Sanat Tarihi,  Tarih,  Toplum

Haydarpaşa Garı…

“Trenin kalkmasına daha 0n dakika var. Vagonlardan uzatmış başlarını yolcular bakıyorlar arkada kalacak olanlara. Tez geliniz diyorlar gözleri dolanlara… Haydarpaşa Garı’nda nöbet bekliyor gurbet, gurbet ölüm gibidir: Herkese gelir nöbet! Genç bir köylü şaşırmış, vagonunu arıyor, bir yüzbaşı göğsünde karısını sarıyor, muhbirler bir mebusun çevirmiş etrafını. Kadınlar paylaşıyor vagonların rafını. Bir hoca yolculara bakıyor alık alık… Birden bir deniz gibi çalkalandı kalabalık. Kıvrak, şen bir kahkaha bir ok gibi sivrildi, bir anda bütün başlar o tarafa çevrildi: Üç hanım, bir genç kızın etrafını almışlar.” (Nazım Hikmet, Dağların Havası, 1925)

Anadolu’ya beşik misali atalarımızın ve bizim anılarımızda başkadır Haydarpaşa Garı. Atatürk’ün İngiliz askerleri bu garda görünce Kurtuluş Savaşı’na karar verdiği bilinir ve bu gar hepimiz için kutsaldır. Tarihimize saygı duyulması ümidiyle… Sizlere küçük bir tarihçe ile bilgimizi tazelemek niyetindeyim.

Haydar Paşa, III. Selim’in sadrazamıydı. Yaşıtlarına göre daha olgun, zeki ve başarılı olan Haydar Paşa, padişahın kısa sürede dikkatini çekmeyi başardı. Haliç’te bulunan ilk Türk Tersanesi’nin kuruluşunda büyük roller oynayan Haydar Paşa, artık Osmanlı’nın inşaat ve yapı gibi işlerinde her zaman bilirkişi ve karar mercii olma özelliği kazandı. Tüm emekleri ve başarısı nedeniyle, II. Abdülhamit tarafından yaptırılan gara onun adı verildi.

Kadıköy rıhtımda bulunan Haydarpaşa Garı, devrin Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit döneminde, 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmıştır. İki Alman mimar ve 1500 İtalyan taş ustasının iki yıllık çalışması sonucu 19 Mayıs 1908 yılında hizmete açılmıştır.

Padişah III. Selim, kendi adını taşıyan Selimiye Kışlası’nın yapımında çok emeği geçen Haydarpaşa’ya jest olarak bu binanın bulunduğu semte ve civarına Haydarpaşa denmesine karar vermiştir.

Binanın inşaatını, Anadolu Bağdat adlı Alman şirketi yapmıştır. Ayrıca bir Alman’ın teşebbüsü ile garın önüne mendirek inşa edilerek Anadolu’dan gelecek veya Anadolu’ya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma işlevi için tesisler yapılmıştır. Ayrıca, Anadolu’dan gelen ve Anadolu’ya gidecek ticari eşyaları saklamak için silolar inşa edilmiştir.

Yolculuk eden insanların İstanbul ve o muhteşem manzara ile ilk tanıştığı yer olan gar binası Klâsik bir Alman mimarisidir. Bina her biri 21 metre uzunluğunda olan 1.100 ahşap kazık üzerine inşa edilmiştir.(Not: Bu ahşap kazıklar, Dolmabahçe Sarayı’nın altına da çakılan, Afrika’dan getirilen Pelesenk ağacındandır. Tuzlu veya normal sudan hiç etkilenmeyen, aksine suyu emdikçe daha da sertleşip çürümeyen bir ağaçtır.) Bu kazıklar 1900’lü yılların başındaki teknoloji ile buharlı şahmerdan ile çakılmıştır.

Gar binasının arkasında bulunan büyük arazide arkeolojik kazılar yapılıyor. 5 metre derinliğe kadar inildi. Bulunan en önemli objeler, Milattan önce V. yüzyıla tarihlenen Khalkedon sikkeleridir. Milattan önce II. yüzyıla tarihlenen mezar anıtlar bulundu. Bu güne kadar bulunan eserler, 50.000 civarında kasalar içinde restore edilmeyi bekliyor.

