Deneme,  Kategorisiz,  Sosyoloji,  Tartışma,  Toplum

Topluma Değil Kendi Keyfime Bekârım

“Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir.”

Hayatınızda “iyiliğiniz için” kişisel alışkanlıklarınızı – ve/veya – düşünme şeklinizi  – ve/veya – yaşam tarzınızı vs. ısrarla değiştirmenizi isteyen birileri var mı? Bu davranış karşısında ne hissediyorsunuz? Şahsen ben çok kısa bir süre tahammül edebiliyorum ve ne kadar yakınım olursa olsun bu davranışını devam ettirmemesi konusunda yapanı uyarıyorum. Karşıdakinin rızasına hilafına iyilik eziyettir. Bu eziyetin en sık karşılaşılan biçimlerinden biri de insanların kendileri için faydalı bir dünya görüşünü veya davranışı karşılarındaki insanlara ısrarla benimsetmeye çalışmasıdır.

Bu girişi neden yaptığım ise şurada görülebilir: http://xn--gndemarivi-9db80j.com/gundemarsivi.com/bekarlik-dibi-kara-bir-tenceredir/

Bir insan evlidir ve evliliğinden mutludur, evliliğin güzelliklerini över ve evliliği tavsiye ederse bununla bir sorunum olmaz. Ama bu yazı bunu yapmıyor!

Bir insan bekâr kalmanın insan ruhunda yaratabileceği(ni düşündüğü) rahatsızlıklardan bahseder ve çare (!) olarak evliliği önerirse onunla belki tartışabiliriz. Ama bu yazı bunu da yapmıyor!

Bu yazıda benim tek okuyabildiğim: biraz üslupla baharatlandırılmış şekilde; bekârların, insanoğlu topluluklar oluşturmaya başladığından bu yana maruz kaldıkları, aslında tek bir cümleyi çevirip çevirip tekrar söylüyor:

“Sizden hoşlanmıyoruz! Sizler sorunlu bireylersiniz.”

Daha geniş kaynaklardan beslenen ve kullanacağım kaynaklara tekniğine uygun atıfları verebildiğim bir yazı yazabilmek isterdim, ancak şu anda çalıştığım iş sebebiyle kitaplarımdan bir hayli uzaktayım. Şu halde ancak bir çırpıda hatırlayabildiğim bilgi ve fikirlerden, hatırlayabildiğim kişi veya kaynaklara sadece isimleriyle atıf yaparak yazabileceğim. Verdiğim bilgilerin kaynağını yanlış hatırlıyor bile olabilirim. Şimdiden özür dilerim. Ancak ileri sürdüklerimin sağlamlığına inancım tamdır.

İnsanlar topluluk oluşturmaya başladığından beri bekârların hoş karşılanmadığından bahsettik. Bunun neden böyle olduğu hala psikoloji, sosyoloji ve antropoloji ışığında tam olarak yanıtlanmış değil. Ancak biraz olsun önümüzü görmemizi sağlayacak bazı donelere sahibiz gibi görünüyor.

Evlilik kurumunun, günümüzde hayli romantize sunumunun aksine, kökenlerinde gayet materyalist işlevleri olduğunu görüyoruz:

  • Yabancı grupları birleştirerek ittifaklar oluşturmak [1]
  • Grubun neslinin devamını sağlamak ve çocuk bakımı [2]

Bu iki temel işlevinin yanında kimin kiminle cinsel ilişkiye girdiğinin daha büyük kesinlikle bilinmesi ile dünyaya gelen çocukların meşruiyetinin sağlanması gibi yan işlevlere de sahiptir. Hatta bu iki işlev aslında o kadar önemlidir ki, bekârlara duyulan antipatinin kaynaklarından biri olmaya adaydır. Mekanizma basittir: Toplum gayrimeşru çocuk istemez –> bekârların cinsel faaliyetleri gayrimeşru çocuklar üretir –> toplum bekârları sevmez. Bekârlık sadece bekâr bireylerin değil fakat topluluğun sorunudur (?). Ve sorunlar çözülmelidir (!). Haliyle topluluk soruna el atar…

