Çocuk Gündemi,  Deneme,  Toplum

Sahipsiz Değiliz…

Daha dün gibi hatırlıyordu; bitik vaziyette ve korku içindeyken babasının eğilip o zavallı küçücük ayı yavrusunu kucağına alışını, ormanı geride bırakıp bacasından tüten dumanların taze ekmek kokusunu taşıyıp getirdiği evlerine doğru ilerlerken ”adı ne olsun” diye soran babasına, boğazında mutluluktan düğümlenen bir şeylerin karşılık vermesini engellediğini… Bu duyguyu ilk o zaman tatmıştı.

Annesini avcılar vurmuş olmalı, diye düşünerek yürürken; -Başak akıllı kızdı- son günlerde uzaklardan gelen bir hayli de artmış tüfek seslerini duyar gibiydi.

Yayla evine girdiklerinde kuzinenin salona yaydığı sıcaklık, bitkin ve aç ayı yavrusundan gelen içten bir iniltiyle karşılığını buldu. Aceleyle üstündeki kırmızı kaşe paltosunu çıkarıp -bu sefer askıya değil, yavrunun üstüne örten Başak’ın mutlu- sersem hali odaya elinde sofra tepsisiyle giren annesinin gözünden kaçmamıştı.

”Anne” dedi. sevinçle kollarını havada anlamsız aceleci sallarken, ”Bak ne bulduk!” ”Henüz soruma yanıt vermedin Başak, ona koyacak bir isim bulamadın mı yoksa?” dedi araya giren babası. Bir babasına bir annesine şaşkınlıkla bakan Başak 8 yaşındaki bir çocuktan beklenmeyen bir kıvraklıkla, ”Bulmaz olur muyum babacığım, annemin de hoşuna gidecek bir isim olmalı diye düşünmekten ne haldeyim görmüyor musun?” diye çıkıştı en tatlı halini takınarak. ”Adı tabii ki ‘DATVİ’ olacak!” Bunu bir yerden mi duymuştu, okuduğu bir hikayede mi geçiyordu neydi? neyse neydi, şu sıra bunun ne önemi vardı! Bunları düşünürken, yavru ayısı Datvi’ye gözleri kilitlenmiş bir şekilde bakan annesini seyrediyordu.

Annesi eşiyle göz göze geldikten neden sonra, iki yıldır mutfakta bir yerlerde saklı duran Başak’ın o meşhur bir türlü ayrılmak bilmediği biberonunu ararken buldu kendini. Çok yaramazdı Datvi. Henüz bir hafta geçmişti onu ailelerinin dördüncü üyesi olarak eve almalarının üzerinden… Yaramazlıklarından arta kalan zamanlarında-ki bu pek nadir oluyordu. yiyor, içiyor, uyuyordu. Ne çok mutluluk getirmişti evlerine! Yine o günlerden bir akşamüstüydü, Başak ve babası sönmekte olan kuzineyi tutuşturmak için etraftan topladıkları çalı çırpı ile eve henüz girmişlerdi. Datvi, köşesinde mışıl mışıl uyuyordu.

Eve girip kapıyı kapattıklarında kapının ardında birilerinin dolaştığını fark ettiler, oralarda dolaşan birileri olmalıydı, peşlerinden mi gelmişlerdi? Sesler…. evin küçük penceresinden dışarıyı görmeye çalışan annesi bir çığlık attı. Tam o esnada tek hamlede parçalanıp ardına kadar açılan tahta kapıda, yarası kabuk bağlamış bir boz ayı belirdi. Başak, sobanın hemen yanında, yerde uyuyan Datvi’sine sarılmış titriyordu.

Yavrusunun üzerindeki kırmızı nesneyi bir pençe hareketiyle savuran anne, ayı yavrusuna kavuşmuştu nihayet!

Başak gözlerini açtığında annesini başucunda, alnına ılık pansuman yaparken buldu, neyse ki sıyrıkları ufak tefekti. Parçalanmış kırmızı paltosuna daha sıkı sarmalanıp kırık kapıdan giren soğuk eylül rüzgarının titrettiği küçük bedenini ısıtmaya çalışırken, bunlara eşlik eden iki damla gözyaşı birer birer kırmızı yanaklarından süzülüyor, göz kapakları yeniden ağır ağır kapanıyordu…

Siz de fikrinizi söyleyin!