Biyografi,  Güncel - Aktüalite,  Siyaset,  Tarih

Sözde Değil Özde Lider Olmak

Atatürk bir Türk musikisi severi idi. Her şeyden evvel tashih etmek iste­rim ki Atatürk yalnız bir Türk mu­sikisi severi değil, hayranı idi… Üs­tün bir bestekâr kadar ve belki de onlardan daha fazla makamdan an­lar, falsoları yakalar, çok haklı tenkitlerde bulunurdu. Bu böyle olduğu gibi son derece içli ve duygulu bir şair kadar da güftelerin hatalarını işaret ederdi.

Böyle tarif tarif ediyordu, Türk Musikisinin kadife sesli sanatçısı Safiye Ayla Atatürk’ü. Her dalda olduğu gibi Musiki konusunda da ne kadar bilgi sahibi olduğunu, büyük ustadan öğrenmiş olduk.

İlk gençlik yıllarımdan itibaren, “Atatürk  Safiye Ayla’yı  perde arkasında dinlerdi” yalanını dinledim, sanırım hepimiz çok defa duymuşuzdur. İlk duyduğumda ki tepkim, “Kadınlarımıza seçme seçilme hakkı veren, her fırsatta Türk kadınını öven bir lider bu saygısız hareketi asla yapmaz.” olmuştu. Tabi o zamanlar internet yok, bilgiye ulaşmak şimdiye göre çok daha zahmetli, zahmeti bir tarafa yazılı kaynak bulmak çok zor neyse hiç inanmamıştım ve konuşanlara da yukarda yazdığım tepkiyi misliyle vermiştim.

Geçenlerde Sn. Erdem Gümüş namı diğer Kul Figani’nin bir yazısında rastladım bu konuya noktasına virgülüne dokunmadan aktarmak isterim.

