Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Siyaset,  Tartışma,  Toplum

Sahne

Hatırlıyorum da, galiba o eski ve mutlu dünlerimde iyi yapabildiğim ender işlerden birisi olduğu için daha bir içten seviyor, sarıp sarmalıyordum basketbol oyununu. Sanki okul bahçesinde attığım her sükseli basket, karneye düşük sayılarla işlenen her feci nota karşı verilen okkalı bir cevap niteliği taşıyordu benim açımdan!

Elbette beni basketbol oynamaya iten tek motivasyon kaynağım kırık dökük de olsa bu spora olan doğal yatkınlığım ya da berbat olan derslerimi bir şekilde telafi etme telaşım değildi. O dünlerde benim için bir basketbol sahası, yüreğine koşulsuz olarak talip ve teslim olduğum dünyalar güzeli “kıvırcık” tarafından potansiyel izleniyor olmamın bana servis ettiği o doyumsuz heyecanla birlikte tüm coşkumu canhıraş bir şekilde sergilediğim ve sadece bizim lisenin öğrencilerinin davetli olduğu bir açık hava sahnesiydi aynı zamanda.

Dolayısıyla tek pota basketbol oynamak için sahaya ya da bahçeye çıkan diğer lise arkadaşlarımın aksine; zihinsel ve duygusal yolculuğumun bana hazırladığı tüm leziz sürpizlere talip olmak adına sahaya değil, var olan yeteneklerimi sergilediğim bir sahneye, bir performans podyumuna çıktığımı düşünürdüm hep.

Zaman, azgın bir sel gibi önüne kattığı her şeyi sürükleyip yok ettiği gibi benim o tek kişilik sportif sahnemi de acımasızca yok etti ve itiraf etmem gerekiyor ki o ışıltılı  podyumdan “zaman zoruyla” indirildiğimden beri kişisel hayatımda hiçbir şey ama hiçbir şey “tek kişiye” sergilediğim o “tek kişilik” nefis gösteriler kadar beni mutlu etmedi, heyecanlandırmadı.

Geçenlerde diz çapraz bağlarımdan birisinin kopmasıyla acı içerisinde yarıda bırakmak zorunda kaldığım bir basketbol müsabakası, işte o podyumu, o sahneyi deliler gibi özlemiş olmamın beklenen bir sonucu ya da hasarıydı galiba. Zira o eski gösterilerde beynin verdiği “hareket emri” beden tarafından çok rahat bir biçimde hayata geçirilirken; şimdiki zamanlarda o sportif emir vücut tarafından “karşılıksız çek” muamelesi görmekte ve hayal edilen ile elde edilen hiçbir zaman birbirini tutmamakta!

Derin ekonomik sıkıntılarla ve bir türlü kontrol altına alınamayan pandemi ile baş edemeyerek fırtınalı denizlerde dalgalar üzerinde savrulan bir taka misali sağa sola savrulan bizi bu hale getiren yönetimin; bir zamanlar kendilerini çok başarılı ve mutlu hissettikleri o gösterişli podyumlarının, o zengin sahnelerinin artık olmadığını, yerinde yeller estiğini yani eskidiklerini, yani yıprandıklarını, yani zamanlarının geçtiğini anlamaları için sanıyorum; benim gibi geçmişi özleminin ağır tahrikine kapılarak göstere göstere sakatlanmaları ve sahayı zamanından önce terk etmeleri gerekiyor.

Ki sizin de kolayca tahmin edeceğiniz üzere  o “zamansız terk ediş”in siyasetteki karşılığı erken seçimdir. Her gün Ayasofya’nın açılışının yapılması ya da İslamcıların tarihi “intikam envanteri”nde bulunan başka bir hayalin abartılı bir biçimde yeniden, yeniden hayata geçirilmesi bile bu mecburi gidişatın önünü hiçbir şekilde alamayacaktır. Nadide bir sevdadan enerji depolayan sportif gösterilerin ve sonsuz heyecanların bir gün sonunun geldiği gerçeği gibi hükmetme sevdası ile beslenen bu “siyasi sahne”lerin de an itibariyle sonunun geldiği mıh gibi ortadadır.

Bu gerçekler ışığında 1929 Dünya Ekonomik Buhranının “kahredici” etkilerinin yüksek perdeden hissedildiği Birleşik Devletler’de yaşandığı gibi otellerin özellikle de yüksek katlarında kalmak isteyen müşterilerine yönelik olarak; “uyumak için mi, yoksa atlamak için mi odayı tutuyorsunuz?” diye hani o çileli dönemin sıkıntılı koşullarını nefis bir biçimde resmeden, oldukça manidar soruların bu ülkede de sorulmasını istemiyorlarsa eğer, özellikle de memleket ekonomisinin cari siyasi iradeye yaptığı uyarıların ivedilikle ciddiye alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu siyasi olgunluk zamanında ortaya konamaz, gerekli kararlar alınamaz ise sahneden ya da sahadan çekilen sadece siyasi iktidar ya da eski bir lise öğrencisi değil, tüm varlıkları hunharca yağmalanmış enkaz halde bırakılan koca bir ülke olacaktır. Gidişat da ne yazık ki bu istikamettedir.

Siz de fikrinizi söyleyin!