Deneme,  Ebeveyn,  Tartışma,  Toplum

Mete İntihar Etti

Onu ilk kez üniversitenin yerleşkesinde hafta sonları düzenlenen canlı müzikli, danslı eğlence salonunda görmüştüm.
Ben bir kız arkadaşımla dans ediyordum. O, dans pistinin hemen kenarında ayakta dikilmiş heykel gibi hiç kıpırdamadan duruyor, dans edenleri izliyordu.
Dansımız bitti, kız arkadaşımla oturmuş olduğumuz masaya doğru yöneldik, tam onun yanından geçiyorduk ki, bana baktı, “Merhaba, ben Mete” dedi. Benim bir anlık şaşırdığımı görünce hemen açıkladı: “Seni, üniversitede Tarık Ali ile ayak üstü konuşurken gördüm, yanınızdan geçerken Türk olduğunu duydum.”
Dans ettiğim kız arkadaşım da o akşamki eğlenceye bir kız arkadaşıyla beraber gelmişti. Mete’ye döndüm:
– “Hadi gel, hep beraber oturup bir şeyler içelim.”
Dört kişi adlarımızı söyleyip tanıştık: Liz, Yılmaz, Mete ve Barbara. Kızlar ‘shandy’ istedi, Mete ‘cider’ denilen alkol derecesi çok düşük elma şarabı, ben ise siyah İrlanda birası sipariş ettik. İçeceklerimizi yudumlarken kısa bir sohbet yaptık. Ben kız arkadaşım Liz ile yeniden dansa kalkarken Mete’ye de ‘Hadi, sen de dans kalk’ anlamında başımla işaret ettim.
Liz’le geç vakitlere kadar dans ettik, masaya geri döndüğümüzde Mete’nin gitmiş olduğunu, Barbara’nın biraz da sıkılmış, tek başına oturduğunu gördük! Barbara, üzgün, bana bakarak durumu özetledi:
– “Sanırım arkadaşınız beni beğenmedi! Hiç konuşmadan oturdu. Ben onu dansa davet ettim, başını olmaz anlamında salladı, sonra da kalkıp gitti!”
Barbara’dan özür diledim. Kızlar, üniversitenin yurdunda kalıyordu. Kalktım, Mini Cooper arabama bindim, eve yollandım.
O geceden on gün kadar sonra Mete ile üniversitenin yemekhanesinde karşılaştım. Suçluymuş gibi ezik konuştu:
“O gece için senden özür dilerim! Sizin de eğlenmenizi bozdum, istemeyerek.”
– “Mete, bizi değil ama Barbara’yı kırmışsın! Dans etmek zorunda değildin, ama hiç olmazsa biraz sohbet etseydin! Neyse, olan oldu üzerinde fazla durmanın gereği yok!”
“Eğer biraz vakit ayırabilirsen seninle konuşmak istiyorum, daha doğrusu dertleşmek istiyorum…”
– “Mete, bu gün çok yoğun benim için, akşama kadar dört derse gireceğim, bir de laboratuar var. Eğer senin için uygunsa yarın öğle yemeğinden sonra burada buluşalım, konuşalım.”
Olur, anlamında başını salladı…
Ertesi gün anlaştığımız gibi buluştuk. Üniversite’nin karşısındaki Pub’a gittik, o saatlerde tenha oluyordu.
Ben yine siyah İrlanda birası, Mete elinde ‘cider” bardağı bir masaya oturduk. Birkaç yudumdan sonra Mete’ye:
– “Haydi, anlatmaya başla seni dinliyorum” dedim.
Ay yüzlü, tüysüz pembe yanaklı Mete, derin hüzünlü ela gözleriyle bakarak fısıldar gibi konuştu:
“Nereden, nasıl başlayacağım, bilmiyorum…”
– “Rahat ol. Bir yerden başla…”
“Malatyalıyız. Babam, şimdi emekli albay, annem ev kadını…benden üç yaş küçük kız kardeşim var. İlk, orta ve liseyi Malatya’da okudum… Ben ortaokuldaydım, babam alay komutanıydı. Askeri lojmanda oturuyorduk. Babamın bir emir eri vardı, evin alış veriş işlerini de o yapardı…”
Mete’nin sesi giderek çatallaşıyor, sık sık içeceğini yudumluyordu.
– “Dinliyorum, devam et…”
