Din,  Tartışma,  Toplum

Şeriat, Modern Çağın Neresinde?

Afganistan’ın 25 yıl aradan sonra tekrar Taliban kontrolüne geçmesiyle birlikte, aslında güncelliğini hiç kaybetmeyen, o bilindik soru tekrar dünya ve Türkiye gündemini meşgul etmeye başladı: Şeriat ya da diğer adıyla İslam hukuku, çağımıza yanıt verebilir mi? Bir başka soruyla: Şeriat, modern çağın neresinde duruyor?
Şeriat, insanlığın şu anda elde etmiş olduğu siyasi, sosyal, hukuki, ekonomik ve kültürel kazanımların çok çok gerisindedir. Şeriat hukukunu incelediğimizde karşımıza tipik bir ortaçağ feodal düzeni çıkmaktadır. Bunu söylerken elbette şeriatın on dört asır önceki Arap toplumuna indiği gerçeğini yadsımıyoruz. İndiği asırda bir “devrim”, en azından bir tarihsel ve toplumsal bir “ilerleme”, “umut” olması doğal.
14 asır öncesinde uygulanmış olan şeriat; insan hakları, demokrasi, kadın-erkek eşitliği, düşünce özgürlüğü, sendikal haklar, eşcinsellik ya da bilinen adıyla LGBTİ hakları ve çevre gibi konularda doğal olarak çağın gerisinde kalmıştır.
Yönetim biçimi, ilk başlarda halifelik olmakla birlikte, ilerleyen zamanlarda padişahlığa/saltanata evrilmiştir.
Padişah ya da halife, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir/gölgesidir.
Toplumsal kurallar, çağdaş hukuk normlarına göre değil, dogmatik (doğruluğu tartışılamayan) şeriat hükümlerine göre düzenlenir.
Şeriatın hüküm sürdüğü bir ülkede, Müslümanlar dışında kalan topluluk anlamına gelen Gayrimüslimler, cizye (varlık) vergisi vermek zorundadır.
Bu genel çerçeveden çıkıp şeriat hukukunun detaylarına bir göz atalım.
Padişahlık bilindiği gibi babadan oğula geçen bir yönetim biçimi olup ülkenin tamamı padişah hanedanının mülküdür. Padişahlar, babalarının çiftliği olan ülkede diledikleri gibi yaşarlar ve hiçbir kişi ya da kuruma hesap vermezler, ağızlarından çıkan söz kanun sayılır.
Halk, Hindistan’daki kast sistemini andıran sosyal sınıflara ayrılmış olmakla birlikte, genel olarak padişahın kulu sayılır.
Biat etme, ilk örneğine Hazreti Muhammed öldükten sonra gelen dört halife döneminde rastladığımız şekliyle, halifelikte bir tür seçim/oy verme yöntemi olarak kullanılmakta iken padişahlıkla birlikte, şeklen varlığını sürdürse de, büyük oranda değişikliğe uğramıştır. Ancak burada da yine demokratik bir seçim sürecinden ve objektif kriterlerden söz etmek mümkün değildir.
Şimdi bir de; şeriatın, özellikle son dönemlerinde yönetim biçimi olarak örnek aldığı, Ortaçağ’da 9. yüzyılda Fransa’dan çıkıp tüm Avrupa’ya yayılan derebeylik (feodalite) rejimine kısaca bir göz atalım.
Derebeylikte toprağın mülkiyeti, içindekilerle birlikte, senyörler denen derebeylerine aitti. Toprağa bağımlı köleler olan köylüler, üzerinde yaşadıkları topraklarla birlikte toprak ağaları tarafından alınıp satılıyordu.
Halk; soylular (senyörler), rahipler, burjuvalar ve köylüler diye sosyal sınıflara ayrılıyordu.
Skolastik düşüncenin hâkim olduğu feodal düzende din adamları yönetimde söz sahibiydi. Kilisenin; dinden çıkarma (aforoz), bir bölgeyi dinsel faaliyetlerden men etme (enterdi) ve para karşılığı günah çıkarma ya da cennetten yer satma (endülüjans) gibi yetkileri vardı.
Papa, Ortaçağ’da egemenliklerini dine dayandıran kralların krallıklarını taç giydirerek onaylıyordu.
Özetle; feodal düzende din adamları, iktidarı karşılıklı çıkar ilişkisi çerçevesinde kral ya da derebeyiyle paylaşıyordu.
Sonraki dönemlerde sıklıkla yansımalarını göreceğimiz İslam’ın ilk yıllarındaki halifelik seçimleri genelde sıkıntılı geçmiştir.
Bilindiği üzere Hakem Olayı’yla iktidara gelen Muaviye yerine oğlu Yezid’i veliaht ve halife ilan edince, İslam dünyasından itirazlar gelmekte gecikmedi. Muaviye’nin halifeliği babadan oğula geçen bir “saltanat”a dönüştürmesine itiraz edenler arsında Hazreti Muhammed’in torunu Hüseyin de vardı. Yezid’in halifeliğini haklı olarak tanımayan Hüseyin, seçim yapılmasını talep ederek Küfe’ye doğru yola çıktı.10 Muharrem 680 yılında Kerbela’da önleri kesilen Hüseyin ve beraberindekiler, Emevi halifesi Yezid’in komutanlarından Ubeydullah tarafından acımasızca kılıçtan geçirildi.
Bu olaydan sonra Müslümanlar; Aleviler ve Sünniler olmak üzere iki gruba ayrıldı.
İslam coğrafyasındaki saltanat kavgaları bu olayla sınırlı kalmamış; Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve hatta Osmanlılar döneminde de yaşanmaya devam etmiştir.

