Güncel - Aktüalite,  Siyaset,  Tartışma,  Toplum

Zülfü Livaneli’ye Mektuplar

Zülfü Livaneli’nin CHP eski genel başkanı Deniz Baykal’a yönelttiği ağır eleştirileri ve Baykal’ın yanıtını TV kanallarında, sosyal medyada izlemektesiniz.

Gazetelerde ve sosyal medya sitelerinde aynı konuda yazılanları okumaktasınız.

Konuyu ayrıntılarıyla değerlendiren akademisyen Suay Karaman’ın “Azim ve Karar Sitesi”ndeki “Soldan Beslemeler” başlıklı yazısını da okumanızı öneririm.

Ben, Livaneli’ye yaklaşık 21 yıl önce mektuplar gönderdim.

Bu mektupları Antalya yerel gazetesi Yeni İleri’deki “Sorguluyorum” başlıklı, haftada iki kez yazdığım köşemde yayınladım.

İşte şimdi, Livaneli’ye bundan 21 yıl önce, 12.12.2000 tarihinde yazmış olduğum ilk mektubu, güncelliği nedeniyle, aşağıda bilgi ve görüşlerinize sunuyorum.

Saygılarımla,

Yılmaz Dikbaş
16 Temmuz 2021, Cuma
0532 233 31 52

BİR AYDIN DALKAVUK

Zülfü Livaneli, 1994 Yerel Seçimlerinde SHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayı idi. Eski bir solcu olarak biliniyordu.

Seçim kampanyasına başladığı daha ilk haftada şu duyuruda bulundu:

“Seçilirsem, tüm partilere eşit uzaklıkta olacağım!”

Bu söylemin demokrat olmakla hiçbir ilgisi yoktu. Livaneli herkese şirin görünmeye çalışıyor, halk dalkavukluğu yapıyordu.

Aynı dönemde ben de SHP’nin Antalya, Muratpaşa Belediye Başkan adayıydım.

Livaneli’ye bir mektup gönderdim:

“Siz, SHP adayısınız. Seçildiğinizde SHP ile diğer partileri aynı kefeye koyamazsınız! Eğer seçilirseniz ekibinizi SHP’lilerden kurmak zorundasınız !
Tüm partilere eşit uzaklıkta bulunacaksanız, seçimlere bağımsız aday olarak giriniz!
Lütfen ‘cici çocuk’ rolü yapmayı bırakınız! Böyle densiz bir tavrın ne Amerikan ne de Avrupa siyasetinde yeri vardır!”

Livaneli mektubuma cevap vermedi.

Şirin görünmeye çalıştığı sağcı kesim Livaneli’nin üzerine çullandı! İyice hırpalanan Livaneli, hafif bir kalp krizi geçirip hastanelik oldu ve sonuçta seçimleri kaybetti.

Siyasetin tadını alan Livaneli, SHP genel başkanlığına oynamaya başladı. Sabah gazetesindeki köşesinden Deniz Baykal’a çok ağır şekilde saldırıyor, hakarete varan yazılar yazıyordu. Ama baktı ki, Hizipçi Baykal’ı sırf yazı yazarak devirmek mümkün değil. Livaneli hemen rota değiştirdi ve on binlerin toplandığı konserinde mikrofonu Hizipçi Baykal’ın eline vererek Deniz’in dalkavukluğuna soyundu!

Yine Livaneli’ye mektup yolladım:

“Lütfen tutarlı olunuz! Kısa süre öncesine kadar kendisine yağmur gibi hakaretler yağdırdığınız kişiye şimdi dalkavukluk yapmayınız! Solcular kaypak olmaz! Kaypaklığınızı barışçıl bir kişinin tavrıymış gibi gösterme çabalarınızı kimse yutmuyor!”

Livaneli mektubuma cevap vermedi.

Hizipçi Baykal dalkavukluğunu sürdürdü ve karşılık olarak Parti Meclisi’nde yer kaptı!

Livaneli, neden ve nasıl bilinmez, T.C. Devleti tarafından ödüllendirildi ve UNESCO’ya (Uluslararası Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) Türkiye temsilcisi olarak , büyükelçi unvanıyla atandı. Dünya barış ve güvenliğine katkıda bulunmak için uluslararası eğitim, bilim ve kültür işbirlikleri sağlayacak, 168 ülkenin üyesi olduğu bu kuruluştan, Ekim 1999’da pis kokular çıkmaya başladı! Avrupa basını UNESCO’da yolsuzluklar, usulsüzlükler, hortumlamalar olduğunu ve türlü dolapların döndüğünü yazıyordu. Livaneli ise, Sabah’taki köşesinde bu konuya hiç mi hiç dokunmuyordu!

Livaneli’ye yine mektup yolladım:

“Saydamlıktan yana gözüken bir yazar olarak, UNESCO’dan çıkan pis kokular hakkında halkımızı bilgilendirmenizi bekliyorum. Bin türlü üçkâğıdın döndüğü bir kurumda sizin gibi üstün kültürlü, yüksek ahlâklı bir aydının işi ne?”

Livaneli mektubuma cevap vermedi.

UNESCO’nun dalkavukluğunu yapmayı sürdürdü.