Yıl 1977

İstanbul’da vatani görevimi yapıyordum.
Şimdiki Atatürk havalimanının adı o zaman Yeşilköy Havalimanıydı.
Benim görevim ise Yurtdışı dışı hatları giden-gelen yolcu VİP salonunda Jandarma Koruma ve Kontrol Komutanlığı…
(Şimdi bu kurum kaldırılmıştır.)
VİP salonu denen yerden sadece devlet adamları, siyasetçiler, siyasetçilere yakın iş adamları ve sanatçılar geçiş yaparlar.
(Halkın geçiş yaptığı yer ayrıdır.)
Bir gün oldukça esmer, ince dalan, cılız, fizik itibariyle kara kuru (çirkin demek bana göre bir kavram değil) bir kadın Lufthansa havayolları uçağından inmiş ve VİP salonundan Türkiye’ye giriş yapıyor…
Yurt dışından gelen bu kadının valizlerinin sayı itibariyle çok ve ağır olması bizim askerin dikkatini çekmiş.
Asker valizleri açmak istiyor, kadın ise sessiz ve tepkisiz duruyordu.
Valizleri taşıyan korumaları olan erkekler ise askere valizleri açtırmak istemiyordu. Asker ile korumalar arasında sanki bir arbede yaşanacak gibiydi… Müdahale ettim.
Askeri yanıma çağırdım ve askerimle aramızda şu konuşmalar geçti;
-Asker?
-Emret komutanım!
-Kimin bu valizler?
-Aha şu Romen’in komutanım.
Kadının yanına vardım… ve;
-Merhaba.
Öyle bir ipeksi sesle cevap verdi ki; yok böyle bir ses tonu. Şahane bir kadın sesi…
-Merhaba, iyi nöbetler komutanım.
-Pasaportunuz lütfen?
Çıkarttı verdi.
Açtım ki ne göreyim, Atatürk’ün sanatçısı Safiye AYLA… (Safiye AYLA 1907 İstanbul doğumlu, 1998 de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Mekanı cennet olsun bu Atatürk kadınının.)
Askeri yanıma çağırdım ve sordum,
-Bu hanımefendinin pasaportuna baktın mı asker? Kim biliyor musun?
-Baktım komutanım, ama tanımıyorum…
-Asker?
-Emret komutanın.
Şimdi bu VİP salonundan Atatürk’ün manevi kızı Ülkü geçseydi, valizini açıp bakar mıydın?
-Asla bakmazdım komutanım.
Bu hanımefendi Atatürk’ün sanatçısı ,”Atatürk Kadını” Sayın Safiye AYLA, deyince askerin boynu büküldü.
Safiye Ayla’nın da gözleri buğulandı….
Asker valizleri açmadı ve kendi eli ile taşıdı.
Safiye AYLA bana bir adres verdi ve;
-Her ikimizin de müsait olduğu bir zamanda bir kahve içimi misafirim olur musunuz komutanım?
-Hafif başımı eğip, gözkapaklarımı kırparak gülümser bir ifadeyle kabul ettim.
Bir gün nasip oldu ve gittim adrese…
Aslında adres çok açıktı, herkesin bilebileceği İSTANBUL RADYOEVİ.
Sordum görevliye…
Bu ne tesadüf, şimdi gelir, az bekleteceğim sizi, dedi ve beni bir salona aldı.
Kısa bir süre sonra bizim halkın “çirkin” dediği Safiye Sultan kapıdan içeri girdi.
Beni görür görmez tanıdı, gözlerinin içi parlıyordu, içinin güzelliği dışına vurmuş, o kara kuru kadının sanki…
Selamlaştık.
Safiye hanım görevliye programını bir saat ertelediğini söyledi ve Radyoevinin karşısında bir eve gittik. Kendi eviymiş meğerse.
-Kahvenizi nasıl olsun komutanım?
-Orta şekerli
-Ben hep acı içerim de… Dedi.
Kendi elleriyle kahve yaptı.
Tepsinin içinde iki farklı fincan ve iki su bardağı vardı. Birisi normal beyaz bir fincan, diğeri ise işlenmiş nakışlı…
Gözüm etrafı sarı nakışlı fincana takılmıştı, o ara Safiye AYLA hanım, sadece şunu söyledi
-Farklı değil mi?
-Evet.
-Sarı nakışlı olan şu Atatürk’ün hediyesi, bu fincandan kahve içti, fincanın bir eşi de kendi eşyaları arasında… Çok nazik bir adamdı, “Bana çirkin olduğumu, hiç belli etmedi. Ben çirkin bir kadınım ama;
Atatürk’e perde arkasından şarkı söylediğim doğru değil” dedi.
-Çok duygulandım Safiye Hanım.
-Atatürk kadınlara çok çok önem verirdi komutanım.
-Nakışlı fincanı işaret edip; Buyurun efendim, şu fincan sizin; diyerek kahvemi içmemi söylediğinde nutkum durdu…
-Estağfurullah efendim, diyerek beyaz fincanın kulpunu tuttum. (Utandım)
-Ben acı içerim o sizin orta şekerli dedi.
Sarı nakışlı fincana uzanırken içimdeki titreme elime yansıdı.
Duygulandığım zaman avuç içlerim terler benim, su gibi olur.
-Aaaa.. affedersiniz, bir dakika sizin karanfiller solmadan vazoyu koyayım dedi ve teşekkür etti.
-Bana Atatürk’ten bahseder misiniz dedim.
Gülümsedi.
Ve evinin bir odasını gösterdi. Gördüğüm manzara aynen şu; ATATÜRK KÜTÜPHANESİ…
-“Hangi birini anlatayım komutanım, ama NUTUK okuyun yeter.” Dedi
Sonra da siyah-beyaz albümlere baktık kısa bir süre…
Atatürk ve kadınlar…
Kadınların hepsi o kadar şık ve medeni bir kıyafet içindeydi ki; şu devirde bile öyle ne şık, zarif kıyafet var, ne de kadın…
Soru geldi Safiye AYLA hanımdan…
-Bu kadınlar arasında hangisi benim?
-Parmağımla tek tek işaret ettim ve her gösterdiğime;
-Evettt. Dercesine başını salladı.
-Nasıl tahmin ettiniz, en çirkini mi seçtiniz?
-Her resimde sizi sağına almış… Dedim.
-O da benim solumda yaşıyor… Dedi.
Sarıldı, öptü ve; Vedalaştık.
O günden sonra beynimde yer eden bir şey şudur; güzellik göreceli, “Çirkin kadın yoktur”
“GÜZEL İNSAN” olmak vardır.
Nasıl ve nereye baktığınıza, neyi görüp, neyi göremediğinize bağlıdır güzellik…
Kadının; Modern kıyafet, zarafet, nezaket, kültür ve medeniyet ile yine kadının kendi özüne gösterdiği saygınlığı ile “iç güzelliğinin” dışa vurması güzelliğin bir başka ifadesi değil mi?
Hani bir laf vardı ya; “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” diye…