Şeriat, çok ilkel kurumlar olan köleliği ve cariyeliği onaylamakla kalmamış bu konuda düzenlemeler de getirmiştir.

“Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın.” (Nur Suresi, Ayet: 33)

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye ve hizmetçilerinize) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisa Suresi, Ayet: 36)

Şeriat; kadın-erkek eşitsizliğini savunur. Erkeklerin kadınlardan üstün olduğuna inanmamızı, miras paylaşımında; erkeğe bir, kadına yarım pay vermemizi emir buyurur.

“Miras taksiminde erkek çocuklara kız çocukların iki misli pay verin.” [Nisa (Kadın) Suresi, Ayet: 11]

Üstelik şeriatta kadınlar, yönetici olamadıkları gibi, cami imamı hatta peygamber hiç olamazlar.

“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar.” (Nisa Suresi, Ayet: 34)

Mahkemelerde bir erkeğin şahitliği, iki kadının şahitliğine denktir.

“… Erkeklerden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın olsun.” [Bakara (İnek) Suresi, Ayet: 282]

Bir erkek dört kadınla evlenebilir, ama bir kadın iki erkekle bile evlenemez.

“Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da cariyelerinizle yetinin.” (Nisa Suresi, Ayet: 3)

Şeriat, çağdaş hukuka kapılarını tamamen kapatmıştır. Müslümanların katı şeriat kurallarına uymak dışında başka da alternatifleri yoktur.

“Allah’ın indirdiği (şeriat hükümleri) ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide Suresi, Ayet: 44)

Şeriat hükümlerine göre Müslümanlara farz olan İslam’ı tebliğ etme görevi (ilayı kelimetullah); din savaşları ve terörün kaynağı durumundadır.

“İslamofobiye Müslümanların negatif katkısı yok mu?” diyenlere yanıtı aşağıdaki ayet veriyor.

“Fitne kalkıp din yalnız Allah’ın dini (İslam) oluncaya kadar kâfirlerle savaşın.” (Enfal Suresi, Ayet: 39)

İslami tebliğin nasıl terörün ve din savaşlarının ideolojik arka planı olduğunu aşağıdaki algoritma ile görelim:

• İslam devleti, elçileri aracılığıyla Müslüman olmayan toplulukları İslam dinine davet eder.
Cevap “evet” ise daha dün kâfir olan yabancı devlet, İslam devletinin yeni bir eyaleti olarak varlığını sürdürür, tıpkı masallardaki gibi…
“Hayır”sa -ki çoğu kere böyle olur- bu ecnebi devletten cizye denen ve Gayrimüslimlerin Allah’ın halifesi olan Müslümanlara ödemesi gereken vergiyi ödemesi istenir.
Haraç ya da varlık (kelle) vergisi anlamına gelen bu vergiyi verirlerse ne ala…
• Vermezlerse, işte o zaman pandoranın kutusu açılır! Hemen sefer hazırlıklarına başlanılır. Hazırlıklar tamamlanınca, haraç vermeyi reddeden küffarla, Kuran’ın tabiriyle “zelil ve hakir” oluncaya kadar savaşılır.