Burada ufak bir parantez açmak istiyorum: eğer burada sadece “Bakın evliliğin kökeninde işlevi şudur ve budur. O halde evliliğe atfettiğiniz olumlu vasıflar evlilikte yoktur.” deyip bırakmak cevap vermek olmaz. Nitekim evlilik savunucularının iddiaları günümüz evlilik kurumuna dairdir. O halde bu iddialara köken eksenli bir cevap verilecekse, o kökenin günümüzde devam eden etkilerine dair veriler ve emareler sunulması gerekir. Ben de bunu yapmak niyetindeyim. Evliliğin kökenine bakarken başladığımız ve bir önceki paragrafın son cümlesinde kestiğimiz hikaye geçmişte kaldı diye düşünüyorsanız maalesef yanılıyorsunuz. Öncelikle ilk okuduğumda kahkaha attığım bir haber: https://timesofindia.indiatimes.com/city/kozhikode/cops-plan-survey-to-help-keralas-unmarried-men/articleshow/67461554.cms?utm_source=contentofinterest&utm_medium=text&utm_campaign=cppst&fbclid=iwar2ovtaoqdi1zqjjxft6syfolwnnk0w5bmawv7lxdz16gk-ry9dajnqgjpa
Özetle, 2019 yılında Hindistan’ın Kannur şehrinde 9000 polis, şehirde yaşayan bekâr erkekleri tespit etmek, neden bekâr olduklarına dair araştırma yürütmek ve sorunlarına çözüm üretmekle görevlendiriliyor. Hindistan, gençlere evlilik baskısının bizdekinden bile yoğun olduğu bir ülke. Bu olay özelinde ise bekâr erkeklerin evlenmesi sağlanarak kentteki suç oranının düşürülmesi hedefleniyor. Garip olan nokta şu ki; kentteki suç oranı yüksekliğinin sebebinin kısıtlı eğitim olanakları kaynaklı olduğu tespit edilmiş olduğu halde, evliliğin bu sorunu çözebileceği umuluyor. Cehalet mi? Evet! Pekiyi, orası Hindistan. Ya biz? https://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/hayirli-bir-es-bulamazsaniz-bize-basvurun-967040/
Ahmet Davutoğlu’nun başbakan (AKP’de) olduğu zamanlarda eş vaadinde bulunuyor. “… Şimdi işiniz, maaşınız var, aşınız var. Ne kaldı? Eş kaldı eş… Eş lazım dediğinizde önce annenize, babanıza gideceksiniz inşallah onlar size hayırlı bir eş bulacak. Bulamazsa bize başvuracaksınız.” Bir parti teşkilatı vasıtasıyla da evlenilebiliyor olması günümüz romantik evlilik anlayışıyla ne kadar uyumludur bunun değerlendirmesini kendi anlayışınızla öznel olarak yapmaya davet ediyorum. Ben ise burada bekârlığın günümüzde ve ülkemizde  – hâlâ – devletin el atmak zorunda hissedebileceği kadar bir “topluluk sorunu” olarak görüldüğü tespitini yapacağım. Aslında zaten böyle olmasaydı, insanlar ve kurumlar bekârlar üzerinde kendisine cevap yazdığım yazıya benzer şeyler söyleyebilme hakkını kendilerinde bulmazlardı.

