Siyaset,  Sosyoloji,  Toplum

Tehlikenin Boyutu Çok Büyüdü!

Önce, klasik anlamlarının dışına çıkarak halkın anladığı dilden küçük hatırlatmalar yapalım:
Özgürlük: İstediğini yapmak değil, istemediğini yapmamaktır. Halkımız artık bunun ayrımına varmıştır.
Hak: Her istediğin senin olacak anlamında değil, sana uygun olanın sana verilmesinin önünde engel olunmamasıdır.
Demokrasi: Çokların iktidara gelmesi değil, herkesin iktidarda söz hakkının olduğu rejimdir.
Eşitlik: Fiziki veya maaş, kazanç eşitliği değil, doğuştan gelen yaşama haklarının ve çalışarak kazanılan hakkının sana tesliminin eşitliğidir.
Laiklik: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, devletin irili ufaklı bütün dini inanışlara eşit mesafede ve tarafsız şekilde durmasıdır.
Kanunlar: Herkese eşit uygulanmaz, kişinin içinde bulunduğu, kurumların hassasiyetinin ön planda olduğu ancak YAZILI KURAL DIŞINA ÇIKMADAN uygulanır.

Şimdi de yazacağımız konuya gelelim: Her kamu ve özel kurumun bir yönergesi olmalı. Kamu kurumlarında bu yönerge kesin olarak vardır. Yönetmelikler o kurumdaki hem çalışanları hem de o kuruma gelen ziyaretçileri bir kural dâhilinde muhatap alır. Buradan, özellikle banal hale gelen, duyunca artık iğrendiğim 28 Şubat ağlamalarına ve tabi onun az öncesi az sonrasına gelmek istiyorum.

Askeriyenin yönetmelikle belirlenmiş kuralları vardır. Ancak, bir askerin töreninde başı örtülü annesi, bacısı içeri alınmadı diye kıyamet koparanlar, bu isyanı zirveye taşıdı; oysa kural koyan askeriye haklıyken, psikolojik baskıyla bu haktan vazgeçti. Sonuçta askerin içinde türbanlı çok insan dolaşmaya başladı. Olsun, yapsın, aslında sorun değil; fakat tek şartla: Türbanlı serbest dolaşıyorsa şortlu, mini etekli, gözleri görünen kara çarşaflı, sakal ve saç bir metre olan, ağır metalci, hip hopçu da gelsin. Madem “hak” herkese eşit! Uyarayım, yukarıda özgürlük tanımını yaptım.
Günümüzde bir özel veya kamu kurumu halk indinde yarattığı imaj, vizyon, misyon ile anılmaktadır. Bunun için de bazı kuralları vardır. Çünkü, çalışanlarına kurum kültürünü yerleştirmek ve kaliteyi devamlı kılmak zorundadır; aksi durumda ayakta duramaz. Bunun için getirdiği kurallara uymayan orada duramaz.

Devletlerin de kalite kuralı olmalı. Önemli ülkelerde bu durum var. Önemsiz ülkelerde de yok. Bir devletin yöneticileri her istediğini yapar diye bir kuralın halkını kanunlarla yöneteceğim diyen sistemlerde olması mümkün değildir. Elbette dikta sistemlerde bu mümkündür. Devleti en tepeden en aşağıya kadar yöneten tüm görevli insanlar ister seçilmiş olsun, isterse atanmış olsun kanun, yönetmelik veya resmi belgelerin dışına çıkamaz.

Sonuç: Kaliteli devletlerin yöneticileri, kalitesiz davranışlarda bulunamaz; kalitesiz davranışlarda bulunursa bu durum halkın, başka halklar ve devletler gözünde imajını rezil eder. Bir yönetici kendinden önce devletini ve halkını rezil eder ki, bu durumda telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğar.
Bu yazdıklarıma delil için iki konuyu belirtiyorum:
1) Dinci İran atom bombası yapsa ne olur, yapmasa ne olur! Kendi kahramanının cenaze merasimini düzene koyamayan, yaptığı füzenin patlamasını organize edemeyen ve sadece “hepinizi, tüm dünyayı öldürürüz” tehdidiyle yaşayan, bunu da önce halkına sonra dünyaya kabul ettirdiğini sanan bir yermiş. Gördük. Bombaları bile patlamadı. İşte baskılı yönetimin sonu budur.
2) Son zamanlarda ülke gündemini işgal eden, kamu kurumlarından çalışanlara yönelik “inanışa göre giyinin” tebliği veya bazı tarikat, cemaat liderlerine yapılan ziyaret, hatta minnacık çocukların beyinlerinin adı geçmişte çok sayıda ahlaksız hukuk soruşturmalarına karışmış olan dini vakıf hocalarının kontrolüne verilmesi, sonrasında da İran gibi halkına “Dünyayı yakarız” diyerek halkını inandırdığını sanan bir yönetime doğru gidiyoruz!
Umarım uyanırız.

Siz de fikrinizi söyleyin!