Şiir

Ömrümün; Zamanın Ve Leyl’in Harında Yanmışlığında…!

ŞİİR, ÖMÜRLÜĞÜN DE BUGÜNÜ DÜNE,DÜNÜ YAŞANMIŞ GERÇEKLİĞİNDE BUGÜNE TAŞIRKEN ZAMANA,ÖMÜRLERE VE DUYGULARA,OLAYLARA KÖPRÜ OLUR…

30 Ocak 2011, 20:26

ÖMRÜMÜN;

ZAMANIN VE LEYL’İN HARINDA YANMIŞLIĞINDA…!

Akıp giden zaman ırmağında, çağların bağrında…

Sürülüp savrulan, solgun yapraklara dönmüşlüğüyle ömrümün…

Tıpkı,ömrümden önceki ömürlerin bizarlığını yaşamışlıklarla…

Canların acısını, canımın acısı sayıp…

Yürek yaralarını, gönül sızlıarını ve çilelerini ömrüme yazıp, benim çilem bellemişliğimle…!

Ömürleri pahasına yollarından dönmemişlikleriyle…

Yollarına inançlarında ölümleri ve ömürleri pahasına koyulmuşlukları gibi, koyulduğum…

Günüm geldiğinde ömürlüğümde benimde, devranımın da, kervanımında sonlara ereceği bilinciyle..

Bana biçilen zamanların sonuna ermelere uzanan, ömür denen yürüyüşümde…

Bu önlenemez yolculuklara, istemeden ve hatta zoraki koyulmuşluğumda…

Kiminin tecelli, kiminin kader deyip gönülsüz gönüllülükler de boyun eğdiği…

Kimininse naçarlığını fark ederek kabullenmemelere koyulmuşlukla…

İsyan isyan öfkesini dillendirdiği,o çıkmaz sokakta süren son çırpınışla…

Kah pişman, kah mutlu oluşlarla ömrün meyini tüketmişlikle…

Duracağımı bilerek, vuslatta yüzleşmelere…

Dalmışlığımla, benim benle hesaplaşmalarıma…!

Çağlara ve ömürlere sinen ömürlülüğümüz ve namımızla…

Olmasada, varsılladığım o mey sesinin huşuyla beni sarıp…

Sükunun okyanusuna beni çekip almışlığın da…

Dış benimin çeperlerinin, inceden, inceye sarsıntılarla,çatlamalara koyulmuşluğunda…

İç benimin, gizemli dünyamın açılan duygu kapısından geçmişliğimle,

Öteki alemlerin insanı esriklikler de esreden o meçhul ortamına…

Soyundukca soyunan ruhumun, aşk-ı narlara gark olmuşluğuyla…

Mesde ermişliğin de…

Koyulmuşlukla, bendeki bana yolculuğa…!

Salınır salınır giderim, arınarak bendeki benden

Ve, bu alemin, maddenin meşum, soğuk halinden…

Sıyrılarak, telaşından gailesinden, kurtularak gadasından-belasından…!

Hallerin böyleliğinde…

Ruh iklimimi,gönül coğrafyamı…

Velhasıl, evrenimi, dışımdaki bu alemi sarar leyl-i har…!

Yanar, tıpkı öncesindeki gibi, anın bu vaktinde de yine…

Alemlerin alemine, eğlencenin faslına dalmışlıkla nice hayatlar,

Çıra misali dibini aydınlatmaklar da yanar, kül olur gider aczde, fecre kadar…!

Kah, pür neşeliliklerde oynamışlıklar da içerek meyi,meşkle…

Kah, ıstırap ıstırap, hüzün hüzün…

Dökerek meşke ve meye meze olmuşluklarda gözyaşlarını…

Kak işkencede, zulümde çoğalarak bizcileyin direniş direniş…!

Yitik ömürlülüklerinin, farkında olamamışlıkların, beyhudeliğinde…

Tüketerek zamanları…!

Ömürlerin, ıskalanmışlıkların oyununda pey olup, sürülmüşlüğünde…

Zaman denilen yorgun ve bezgin masanın karaltılı örtüsüne…

Lakırtının, temaşanın, cümbüşlerin orta yere dökülmüşlüğünde…!