Ne demiştim ilk başta;
Yıl:…….. … 1977…
Şu an:… … 2020…
İşte tam; 43 yıl geçti…
Merhume “GÜZEL İNSAN ” Safiye AYLA hanımefendiyi, rahmet ve saygıyla anıyor, mekânı cennet olsun, ışıklar içinde yatsın diyorum.

Kul Figani (Erdem GÜMÜŞ)

Ben yazıyı okurken çok duygulandığımı söylemek isterim.

Biraz araştırınca dönemin gazetecilerinden sayın Cemaleddin Bildik ‘in büyük ustayla olan röportajına  ulaştım, okumak isteyenler için  linkini bırakıyorum. https://mustafakemalim.com/safiye-aylanin-ataturkle-ilk-karsilasmasi-ve-ikinci-imtihaninin-notu/

Hakkında sayısız yalanların üretildiği, bu ülkeyi bırakın, bütün dünyanın kabul ettiği gelmiş geçmiş en büyük liderdir Atatürk. Sadece yaptığı devrimler ve mücadele değildir onu büyük yapan, insanlığıdır, doğaya ve tüm canlılara olan saygısıdır, çocuklara olan sevgisi, sanata ve sanatçıya verdiği değerdir. Sadece asker Mustafa Kemal Atatürk değildir o! Liderdir, emperyalistlerin 100 yıllık oyunlarını bozan, mazlum milletlere onlarında başarabileceklerini gösteren dehadır.

Söz konusu güçlerin gelecek 100 yılda neler yapabileceklerini tahmin eden ve bize nasıl mücadele etmemiz gerektiğini işaret eden büyük siyaset adamıdır. Buna en güzel örneği Gençliğe Hitabında görebiliriz, hepimizin ezbere bildiği metni bir kez daha hatırlayalım.

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

   Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

   Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Geçmişte yaşadıklarımızın bu günümüzü ve yarınımızı aydınlatmasını ve tüm yurttaşlarımızın sıkı sıkıya Atatürk devrimlerine sarılmasını temenni ederim. Büyük liderimizin sözüyle bitirelim..

“Geçmişinden ders almayan bir millet yok olmaya mahkûmdur”

Mustafa Kemal Atatürk

Murat Aydın, 14/04/2020

 

 

3 Yorum

  • Fuat

    Çok güzel bir yazı yazmışsınız. Ben kendi adıma zaten hiç inanmamıştım. Zaten sizde özetlemişsiniz Hakkında en çok yalan üretilen diye…
    Sade duru güzel bir Türkçe ile ve her kesimin anlayabileceği okurken de düşüncelere dalabileceği-Göz önüne getirmesi- bu yazı için şahsım adına teşekkür ederim.

  • FUAT

    Voltaire, Heidegger, Mozart veya Filozof Einstein yanyana dursalardı çirkinlikte her kes tarafından kabul görülürdü. Ancak Bu sayılan filozofların çirkinlikleri Dünyanın sayılı şehirlerine heykelleri ve onca kitaba resimlerinin konmasına engel olmadı.Zaten herkese göre güzel yoktur ki..bize göre güzel vardır Mesela birinin çok güzel bulduğu hayran olduğu bir kadın veya erkek artisti siz ben bir başkası güzel bulmayabiliriz.
    Kanımca Perde arkasından izledi kelimesi de tamamen hayal ürünü ve kuyruk acısı olanların bir deyişi olmuştur kanımca..
    Tekrar sizlerden güzel yazılar okumak dileğimle….

Siz de fikrinizi söyleyin!