Türkiye’nin en çok satan gazetelerinde yazı yazan bazı köşe yazarlarının ayda 50 bin dolardan fazla ücret aldıkları sıkça yazılıp söylenmekteydi. İngiltere’de bile ünlü köşe yazarlarının böylesine yüksek ücretler almadığını araştırıp öğrendim. Bizimkilerin böyle astronomik ücretler aldığından emin olmak için, medya patronları Dinç Bilgin ve Aydın Doğan’a mektuplar göndererek bilgi rica ettim. Yanıtlamadılar! Dilinden ve kaleminden saydamlık, demokrasi ve açıklık sözcüklerini hiç eksik etmeyen Livaneli’ye yazıp sordum:

“Siz, Çetin Altan, Cengiz Çandar ve diğer aydınlarımız ayda kaç para alıyorsunuz? Ödemeler hangi döviz türü üzerinden yapılıyor? İşçilerin, memurların ve şirketlerin kazançları hep belli. Sizinkini de öğrenebilir miyiz?”

Livaneli mektubuma cevap vermedi.

Yüksek ücret ödeyen medya patronlarının dalkavukluğuna devam etti.

Livaneli Aşka gelmiş, Sabah’taki köşesinden haykırıyordu:

“Avrupa Birliği’ne karşı çıkanlar demokrat değildir!”

Yine oturdum, Livaneli’ye bir mektup yazdım: İsviçre ve Norveç’in AB üyesi olmadığını hatırlattım! Üye olan ülkelerde bile halkın büyük bir kısmının AB’ye karşı olduğunu , yapılmış kamuoyu yoklama sonuçlarını tek tek vererek açıkladım. İngiltere’de muhalefet partisinin AB’ye karşı olduğunu bildirdim. Çok sayıda saygın İngiliz siyasetçisinin AB’ye katılmayı, Ulusal Egemenliği teslimle eş anlamlı gördüğünü isimler vererek anlattım. “Lütfen Avrupa Birliği dalkavukluğu yapmayı bırakınız!” dedim.

Livaneli mektubuma cevap vermedi.

Irkçı Avrupa’nın başkentlerinde yabancı dostlarıyla yediği yemekleri, ballandıra ballandıra anlatan yazılarına ve Avrupa Birliği dalkavukluğuna devam etti.

Bir buçuk yıl önce TV’lerde gümbür gümbür bir reklam başladı: “Sabah artık 50 bin lira!” (YD: Günümüzün parasıyla 50 kuruş). O sırada Hürriyet, Milliyet ve Sabah 150 bin lira, Cumhuriyet ise 250 bin lira idi.
Hemen Sabah gazetesi köşe yazarı Livaneli’ye bir mektup gönderdim:

“Sabah’ın yaptığına damping denilir! Amerika ve tüm Avrupa’da damping yasa dışıdır! Bu gözü kara, yasa dışı damping karşısında Cumhuriyet ve Anadolu gazeteleri nasıl tutunacaklar? Siz köşenizde haktan, haklıdan yana olduğunuz izlenimleri veren yazılar yazdınız! Patronunuz Dinç Bilgin’e karşı isyan etme zamanınız gelmiştir! Aydın bir yazar olarak, yasa dışı damping yapan bir gazetede artık yazı yazmamalısınız!”

Livaneli mektubuma cevap vermedi.

Patronu Dinç Bilgin’e dalkavukluğunu sürdürdü.

Sabah’ın dampingi , haksız rekabetle baş edemeyen gazeteleri perişan etti. Ve gün geldi, Dinç Bilgin’in Sabah’ı 50 bin liraya indirirken ne haltlar karıştırmış olduğu ortaya çıktı. Dinç Bilgin, Sabah’ı zararına satıp diğer gazeteleri yıkıma sürüklerken, devletten aldığı ETİBANK’ı hortumluyormuş! Bu öykünün ayrıntılarını artık herkes biliyor…

Livaneli’ye son mektubumu, köşesinde verdiği elektronik posta adresine postaladım:

“Banka hortumlayan bir patronun gazetesinde yazı yazmak nasıl bir duygu, lütfen açıklayın da hepimiz öğrenelim!”

Livaneli, daha önce olduğu gibi bana cevap yazmadı, ama benim gibi aynı düşünceler içinde olanlara toptan bir cevap yazdı!

1 Aralık 2000 tarihli “Dinç Bilgin” başlıklı yazısında Livaneli özetle şunları söylüyordu:

“Sabah, bana hayatımda ilk kez yardım etmiş bir basın kuruluşudur. Üzücü gelişmeler, ülke koşullarının Dinç Bey’i çok zorlaması sonucu ortaya çıkmıştır. Dinç Bey, soylu bir kişidir.”

Banka içi boşaltan soyguncuya “soylu” diyen Livaneli’ye ne denilir?

Dinç Bilgin’in banka hortumlamasını bile ülke koşullarına bağlayıp hoş göstermeye çalışan Livaneli’ye nasıl bir unvan vermemiz gerekir?

Sizlerle, medyamızın “Aydın Dalkavuğu” Livaneli’yi tanıştırıyorum…

Yılmaz Dikbaş
Antalya, Yeni İleri
12 Aralık 2000

Siz de fikrinizi söyleyin!