İçin için çürüyen zamanın ve ömürlerin yokluğu içmelere koyulmuşluğunda…!

Dahası,

Kazanılanın, yiteni asla mı asla karşılayamamışlığında…

Dostun attığı gül yarasının,

Düşmanın attığı taş yarasından daha da beterliklerde acıyıp,

Derin mi derin yaralayarak, iz bırakmışlığında…!

Yoklukların acısının suratlara tokat olup ”Şrak şrak” nidalarda çarpmışlığıyla!

Hicranlara meze olmuş gönül acılarının…

Benliği,bedeni ve örselenmiş ruhları esir edip, kemirmişliğinde…!

Geçip giden ömür katarlarının, bitip-tükenmeyen yollarda yitmişliklerinde…!

Muammalara, rivayetlere, ömür ve şehir efsanelerine çeşni olmuşluğuyla…!

Bağlasan durmayan zamanların, işgüzarlıklarında…

Ayağımızın zincir, ellerimizin pranga,bedenimizin soyulmuşluklarda acıyı içmişliğine inat…

Başımızın bulut bulut aklıklarda, onurla semaya uzanmışlığında…!

Fark edemeyiz çoğumuz, yitenleri,

Elimizden-avucumuzdan uçup gidenleri…!

İçinin oyulup, hıltının çıkmışlığında…

Ötesi, viraneliklere soyunmuşluğun da…

Ömür kalır,ömür elimizde…

Külçeleşmediyse de ramak kalmışlıklar da renk atıp, beti-benzi sararmaya koyulmuşluğunda…

Demet demet, solmuş ”Ebruli” çiçekler gibi anılığında…

Ya da ”Hercail”liklerde baş döndürüp, avareliklerin çarkında telef olmuşlukla…

Zamansız ölüveren, boynu bükük çiçekler misali…

İçin için, tükenmişliklere koyulmuşluğun da…!

İğneyle kuyu kazmalara soyunmuşluğumda,

Deşerim bendeki beni,ben…!

Nasibimin,

An gelip, sevinç…

An gelip, gam gam ses verip,elem elem sızlanmışlığında…

Tezenesi değdikce zaman denen ustanın, bağrıma…

Depreşir duygularım, coşkuyla çıkar avazım arş-ı alaya…!

Gönül aynamda belirirken, ruhani silüetim…

Yorgunlukların, hüsranların, bedbahtlık’ların ondaki ıstırabıyla…!

Sızlanmaya koyulur…

Akortsuz kemanları kıskandıran, ağlamaklı gıcırtılarla…!

Dökülür bir bir eteklerimden, zamanın ve ömrümün yorgunlukları…

İçerken, hem ben, hem leyl kahırla azabın harını…

Yıllanmış mey letafetinde…!

Geçeriz kendimizden leyl’de, bende…

Katran karası renklerin içinde debelenmişliklerde, mecalsiz düşmüşlükle…!

İşte o an,çıka gelse zülfü dolaşıklığıyla yar…

Bir vurup, bin ah işitir…

Dokundukça,gönlümün bam teline…!

Ömrümün, hicranın ve zamanın tellerine takılıp kalmışlığında…

Kasırgalarda, sürgünlere savrulmuşluğumda…

Bendeki benin, biçarelikler de…

Ömür ömür tükenmişliği ile…!

Leyl bir yandan, adeta onunla yarışa tutuşan yaralarım bir yandan…

Kızıl bir gonca olur açılır, yar dudağı misali…!