İnternette kafa kesme görüntüleri ve vahşi infazlarla gündeme gelen El Kaide, IŞİD ya da Taliban’ı suçlamadan önce yukarıdaki algoritmanın bilinmesi şarttır.

Ülkesini bu gözü dönmüş barbarlara karşı savunmanın erdemi ve onuru dışında hiçbir kazancı olmayan işgale uğramış ülkenin yiğit insanları ise, savaş sona erdiğinde hayatlarının en büyük utancını yaşamakla yüz yüze kalırlar. Artık kendileri köle; karıları ve kızları Müslümanların alınır-satılır cariyeleri; malları ise paylaşılmaya hazır birer ganimettir.
Bu gerçekler bilinmeden, şeriatla idare edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun (1299-1922) neden komşularıyla sürekli savaş halinde olduğunu anlamak olanaksızdır. Altı asır boyunca üç kıtayı cehenneme çeviren Osmanlı’nın geride bıraktığı toz bulutu ardında kalan en önemli gerçek, sanırım bu olsa gerek…
Şeriat, hayatın her alanını kuşatan ender toplum modellerinden biridir. Ekonomik konuları da unutmamış bu alanda da çeşitli düzenlemeler yapmıştır.
Bu düzenlemeleri incelediğimizde şeriatın sosyal adaleti sağlamaktan çok uzak oluğunu görürüz. Sosyal adalet, sadaka ve zekâtla sağlanmaya çalışılmışsa da bu, toplumda dilencilik ve miskinlik gibi çürümelere yol açmıştır.
Şeriat, özel mülkiyeti savunduğundan, modern ekonomik modellerden kapitalizme daha yakın durmaktadır.
Bunu, şeriatın referans olarak en önemli kaynağı olan Kuran’ın satır aralarını çok dikkatli okuyunca görebiliyorsunuz.

“İnsanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları kamulaştırmayın.” (Bakara Suresi, Ayet: 188)

Şeriat, sosyal sınıflardan burjuva yanında yer alır ve bunu da yine şeriatın önemli referans kaynaklarından bir diğeri olan Hazreti Muhammed’in aşağıdaki sözleri, açıkça ortaya koymaktadır:

“Veren el, alan elden üstündür.” (Muhammed)

“Miraçta cennet ve cehennem bana gösterildi. Gördüm ki, cehennem ahalisinin çoğunluğu kadınlar ve fakirlerdi. (Muhammed)

“Fakirlik fitnesinin şerrinden Allah’a sığınırım.” (Muhammed)

“Kuvvetli mümin, zayıf müminden daha hayırlıdır.” (Muhammed)

Şeriatta çevre duyarlılığına örnek olarak gösterebileceğimiz bir kayda rastlayamıyoruz. Aksine kimi hayvanlara ayrımcılık yapan düzenlemeler söz konusu.

“Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı.” (Bakara Suresi, Ayet: 173)

Şeriatta düşünce özgürlüğü yoktur.

“Mürtedin (dinden çıkanın) katli vaciptir.” (İslam Hukuku)

“Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahrette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.” (Bakara Suresi, Ayet: 217)

“İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir.” (Al-i İmran Suresi, Ayet: 90)

Şeriata göre bir Müslüman asla “ben laikim” diyemez. Çünkü çağdaş yaşamın kalesi olan laiklikteki “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” ilkesi şeriat itikadına aykırıdır. Bu ilkeyi benimsediğini söyleyen Müslüman anında aforoz edilir ve layık olduğu yere gönderilir.

