Kategorisiz,  Kurgu,  Sosyoloji,  Tartışma,  Toplum

Uzayda geçen Rüyalarım (4)

Yalnız özgürlük

Ben sık sık uzayda geçen rüyalar görüyorum. Büyük bir Uzay gemisinin kaptanıyım. Görevimiz keşif. Yeni yıldızlar, gezegenler uygarlıklar ve galaksiler. Uzay gezilerimizde uygulamamız gereken temel komutlar: Eğer uzayda yeni uygarlıklarla karşılaşırsak, onların iç düzenlerine karışmamız yasak. Uygar toplumlar henüz uzay çağına gelmemiş ise iletişim kurmak yasak, sadece gözetlemek izinli. Uzay çağına ulaşmış toplumlarla ise iletişim ve tanışmamız şart.

Bugünkü rüyamda gemide kaptan kamarasında, yatağımda uyuyordum. Uykumda bir ses duyar gibi oldum ve gözlerimi açtım ve odamda tanımadığım bir varlığın olduğunu fark ettim. Tam yerimden kalkmaya çalışırken üzerime doğru bir alet tutuldu ve kamaram bir salise güneş doğmuş gibi aydın oldu. Gözlerimi bir refleks ile kapattım. Tekrar açtığımda bir gezegendeydim. Ormanlık arazideydim, böcek ve hayvan sesleri duyabiliyordum. Üzerimde ne bir silah ne teknik araç, sadece pijamam vardı. Ayağımda ayakkabı bile yoktu. Gemiye haber verme imkânım da yoktu. Hava aydındı, gökte bulutlar yoktu ve çok sıcaktı.

Bulunduğum yer bir bakir ormanın ortasıydı. Çevremde bazı hayvan sesleri ve yaprakların kıpırtısını duyuyordum. Herhangi bir insan veya medeniyet belirtisi göremedim. 300 – 400 metre mesafede bir göl ve dere olduğunu gördüm. Her taraf ağaçlarla, çalılarla ve çiçeklerle kaplıydı. Kendimi adeta Afrika’da veya Amazon ormanlarında hissettim. Göle doğru yürüdüm. Göle akan derenin ve gölün suyu tertemiz ve berraktı. Rahat nefes alabiliyordum. Burnuma gelen kokular, dünyadaki herhangi bir orman kokusundan farklı değildi. Bu beni biraz rahatlattı ve hiç çekinmeden ayağımı derenin suyuna uzattım. Su buz gibiydi ve hem serinletti hem kendime gelmeme faydalı oldu. Balıklar ve ıstakozlar gördüm. Düşünmeye başladım:

Gemiye haber verme imkânım yoktu. Herhangi bir yiyeceğim, barınacak yerim, silahım veya bıçağım yoktu. Ayaklarımı koruyacak ayakkabım da yoktu. Bunların hepsi için bir çare bulmam gerekiyordu. Önce kendime yiyecek bir şeyler bulmalıydım.

Çevreyi keşfetmek amacı ile yürümeye başladım. Arazi düzdü bu işimi kolaylaştırdı. Gölün kıyısından yürüyerek etrafı gözden geçirdim.

Bir yandan etrafı gözden geçirirken, aklımda beklenmedik bir düşünce ve his belirdi: Çocukluğumdan beri bu kadar özgürce doğanın içinde gezmemiştim, birden içim ısındı ve kendi kendime gülümsemeye başladım. Bu bir mutluluk gülümsemesi idi. Çocukken arkadaşlarla beraber çevredeki kırlarda ve bahçelerde ağaçlara tırmanırdık, bulduğumuz meyvelerden karnımız ağrıyana kadar yerdik. Koşar tepinirdik yorulana kadar. Şaşırdım, zihnim benimle oynuyor muydu? Bulunduğum olağanüstü ortamdan kaygılanmak yerine içimde mutluluk hissi oluşuyordu. “Kendine gel!” diyerek kendimi sesli azarladım.

Orada yerden yüksek uyuyabileceğim bir ağaç keşfettim. Dereye geri döndüm ve suyun dibinden birkaç tane hem sağlamından hem kırılmışından, avucum büyüklüğünde taşlar çıkardım. Kırık taşlardan bir tanesi balta veya keser gibi kullanıma uygundu. Onu diğer taşlara sürterek kenarlarını bilemeye çalıştım ve başardım. Hemen göl kenarında sazlık kamışlarda denedim ve onları rahatça kesebildim. İnce dallardan ve sazlık kamışlardan sepet tarzında iki kafes ördüm. Birini nehrin içine diğerini de gölün suyuna bıraktım. Sepetleri sudan çıkarmak için birkaç saat beklemem gerekiyordu.