Albenisiyle sarar şalına karanlığın leyle beni,alıp götürür,sürüp savurur…

Anılar bedesteninde,

Dolaştırır cezve misali cehennem-i har ilinde elden ele…

Harın da nar kesilir bedenim,kaynar özüm, göynür gönlüm…

Leyl’in…

Aşkın…

Yar’in…

Ve…

Zamanın bağrında,ben…

Ömrümün için için yitip gitmişliği ile…

Yıldız kaymaları misali,şavk-ı şatafatla…

Ömrümün son demini tatmışlığımda…

Fark edememişliğimle,ölüme ramak kalmışlıklar da dolaşmışlığı mı…

Biçareliklerin pergelliğinde dönüp durmuşluğumla…

Zamanın,yel olup esmiş’liği, su olup akmış’lığıyla sarmış lığın da beni…

Azap çöker azap, sineme…

Bir kahve telvesi koyuluğuyla…

Gönlümün cezvesi ne…

Zaman denen hoyrat ustanın, örseleyerek sunmuşluğuyla beni…

Cezveliğin de ömrümün, hardan, hara…

Leyl misali kah nara, kah karaya bürünerek ben…

Ben yaparım ben, ömrümün sakiliğini…

Kah, bade bade meyliğinde…

Kah,kahve kahve pişirerek, kırk yıllık dostluk hatır’lığında…

Sürülmüşlüğünde narlı harlara zamanın ocağında…

Leylin, benim ve ömürlerin…

İçmelere koyulurum, dem dem, bade bade ölümü…!

Tükenip gitmişliğin de yana yana ömrümün…

Kah ateşim,kah cezvem, kah kaynattığım kahve olur ömrüm benim…

Dolaşır zamanın tarağında, kıvrım kıvrım çilelerim, hüzünlerim…

Halaçcımın zaman olmuşluğun da tiftiyen pamuklar misali…

İçimin dışa çıkmacasına, dövülüp, savrulup,oradan oraya atılmışlığın da…!

Bir gizemli, albenili yolculuğun, soluk soluğa sürdürülmüşlüğün de…

Yorulan bedenim, sızlayan yüreğim kalmış şunun şurasında…

Yare hasretlikle, leylin kollarında…

Uzanırım uzanırım, zamanın bağrında,leylin karanlığında…

Ömrümün uçsuz bucaksız ovasına, çıktığım bu ruhani yolculukla…!

Geç de olsa fark edivermişliğimle, ayan -beyan…

Bunca zaman yok saydığımla, yüzleşmişliğimle…

Öğrenip, bili vermenin hüznüne gark oldum, iliklerime dek şuan…!

Görüyorum ki buradan öteki aleme, gitmişliğim de…

Yanım sıra, götürürüm cehennemimin ateşini de, odununu da beraberimde…

Yaşarken bu alemin şaşalı karanlığında, bakar körlüklere koyulmuşluğumla…

Karanlığın kahrını çekerek,için için çürümüşlüğü mü anlamamışlığımda…!

Akıp giden ömür ırmağında savrulmuşlukla…

Dara çekilmişliğim de hakanların gazabıyla…

Diri diri yüzülmüşlükle canımın alınmışlında bedenimden…!

Beyhudeliklerin tutsaklığında kala kalmışlıkla,

Direniş direniş,kahır kahır,öfke öfke çoğalan acılarımla…

Yorgun düşer, yorgun bedenliğimde, bendeki benim…

Zamanın acımasızlığında, dünya denen bu handa konaklamışlığım da…

Benim ve leylin kaderdaşlığın da…

Yanarız ben ve leyl, zamanın ocağında kor kor harın da…

Al al narlıklar da, örsümüzün, çekicimizin, ustamızın zaman olmuşluğun da…

Bedenimize zulmün inip, derimizin yüzülmüşlüğün de…

İnim inim inlemişliğimizde bile, el-aman demeyip, onurluca direnmişliklerde…

Canımızı seve seve feda etmecesine, ser verip sır vermemişliğimiz de…!

Nesimiliğimiz de, Hallac-ı Mansurluğumuz da…

İnsanı Kabe’miz bilip…

ENEL HAK demelerden dönmemişliğimizle…

NESİMİ’lilkerde, HALLAC-I MANSUR’luklarda…

Ve, zahir diğer onurlu yüreklerin direniş, direniş ölümü öpen bedenliğiyle…

Sesimizin, gök kubbede hoş sedalıklar da kalmışlığında,

Adımızın, şanımızın namuslulukla, şerefle ardımız sıra anılmışlığın da…!

Onur onur, kavga kavga, ışıltı ışıltı çağlara yayılmışlığın da…!

Onur, onur, kavga kavga, ışıltı ışıltı çağlara yayılmış lığın da…!

Erdem YASSIBAŞ, Hildesheim / Almanya
30 / 01 / 2011, Saat ; 15_48

Siz de fikrinizi söyleyin!