Durkheim “Tanrı ve kabile aynı şeydir.” [3] der. Durkheim’ın kendisine atfettiği tanrısallığa rağmen kabile (‘toplum’ olarak okuyunuz) tabii ki doğaüstü bir güç değildir; dünyevidir, maddidir. Her dünyevi varlık gibi ilkin hedefi de kendi devamlılığını sağlamaktır (üreme). Devamlılığını maddi olarak sağlamak için maddi ihtiyaçları vardır. Birey, toplumu tarafından bir şekilde ödüllendirildiğinde kendisine verilenlerin maddi bir kaynağı vardır: doğru bildiniz, bu kaynak aynı toplumun diğer bireyleridir. Bireyin toplumla ilişkisine biraz ekonomik faaliyet kalıbıyla bakmanın da mümkün olduğunu düşünüyorum: toplumla birey alışveriş içindedir. Toplum bireye verdiklerini bedava vermez, veremez de. O halde bireyden de almak zorundadır. Haliyle nesnel bir bakış açısı ile baktığımızda, toplumun bir noktaya kadar kendisine faydalı davranışları desteklemesine, yüceltmesine; aksi davranışlardan ise hoşlanmamasına itirazımız olmamalı. Ancak toplumun orada durması gerekir. Bakkala para vermezseniz peynir alamazsınız, belki bakkal sizi sevmeyebilir de – fakat bakkal kendisinden alışveriş yapmıyorsunuz diye size hakaret edemez veya kolunuzdan tutup zorla dükkânına sokamaz.

Evliliği ısrarla önerenlerin çok karşılaşılan başka bir iddiaları da “evlenerek mutluluğu bulma” mitine dayanır. Argümanı analiz ettiğimizde ise, evliliğin bu şekilde adeta zorunlu tutulmasının inanmamız istenen mite zarar verdiğini görürüz. Mutlu bir evliliğin şartı, bir arada yaşamayı tercih eden çiftlerdir. İki insanı bir araya tıkıp oradan otomatik olarak mutluluk çıkmasını beklememek gerekir. Burada Anahtar kavram ‘tercih’tir: evlenmenin bir tercih olarak görülmesi gerekir. “Evlenmek için aday arama” davranışı da günümüz romantik evlilik anlayışı ile nasıl bir arada bulunabildiğine şahsen hayret ettiğim bir başka pratiktir – burada ise gönül birlikteliği ile kurulduğu varsayılan evlilik kurumunun hikâyesi, evliliği sonuç değil amaç yapılarak basbayağı baş aşağı edilmektedir. Bunların yanında; matematiksel olarak, sınırlı bir eş arama süresinde yapmayı bekleyebileceğiniz en iyi şey, karşılaştığınız eş adayları arasında en iyi seçimi yapabilmekten/yapmış olmaktan ileriye gidemez. Dünyada bu yazının yazıldığı sıralar itibariyle yaklaşık 7.5 milyar insan yaşamaktadır. Ruh eşinizin çevrenizde ve hatta Türkiye sathında yaşamıyor olma ihtimalini tekrar düşününüz. (Olur da şahsi fikrimi merak eden çıkarsa diye baştan cevap vereyim – hayır ruh eşi kavramına inanmıyorum.) Evlendiniz ve çok mu mutlusunuz? Sizin adınıza gerçekten sevindim. Fakat şahsi deneyimlerinizin sadece ve sadece şahsi öznel deneyimleriniz olduğunun farkında olun lütfen.

Ben evlilerin bekârlara telkinlerini biraz dindar insanların ateistlere yaptıklarına benzetiyorum: Kendilerine öyle öğretilmiş, bu zamana kadar öyle görmüş ve ilmişler. Bu anarşikler kim olmaktadırlar da kendilerinin daha iyisini bildiklerini iddia etmektedirler? Bekârlar olarak ise cevabımız ateistlerin çoğunlukla verdikleri cevaplardan farklılaşıyor: “Sizden daha iyi bildiğimizi iddia etmiyoruz. Kendimiz için iyi olanı sizden daha iyi bildiğimizi iddia ediyoruz.” Esen kalın.

Kaynaklar;

[1] Antropolojiye Giriş & Kültür ve Mekan Hikayeleri – Michael G. Kenny, Kirsten Smille

[2] Hayvanlardan Tanrılara Sapiens – Yuval Noah Harari

[3] Dini Hayatın İlkel Biçimleri –  Émile Durkheim

Siz de fikrinizi söyleyin!