Tekrar sazlık ve ince dallar kestim ve onlarla bir hamak tarzında bir yatak yaptım ve daha önce gördüğüm ağaca tırmandım. İki kalınca dalın arasına “yatağımı” yerleştirdim. Bütün bu işlem tahminime göre 4 – 5 saat sürdü. Zira güneş yerini değiştirmişti ve alçalmaya başlamıştı.

Ağaçtan indikten sonra, ateş yakmaya uygun kuru dal ve ot aramaya başladım. Çevrede birkaç tane fırtına veya şimşeklerden darbe görmüş ağaçlara rastladım, taşıyabildiğim kadar dal, odun, kuru yaprak ve ot topladım ve gölün kenarına döndüm. Yaklaşık yarım saat uğraştıktan sonra nihayet bir ateş yakabildim. Suya bıraktığım sepetleri çıkardım ve gerçekten içlerinde 3 balık ve 2 irice kerevet vardı. Ne şans.

Artık akşam da olsa, günün ilk yemeği hazırdı. Balıkları ateşte kızarttıktan sonra karnımı doyurdum, dereden suyumu içtim ve uyuyacağım ağaca gittim uzandım. Büyük bir keyif ve rahatlık hissediyordum. Sanki kendimi tamamen içine düştüğüm duruma teslim etmiştim, hiçbir korkum kaygım yoktu. Gemidekiler er veya geç benim yokluğumu fark edecekler ve arayacaklardı. Ben ise şu anda sınırsız özgürlük yaşıyordum. İstediğim zaman istediğimi yapabilirdim veya yapmayabilirdim. Bu duygular içinde uyumuşum.

Sabah, oldukça yüksek sesli bir kuş korosu ile uyandım. Göle girdim, serin suda biraz yüzdüm ve kedime geldim. Dün akşamki topladığım dallardan 3 tane mızrak yapmıştım. Ne olur, ne olmaz. Kendimi sağlama almalıydım.

Yürümeye başladım gölün etrafında. Belki meyve, sebze bulabilirim veya bir insana rastlarım. Öyle bir haz ve rahatlıkla yürüyorum ki ben bile şaşırdım. Kimseye ve kimseden sorumlu değilim. Karışan yok, karışacağım yok. Gerçek özgürlüğü buldum galiba, düşüncesi kafama yerleşti. Beni kısıtlayan tek şey, bedenimin ihtiyaçları ve doğanın şartlarıydı. Bunların haricinde her şeye hür irademle karar verebilirdim. Ne mutlu bana.

Acaba zihnim olumlu düşüncelere sarılıp moralimi yüksek tutmaya mı çalışıyor? Düşüncesi sivrildi aklımda.

Günler bu şekilde, herhangi bir tehlike yaşamadan, geçti. Buraya geleli iki hafta olmuştu. Gün akımından ve içimdeki biyolojik saate uyumlu olmasından dolayı bulunduğum yerin Dünya olduğu kanısına varmıştım. Ancak hangi zaman ve konumda olduğumu daha çıkaramamıştım. Bu sürede hiçbir insana veya yerleşim yerine rastlamadım. Bolca tanımadığım tehlikeli görünen hayvan türleri gördüm. Gölün kenarına taşlar dizerek büyük harflerle S.O.S. yazdım. Belki gemidekiler burayı uzaydan tararsa, beni bulurlar umuduyla.

Günler geçtikçe, başlangıçtaki özgürlük hissi eridi. Tek başına olunca, özgürlük diyecek bir şey olmadığını veya olsa da bir değeri kalmadığını anladım. Beni kısıtlayan, düzenleyen kişi, kurum veya topluluk olmadığı zaman, özgürlük veya özerklik ihtiyacım ve arayışımın tükendiğini fark ettim. Gemideki insanları özlemeye başlamıştım artık. Çünkü kendimle sesli sohbet ediyordum, kimsesizlikten. Bilmiyorum normal miydi bu.

Bu gece de yine ağaçtaki yatağıma uzandım ve yorgunluktan hemen uyudum. Gece uykumda yine bir ses üzerine gözümü açtım, yine ışınlandım ve kendimi gemideki yatağımda buldum.

Ben bu rüyamdan uyandığımda, dışardan cıvıl cıvıl kuş sesleri geliyordu. Televizyon ve oda ışığı açık uyuya kalmışım. Televizyonda Tom Hanks’in “Cast Away” filmi oynuyordu.

*****

Sevgili okurlar, tamamen yalnız olmak, özgürlük veya özerklik midir? Yoksa özgürlük kelimesi bu durumda anlamsız mı kalıyor? Sosyal ve yerleşik yaşama başlamadan evvel, acaba özgürlük diye bir ihtiyacımız var mıydı? Zaten uzun zamandır ortalıktan kaybolmayı düşünüyorum, belki sizin de görüşünüzü aldıktan sonra karar vermem kolaylaşır.

Hepimize özgür ve sağlıklı bir yaşam dilerim.

 

Nizamettin Karadaş

 

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!