Din,  Felsefe,  Kitaplar,  Siyaset,  Sosyoloji,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Mihail Aleksandroviç Bakunin

Mihail Aleksandroviç’in ‘Devlet ve Anarşi’ kitabında, kendini devrimci anarşist olarak tanımlayan Bakunin’in devlet ile ilgili düşüncelerine bakıldığında ise, devletin varlığının tahakküm ve dolayısıyla köleliği kaçınılmaz kıldığı yönünde bir iddiayı savunduğu dikkat çekmektedir.

Ona göre modern devlet; bugüne kadar halkı boğmaya şartlanmış, siyasi ve askeri anlamda merkezileşmiş tahakkümün eksiksiz ve mükemmel uygulanışından başka bir şey değildir ve geçerliliği dolmuştur

Bakunin, geçerliliği son bulmuş söz konusu mekanizmanın yok olacağını iddia ederek, bunun kaçınılmaz ve engellenemez bir ‘Toplumsal Devrim’ ile gerçekleşeceğini ifade etmiş ve böylelikle ideolojisinin amacıyla birlikte yöntemini de belirtmiştir.

Devrim yoluyla devletin ve diğer siyasi kurumların lağvedilmesini ve anarşist toplum düzeninin kurulmasını savunan Bakunin, bir eylem adamı olarak devrimci dönüşümün yıkıcı yönüne yaptığı vurguyla dikkat çekmektedir. Ona göre, özgür bir yeni toplumun yaratılabilmesi için eskinin tamamıyla yıkılması gerekir. Devrimci eylem, bireyi ve toplumu hayatın boğucu sıradanlığından kurtarır, onları yüceltir. Dolayısıyla, devrimci şiddet hem yol açtığı olumlu sonuçlar nedeniyle hem de özgürleştirici kapasitesiyle önem taşımaktadır.

Bakunin’in insan doğasına bakışı ise, yaygın kanının aksine insanın doğal olarak iyi olmadığı yönündedir. Ona göre, insan doğal olarak toplumsaldır. Toplumsallık nasıl insan doğasının bir parçası ise, güç arzusu da bu doğaya içkindir. Güç arzusu, Bakunin’in insan doğasına ilişkin ‘kötümser’ yaklaşımının temelini oluşturur.

İnsanlarda güce, otoriteye yönelik bir eğilimin varlığından daima tedirgin olan Bakunin, “En içten demokratı tahta oturtun, eğer hemen inmezse kesinlikle yozlaşacaktır.” diyerek insan doğasının kötümser yönüne vurgu yapmıştır.

Bakunin’in insan doğasına ilişkin kötümser yaklaşımı, doğal olarak toplumsal olan insanın güç arzusuna sahip oluşundan kaynaklanmaktadır. Esasen, Bakunin’in bu görüşünü tamamıyla reddetmek ya da eleştirmek doğru olmayacaktır.

Keza, güç arzusu insanda ihtiras duygusunu tetiklemektedir.

Diğer yandan, dini kişisel özgürlüğün temeline, yani ahlaki seçim özgürlüğüne dönük bir kısıtlama olarak gören Bakunin ‘Tanrı ve Devlet’ isimli kitabında, tanrıları, peygamberleri, mesihleri ve azizleri ile tüm dinleri yaratanın, henüz tam anlamıyla gelişmemiş ve yeteneklerine tamamıyla vakıf olamamış insanın saf hayal gücü olduğunu öne sürer. Ona göre,

“Eğer Tanrı varsa, insan köledir; insan özgür olabilirse ve olmak zorundaysa, o zaman Tanrı yoktur.”

Bakunin, Voltaire’in “Eğer Tanrı olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalırdık.” sözünü; “Eğer Tanrı gerçekten var olsaydı, onu zorunlu olarak ortadan kaldırmak gerekirdi.” biçimde tersine çevirerek Tanrıya ve dine yönelik yaklaşımını ortaya koymuştur.

Bakunin’in, Tanrıya ve dini tüm teamüllere kökten karşı oluşunun temelinde savunduğu özgürlük anlayışı yatmaktadır. Ona göre, insanın hayal ürünü olan Tanrının varlığını kabul etmek kölelikle eşdeğerdir.

Bakunin’in ilerleme ve bilim karşısındaki tutumuna bakıldığında ise, onun bir yandan aklı ve ilerlemeyi benimsediğini, diğer yandan da kendiliğindenliği, içgüdüleri ve iradeyi yücelttiğini söylemek – 180 – mümkündür. Bakunin; bilimciliğe, pozitivizme, yaşamın bilim tarafından idare edilmesine, soyut fikirlerin, formüllerin, bilimsel yasa ve teorilerin hayata hükmetmesine ve onu yönlendirmesine karşı çıkmıştır

Ona göre, bilim ancak yaşamı aydınlatır, onu yönetemez. Bakunin için bilim adamlarının hükümranlığı, var olabilecek en tehlikeli iktidar şeklidir. Eleştirel tutumuna rağmen Bakunin, bilimsel faaliyetin toplumsal yaşamın geliştirilmesi ve iyileştirilmesi noktasında taşıdığı potansiyelleri ve üstlendiği rolleri göz ardı etmez.Diğer bir ifadeyle;

Bakunin bilimin toplumsal hayatı kolaylaştırıp geliştirmesine değil, onun yaşamı yönetmesine, yönlendirmesine ve ona hükmetmesine karşı bir tavır takınır.

Bakunin’in, milliyetçilik hakkındaki görüşleri ise, sarf ettiği şu cümleyle özetlenebilir: “Hiçbir şey, insanlar için, milliyetçiliğin ütopik ilkelerini tüm halkların istekleri olarak görmekten daha saçma ve aynı zamanda daha yaralayıcı ve ölümcül değildir.” Ona göre, insanları birbirinden ayıran milliyetçilik, evrensel bir insani temel oluşturamamıştır. İnsanın tüm ulusal çıkarların üzerinde bir değer taşıması gerektiğini savunan Bakunin; Fransız, Rus ve Prusya despotları tarafından özgürlüğün hükmedici temelini yıkmak maksadıyla sonradan ortaya çıkarılan yanlış milliyetçilik ilkelerinin alaşağı edilmesi gerekliliğine vurgu yapar. Bununla birlikte milliyetçiliğin saygı gerektiren doğal bir olgu olduğunu da belirten Bakunin’in, milliyetçiliği genel kabul görme hakkı bulunan, tüm diğer gerçek ve zararsız şeyler gibi tarihsel ve yerel bir fenomen olarak da değerlendirdiği görülmektedir.

Diğer önemli bir nokta ise, insanın insanlığını tam olarak geliştirmek için maddi ve manevi araçlara sahip olması gerektiğini savunan Bakunin’in, özel mülkiyete bakışı ile ilgilidir. Ona göre, özel mülkiyet üretim araçlarını değil, yalnızca kişisel emeğin ürünlerini kapsamaktadır. Bakunin’in isteği,

Her birey için başkasını sömürmeyi imkânsız kılarak, herkese sadece üretime kendi emeğiyle katkı sağladığı ölçüde toplumsal zenginliğe katılma olanağı veren bir toplum örgütlemektir.

Diğer bir deyişle, Bakunin üretimde “Herkesten imkânlarına göre, herkese eylemlerine göre” kuralını benimser. Ona göre;

Herkes sahip olduğu imkânlarla üretime katkı sağladığında kimse bir başkasının emeğini sömürmemiş olur ve toplumsal zenginlik ancak bu şekilde sağlanır.

Siz de fikrinizi söyleyin!