“Allah’ın indirdiği (şeriat hükümleri) ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide Suresi, Ayet: 44)

Şeriat, toplumsal kuralların kendisi dışında, “modern yaşamın ihtiyaçları” ya da “ortak akıl” gibi kriterler baz alınarak düzenlenmesine asla izin vermez, gerektiğinde bunu “dinden çıkma” gerekçesi sayar ve ağır şekilde cezalandırma yoluna gider.
Oysa bu durumu ilke olarak kabul etmek, bir dizi toplumsal çelişkiyi ve aksaklığı da beraberinde getirecektir.
Toplumda A dinine göre yapılan bir düzenleme, B dinine mensup olanları asla bağlamaz. Örneğin; şeriat hükümlerine göre recm cezasıyla cezalandırılan zina suçu, günümüzün Türk Medeni Kanunu’na göre suç olmayıp sadece bir boşanma nedenidir. Bu durumda istenen sonuç alınamayacağı gibi B dinine mensup insanlara da zulüm edilmiş olur.
Şeriatın egemen olduğu İslam ikliminde sanatçı yetişmez: Resim yasak (Muhammed’in karikatürü bu yasağa dâhil); heykel yasak (put); müzik yasak (erkekler tarafından, çalgı aletleri kullanmadan söylenen marşlar, ilahiler ve annelerin söylediği ninniler hariç), felsefe yasak (itikada aykırı)…
Şu tespiti yapmakta hiçbir beis yok: Bir ayağı Ortaçağ’da olan bir insan asla çağdaş değerleri özümseyemez ve demokrasi dışındaki hiçbir sistem tüm sınıfsal katmanlardan insanları bir arada tutmaya muktedir değildir.
Rönesans akımının önünü açtığı ve 1789 Fransız İhtilal’i ile doruk noktasına ulaşan, Avrupalının büyük bedeller ödeyerek elde ettiği laiklik, bize Cumhuriyetle birlikte Atatürk tarafından altın tepside sunulmuştur.
Şeriata inananlar için demokrasi sadece ama sadece hedefe giden yolda bir “araç”tır, onu ideal bir toplum düzeni olarak görmezler. Bu bağlamda şeriatçıların mevcut toplumsal düzene sadık kalmaları da beklenemez.

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin.” (Nisa Suresi, Ayet: 144)

Artı şeriata göre şeriata inanmayanlar bir pisliktir. Fazla söze gerek yok…

“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi, Ayet: 28)

Sonuç itibariyle; demokratik sistem, bu sistemin en önemli bileşenlerinden bir siyasi parti, bu siyasi partinin demokratik süreçlerden geçerek iktidara gelmesi gibi olgular şeriata inananalar için bağlayıcı değildir.
Elbette şeriata inananların, laik bir otoriteye boyun eğmeyecek olmaları, takiyye yapmayacakları anlamına gelmiyor.
Evet, takiyye! Demokrasinin nimetlerinden yararlanmayı sürdürürken demokrasiyi yıkıp yerine şeriat esaslarına dayalı bir İslam devleti kurma niyetini gizlemek. Ya da demokratik düzende başörtüsü yasağını “antidemokratik” bir uygulama olarak tanımlarken şeriat devletinde “içki yasağını” savunmak.
Dedik ya şeriatın karışmadığı alan yok gibidir, her konuda bir fikri vardır, eşcinsellik konusunda bile… Dilerseniz şimdi birinci ağızdan eşcinselliğin bir “cinsel tercih” mi, yoksa “sapıklık” mı olduğunu öğrenelim.

“Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu (homoseksüelliği) mu yapıyorsunuz? Gerçekten siz kadınları bırakıp erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.” demişti. Kavminin cevabı: “Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları; çünkü bunlar fazla temizlenmiş insanlarmış.” demekten başka bir şey olmadı. Biz de onu ve karısından başka aile efradını kurtardık; çünkü karısı geride kalanlardan (kâfirlerden) idi. Ve üzerlerine taş yağmuru yağdırdık. Bak ki, günahkârların sonu nasıl oldu.” (Araf Suresi, Ayet: 80-84)

Buraya kadar konunun değişik boyutlarını mercek altına aldık. Şeriata inananların kültür backgroundunu ve bu kültürün hangi sosyolojik zemin üzerinde yükseldiğini anlamaya çalıştık.
Görüldüğü gibi; 10. yüzyılın ilk yarısında Müslüman olan biz Türklere ve aynı coğrafyayı paylaştığımız güzide Ortadoğu halklarına şeriatın barbarlık ve cehalet dışında katabileceği bir değer yoktur.