Romalılar (Bizans) Sultanahmet’e geldiklerinde etrafı araştırırken, Kadıköy’ü fark ediyorlar. Orada evler ve insanlar varmış. Sultanahmet’e bakıyorlar, Sultanahmet daha güzel ve yaşamağa daha elverişli. Karşı kıyıdakilere Khalkedon -körler ülkesi- ismini veriyorlar. Karşıdaki halkın bu yakaya yerleşmediklerine şaşırıyorlar.

Tarihçesi çok geniş olmakla birlikte çok da incitildiği zamanları oldu, tarihçesindeki yangını ve o incitilmiş zamanları iletmedim. Ne yazılsa az gelir, iyisi mi dizeler tamamlasın bu yazıyı. Haydarpaşa’nın sizler için çektiğim fotoğraflarımı da yazıma iliştirdim. Haydarpaşa hasret misali ayrı bir duygu yaşatıyor. Tüm güzelliğiyle hala denizi kıskandırıyor.

“Çantalarımızı sürükleyerek Haydarpaşa Garı’nın çıkışlarından birine doğru yürüdük. Filmlerdeki göçmenlerin hemen önünde durup şehre şaşkın şaşkın baktıkları, geniş merdivenleri olan çıkış değildi bu. Taksi duraklarına doğ­ru inen, iki yanında ıvır zıvır satan dükkanların sıralandığı daha küçük bir merdivendi. Bir iki basamak indikten sonra durdum. Manzaraya baktım: Tam karşımda, vapurların yanaştığı iskeleyi gördüm. İskelenin biraz önünden baş­layan dalgakıran dümdüz ilerleyerek, bulundu­ğumuz burna kadar geliyordu. Denize doğru alçalıp sonra yeniden yükselen martılar vardı. Çevrede beklediğim kadar büyük bir kalabalık yoktu ama…” (Tuna Kiremitçi, Git Kendini Çok Sevdirmeden, 2002)

“Ben, Haydarpaşa’yı tren seslerinden hatırlarım. Bu ilk hatırlayış, belki de Gar’ı görmeden ya­şandı. Çünkü, dedemlerin Şifa’daki evlerinde, arka balkona çıktığımda, o zamanın, bundan elli yıl öncesinin tenha ve handiyse kırlık İstanbul’unda, tren sesleri Haydarpaşa’dan Şifa’ya kadar yankırdururdu… Sonra, hangi tarihteyse, Haydarpaşa Garı’nı gördüm. Çocukluğumun peyzajları arasında bu yapının çok ayrı bir yeri var. Hem görkemliydi, hem sarsıcı, hem de ayrılıklar kuşanmıştı. Gelen trenler kavuşturuyordu ama, kavuşmalar yüreğime su serpmezdi. Çünkü ayrılanlar, vedalaşmalar hep üzer, acıtıcılıklarıyla bellekte saltanat kurardı.” (Selim İleri, Haydarpaşa Garı’na Elveda, 2006)

“Ver elini gurbet türküsü… Ve burası Kadıköy iskelesi, ve burası Haydarpaşa Garı, Haydarpaşa’ya siyah, sağlam, durmuş oturmuş, çirkin taşlarına kar yağıyor. Kadıköy’ün denizine kar yağıyor. İnsanlar üst üste, insanlar biribirlerine abanmış, vapurdan çıkıp vapura biniyorlar. Paltolarına, gocuklarına, kürklerine sarılmışlar. Trenden inip trene biniyorlar. Kadıköy İskelesi, Haydarpaşa Garı binbir ayak. İnsanların üstüne kar yağıyor. Saat sabahın yedisi. Ve güzelim İstanbul bilcümle sivri minareleriyle kar altında. İstanbul üşümüş, İstanbul büzüşmüş soğuktan. İstanbul ellerini koynuna sokmuş. Ve Kadıköy İskelesi’nin denizinde bir sıra kayık ve kayıkların içinde kayıkçılar. Omuzlarında İstanbul’un karı. Kadıköyden Haydarpaşa’ya götürmek için yolcu bekliyorlar.” (Yaşar Kemal, Ölümden Kaçan Adam (Peri Bacaları, Bu Diyar Baştan Başa 3), 1957)

Siz de fikrinizi söyleyin!