiğini, çok dik bir yokuştan aşağıya doğru sürüklenmekte olduğunu hissetmektedir. Güçlükle sürüklendiği bu yolun sonunda da, korkunç bir uçurumla karşılaşacaktır. Tutunabilir de düşmekten kurtulursa, çıldırması işten bile değildir. Çıldırmayacak kadar güçlüyse, çevresine bakınabilir ve süründüğü dehlizin sol ucunda küçük bir kurtuluş kapısı bulunduğunu görebilir. Uçuruma yuvarlanmadan o kurtuluş kapısına sıçrayabilirse, uzun bir merdiveni tırmanarak masallardaki gibi renk renk döşenmiş bir odaya varacaktır. Odanın duvarlarında yirmi iki sırrı belirten nakış semboller, harfler ve sayılar vardır. Burası, Oziris’in Işıklı Tapınağı’dır. Burada insan, gerçeği belirtmek ve tüzeyi gerçekleştirmek için tanrısal güçle birleşir. İsteklinin çilesi henüz başlamıştır ve daha pek uzun yıllar sürecektir. Geçireceği sayısız sınavlar arasında ateş sınavı, su sınavı, şehvet sınavı vardır. Bunların her biri, yukarıda anlattıklarımızdan da ürkütücü ve yorucu sınavlardır. Ateş sınavı, cehennem ateşi gibi yanan kızgın bir fırından cesaretle geçmeyi gerektirmektedir. Gerçekte bu fırın, isteklinin cesaretini denemek için hazırlanmış yapma bir fırındır. Şehvet sınavı, kimileri için belki de çok daha güç bir sınavdır. İstekli günlerce aç ve susuz karanlık dehlizlerde dolaştıktan sonra, çeşitli renklerle döşenmiş bir yatak odasına varacak, orada bir şehvet müziği dinleyerek, kendisine içki ve yiyecek sunan çıplak ve genç bir güzelle karşılaşacaktır. Güzel kız, ona bugüne kadar çektiklerinin karşılığı olarak, kendisini ve elindekileri sunacaktır. Eğer bu genç kıza kanar da açlığın, susuzluğun ve şehvetin gücüne boyun eğerse, o güne kadar çektiği bütün çileler boşuna harcanmış olacaktır. O zaman, artık ömrü boyunca tapınakta tutsak olarak hizmetçilik etmek zorundadır, kaçmaya çalışırsa hemen öldürülür. İstekli, bu sınavların her birinin sonunda, tek başına taş bir odaya kapatılarak, aylarca kendi kendine düşünmeye bırakılmaktadır. Böylelikle, hamur gibi yoğrulan insan yapısı, gittikçe tanrısal bir yapıya evrilir. Son sınav, mezar sınavıdır. İstekli, diri diri ve özel bir törenle bir mezara gömülür. Oysa artık, dünyalılığından hemen, hiçbir şey kalmamış, mezara pek yaraşan bir yapıdır. Mezarda, tam bir letarjiye (hareketsiz ve bilinçsiz uyku hali) düşerek, kendi ruhuyla karşılaşır. Uzun yıllar sonunda elde ettiği bu sonuç, onu büyük sırra, gereği gibi hazırlamıştır. Mezardan çıktıktan sonra, kendine gelince, büyük rahiple birlikte, Mısır’ın sıcak, sessiz ve derin bir gecesinde, tapınağın rasathanesine çıkacak ve orada yedi kat göğün yedi yıldızını seyrederek, büyük rahibin ağzından Hermes’in sırrını öğrenecektir. İsteklinin geçirdiği sınav, tek ruhtan kopan sayısız ruhların yeryüzünde geçirmekte oldukları sınavın küçük bir örneğidir.

Hermes’e göre, insanca ölümlü olmak da tanrıca ölümsüz olmak da elimizde… Ancak, Hiyerofan denilen baş rahibin yeni ermişine söylediği gibi, her akıl bu gerçeği kavrayamaz…

Büyük sırrı gönlümüzde saklayarak eylemlerimizle söyleyelim. Bilim gücümüz, inanç kılıcımız, sükut kalkanımız olsun. Ufaklıklar ki büyük çoğunluktur, ya aptal ya da kötüdürler. Aptalsalar, bu gerçek karşısında akıllarını büsbütün yitirirler. Kötüyseler, bu gerçeği kötüye kullanarak büsbütün kötülük ederler. Gerçeği gizlemekten başka çıkar bir yol yoktur.

Bilmek, bulmak, susmak gerek.

Hermes’in Diyalektiği

Bilim tarihi açısından Hermes’in önemi, evreni diyalektik bir bakışla anlamaya çalışmasıdır.

Eşyanın dışı içi gibidir, iç ile dış arasında fark yoktur, küçük büyük gibidir, küçük ile büyük arasında fark yoktur. Tek bir yasa ve o yasanın gördüğü tek bir iş vardır. Bu sözleri anlayan gerçeği de kavrayabilir. Herşey birbirine karşıt ama birbirine bağlı da olan ikili (dualizm) bir düzen üzerine kuruludur. Her tez kendi karşıtını (antitez) içinde taşır. Bu savaştan da senteze ulaşılır. Hermetik düşünce, karşıtlardan tamamlayıcılığa geçişe dayanır. Maddi ve ölümlü insan bir tezdir ve kendi antitezi olan Kutsal Işık onun içindedir. Maddi dünyadan Kutsal ışığa ulaşmış insan Hermes (ERMİŞ) ise sentezdir. Yunus’un “pür nur olur içi dışı” dediği de budur.
Bu formül Herakleitos’tan Hegel’e kadar gündemde kalmıştır. Tez, antitez ve sentez bağlamında evreni tanımlama çabası tarihin her döneminde görülmüştür. Marx ve Engels’e kadar formül idea (fikir), Kutsal Ruh, Kutsal Işık, töz vb manevi unsurlara dayandırılıyordu. Feuerbach, Marx, Engels’in Felsefi Tespitleri, Einstein’ın Genel Bağlantılılık Kuramı ile desteklenince, karşıtların birliği, Diyalektik Materyalizm olarak yoluna devam ediyor.

Kaynaklar:

1) Düşünce Tarihi—O.Hançerlioğlu
2) Hermes ve Hermetizm—Berk Yüksel (Milliyet Blog)

Siz de fikrinizi söyleyin!