Osman Akyol

Osman Akyol Osman Akyol, 31 Ekim 1972’de Adana’da doğdu. Yemişli Köyü Yatılı Kuran Kursu’nu (1985), Adana Baraj Lisesi’ni (1991) ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü’nü (1996) bitirdi. Asıl mesleği öğretmenlik yanında öykü yazarlığı, oyunculuk ve amatör olarak internet gazeteciliği de yapan Akyol’un; Varlık, Posta Gazetesi, Yordam, Şehrengiz, Ekin Sanat, Yaz Kalemim, Aşkın e-Hali, Sanat Cephesi, Öykü Teknesi, Çağdaş Yaşam, Afrodisyas Sanat, Berfin Bahar, Fayrap, Lacivert, Yaba, Edep, Deliler Teknesi, Mühür, Tmolos Edebiyat, Kurgu Düşün-Sanat-Edebiyat, Kardelen, Galapera Öykü, Kültür Mafyası, Düşünbil, Hayal, Zula, Güney, Natama, Patika, Dil ve Edebiyat, Ada, Yaşam Sanat, Zarf, Evrensel Kültür, Hece, İnsancıl, Eliz Edebiyat, Halk Edebiyatı, Zil, Sarmal Çevrim, Edebiyat Nöbeti, Şiiri Özlüyorum, Kharon, Ketebe Piyan, Karakedi, Delikliçınar, Kalemlik, Şiirden, Akatalpa, Gökmavi, Altıyedi, Erik Ağacı Öykü, Çini Kitap gibi gazete ve edebiyat dergilerinde; hikâye, şiir, deneme ve sinema yazıları yayımlandı. Öyküde “betimsiz kurgu” yazım tekniğinin de mucidi olan yazar, Zil adında İstanbul orijinli bir de dergi çıkarıyor. Eğitim, edebiyat, inanç, işçi-sendika gibi konularda yaptığı haberler ağırlıklı olarak; Aydınlık Gazetesi, Yeni Akit Gazetesi, Evrensel Gazetesi, Mir Haber, KamuGazetesi.Com, Demokrat Haber, on5yirmi5, Oda TV, Dipnot, bianet, Timeturk, soL Haber Portalı, Mürekkep Haber, SanatLog, insanokur.org, Kızıl Bayrak, Mücadele Birliği, TV 5 Haber, Gazete RED, Yorumca Haber, Welg Medya, Marmara Gazetesi, T4 Haber, İstanbul Gündemi, Dünya Bizim, Çayyolu Haber, Özgür Gelecek, Nokta Haber Yorum, Açıksöz Gazetesi, Gündem Arşivi gibi gazete ve internet haber sitelerinde yayımlandı. Evli ve bir çocuk babası olan Akyol, yazar olarak yedisi öykü, biri araştırma/inceleme, beşi şiir türünde olmak üzere on üç kitaba imza attı. Kitapları 1. Sorumlu Müdür (Öykü), Ekin Sanat Kitaplığı, Ankara, Nisan 2012 2. İlahi Adalet Komünizm (Araştırma/İnceleme), Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, Ağustos 2012 3. Yükselen Yeni Devrim Dalgası (Öykü), Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, Kasım 2012 4. Gezi Raporu (Öykü), Kanguru Yayınları, Ankara, Kasım 2013 5. Marks Radiyallahu Anh’ın İzinde (Öykü), Elpis Yayınları, Ankara, Eylül 2018 6. Hüznümün Direği (Şiir-Sinema), Elpis Yayınları, Ankara, Ekim 2019 7. Ah İstanbul (Şiir-Metin), Elpis Yayınları, Ankara, Temmuz 2020 8. Kelimeler Göçtü (Şiir-Metin), Elpis Yayınları, Ankara, Mart 2021 9. Küp Kokusu (Öykü), Elpis yayınları, Ankara, Haziran 2021 10. Ürkek Güvercin (Şiir), Elpis Yayınları, Ankara, Ekim 2022 11. Sil Baştan (Öykü), Elpis Yayınları, Ankara, Aralık 2022 12. İlahi Adalet Komünizm (Araştırma/İnceleme), Liman Yayınevi, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Ankara, Nisan 2023 13. Çiy Tanem (Şiir), Liman Yayınevi, Ankara, Eylül 2023 14. Reyiz’i Devirmek, Liman Yayınevi, Ankara, Şubat 2024

Siz de fikrinizi söyleyin!