“Bir yaz günüydü. Babam, emir erini bir yere gönderecekti, bana da ‘hadi sen de onunla git, biraz hava al, biraz başını kitaplardan kaldır!’ dedi. Gitmek istemiyordum, babam dayattı. Emir eri ile yola çıktık. Hiç konuşmadan yirmi dakika kadar açık arazide yürüdük sonra bir tepeye tırmandık. Her yer ağaç, etrafta kimse yok. Büyük bir ağacın dibinde durduk. Niye durduğumuzu sormak için ağzımı açmıştım ki…”
Mete boncuk boncuk terliyor, soluklanmada zorlanıyordu. İçeceğinden bir yudum daha aldı, durdu…
– “Mete, rahat ol, sakin sakin anlat…”
“Birden bana sarıldı, dudaklarımdan öptü…şok olmuştum…kollarından kurtulmaya çalıştım…çok güçlüydü…bağırmaya sesim çıkmıyordu… hem bağırabilsem bile etrafta beni duyacak kimse yoktu…Beni çimenlerin üzerine yatırdı, zorla pantolonumu çıkardı, kendi pantolonunu da …”
Mete, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yıllar önce uğradığı cinsel saldırıyı yeniden yaşıyordu. Toparlanmasını bekledim.
“Sonra beni korkuttu…birilerine söz edersen babanı da anneni de kurşuna dizerim, dedi. Bu olanlardan bugüne kadar hiç kimseye söz etmedim, ilk sana anlatıyorum…”
– “Mete, bunlar olduğunda kaç yaşındaydın?”
“On üç…ortaokul ikinci sınıfta…o günden sonra tam içime kapandım, kimseyle arkadaşlık yapmadım, kendimi derslere verdim… başarılı oldum. Liseyi bitirdikten sonra PTT’nin Yurtdışı Devlet Busu sınavına girdim. İngiltere’yi kazandım. Elektrik-Elektronik Mühendisi olmak üzere buraya, Londra’ya geldim…”
– “Mete, o alçak saldırının üzerinden yedi-sekiz yıl geçmiş. Normal yaşamını sürdürmüş, okullarda başarılı olmuş, çok zor bir sınavı kazanıp buraya gelmişsin. Şimdi ne oldu da bunca yıl sonra, seni yaralamış olay yeniden su yüzüne çıktı?”
“Burada özgürlüğü gördüm…yaşıtlarımın nasıl eğlendiklerini, mutlu olduklarını gördüm. Sonra, sormaya başladım… kendi kendime… ben niye mutlu olamıyorum? İşte, sana bunu sormak, senin görüşünü öğrenmek istiyorum… ben normal değil miyim…ben homo’muyum?…”
Doğrusu böyle bir soruyla karşılaşmayı beklemiyordum. Biramdan birkaç yudum aldıktan sonra yanıtlamaya başladım:
– “Mete, cinsellikte ‘Normal’ diye bir durum yoktur! Ben kızlarla birlikte olmayı seviyorum, bu benim ‘normalim’. Sen kızlarla birlikte olmayı sevmiyorsun, bu da senin ‘normalin’.
Bak bu kentte, Londra’da seni tanıyan, bilen yok. Rahat ol. Doğan neyse, senin ‘normalin’ neyse önce onu öğren, ondan sonra da kendi ‘normaline’, kendi doğana göre yaşa…Homo konusuna gelecek olursak… Bilim insanları kanıtladı, eşcinsellik genlerle ilgili, kromozomlarla ilgili, beyinle ilgili. Hastalık değil, bazı insanların doğası ile ilgili.
Kıçına zorla bir şey sokulan ibne olur mu, Mete?”
Mete’nin sesi titredi:
“Bilmiyorum…”
Mete’nin duruma geniş bir açıdan bakmasını istedim, şunları söyledim:
– “Andre Gide’nin ‘The Immoralist’ini oku. Balzac’ın ‘Illusions’unu oku. Bak bakalım kendini oralarda görebiliyor musun?
Sonra, Oscar Wilde var. Onun ‘Picture of Dorian Gray’ adlı romanını oku…
Mete, sen hem kendine ve ailene hem de ülkene, beyin gücünle, beyinsel çalışmalarınla yararlı olacaksın, cinsel yaşamınla değil!
Heteroseksüel, homoseksüel ya da biseksüel oluşun hiç kimseyi ilgilendirmez! Cinselliğini korkmadan çekinmeden özgürce yaşa!
Cinselliğinle ilgili hiç kimseye hesap verme zorunda değilsin, sen de hiç kimseyi cinsel tercihleri nedeniyle sakın yargılama!
Hepsi bu kadar…”
Pub, giderek kalabalıklaşmaya başlamıştı. Mete ile konuşmamız üç saati aşmıştı. Mete, anlatmaktan yorulmuştu, ben de dinlemekten…
– “Mete, artık kalkalım, geç oldu, seni evine bırakayım.”
Sesini çıkarmadan Mete ayağa kalktı. Camden Town’da oturuyormuş. Mini Cooper arabamla on beş dakikada Mete’yi evine bıraktım…
Aradan yaklaşık bir ay geçti, Mete’yi üniversitenin lokalinde gördüm. Başında siyah bir takke, yüzünde mutlu bir gülümseme yanıma geldi.
“Çok mutluyum! Pakistanlı, Hintli Müslüman arkadaşlarım oldu, onlarla düzenli cami sohbetlerine gidiyorum, çok iyi oluyor” deyip yanındaki arkadaşlarını tanıttı. Konuşmayı kısa kesti, Müslüman arkadaşlarıyla neşeyle ayrılıp gitti…
Onu mutlu görmek beni sevindirmeliydi, ancak nedenini bilemediğim olumsuzluklar kafamda belirdi, sevinemedim…
Aylar sonraydı.
Alarm saatim her sabah olduğu gibi saat 7’de çalmış, kalkmış elimi yüzümü yıkamıştım ki, telefon çaldı. Bu kadar erken kim olabilirdi?
“Yılmaz, ben gidiyorum…”
Boğuk bir sesle konuşan, Mete idi. Şaşırdım:
– “Mete nereye gidiyorsun? Ne var, neler oluyor?
“Hakkını helal et…ben öbür dünyaya…”
Titreyen sesi kesildi, hat düştü…Elim ayağım buz kesmişti. Mete, hayatına kıymak üzereydi… Hemen Camden Town Polis Karakoluna telefon ettim. Komisere kısaca ve çok çabuk kendimi tanıttım. Olanları da kısaca özetledim:
– “Sir, sanırım Türk arkadaşım Mete, evinde intihar etmek üzere! Ben hemen yola çıkacağım, ama siz oraya daha yakınsınız… Lütfen bir ambulans da alarak yetişin!”
Komiser Mete’nin adresini sordu
– “Sir, adresi bilmiyorum! Ancak oraya bir kez arabamla gittiğim için tarif edebilirim.”
Tarifi yaptım, hızla giyindim ve yola çıktım.
Bir polis arabası ve bir ambulans Mete’nin kaldığı evin önünde park etmişti. Rahatladım. Hızla arabamdan çıkıp eve doğru yürüdüm. Kapıdaki görevli içeri girmemi engelleyince komiserin adını verdim.
Mete’nin odasına girdim.
Komiser ve birkaç polis memuruyla ambulans görevlileri ayaktaydı.
Yerde, küçük bir seccade, seccadenin sol başucunda 99’luk tespih…
Mete, yatağına sırt üstü uzanmış, başında siyah takkesi, gözleri kapalı, uyur gibi. Sağ eli, hemen başucundaki komodinin üzerindeki içi boş bir ilaç şişesine dokunuyor…
Komiser bana döndü, üzgün bir sesle,
-“Arkadaşınız intihar etmiş! Bir şişe ilaç içmiş, ne ilacı şimdilik bilmiyoruz, araştıracağız. Ne yazık ki biz geldiğimizde ölmüştü…yapacak bir şey yoktu. Başınız sağ olsun…”
Komiser benim ev adresimi, telefon numaramı aldı. Türkiye Büyük Elçiliğinde Öğrenci Müfettişliğinin telefonunu verdim.
– “Mete ile ilgili tüm bilgileri ayrıntılı olarak onlardan öğrenebilirsiniz… Mete’nin Türkiye’deki anne babasının adresini de…”
Komiserden izin alıp ayrıldım.

Mete’ye yardımcı olamamıştım, suçluymuş gibi duygulandım. İsteksiz arabama bindim, üniversiteye doğru yola çıktım…

Yılmaz Dikbaş
16 Mayıs 2021, Pazar
0532 233 31 52

Siz de fikrinizi söyleyin!