Deneme,  Siyaset,  Toplum

Londra Lokanta İşçilerini Sendikalı Yaptım

1960’lı yılların ilk yarısında Londra’da üniversite öğrencisiydim.
Yaz tatillerinde, yılbaşı tatillerinde ve okul zamanı bazı hafta sonlarında Wimpy lokantalarında garsonluk yaptım.
Kıbrıslı Ali Bey-Hasan Usta kardeşlerin Londra’da toplam 14 Wimpy lokantası ve bir de Stake House, yani Et Lokantası vardı.

Ben, bir yer dışında hep Fulham’daki Wimpy Lokantasında çalışmıştım, ama diğer Wimpy lokantalarında çalışan Türklerin hemen hepsini tanıyordum.

Bu tanışıklık nasıl olmuştu?

İstanbul’dan gelenlerin dışındaki tüm Türk işçilerin hiçbiri İngilizce bilmiyordu. Onların çoğunu doktora götürmüş, yıl sonu vergi iade formlarını doldurmuş, bankada hesap açmalarına yardımcı olmuştum. Herhangi bir nedenle karakola çekilenlere, mahkemeye düşenlere de hem tercümanlık yapmış hem de nasıl davranmaları konusunda temel bilgiler vermiştim.

Bulundukları lokantalarda Şef (Aşçı Başı) konumunda olup, diğer çalışanlara önderlik yapabilecek yetenekte olan şu kişilerle daha çok görüşür ve konuşurdum: Niğdeli Hanefi Çınar (Fulham Wimpy), Tuncelili Kamer Şaroğlu (Knightsbridge Wimpy), Bingöllü Enver Yavuz (Croydon Wimpy), Antepli Şahin Ekici (Finchley Wimpy), Urfalı Zülfikar Yıldız (Chelsea Wimpy), Tokatlı Bedrettin Dedeoğlu ( Oxford Street Wimpy), Çorumlu Şakir Köstekçi (Picadilly Wimpy), Sivaslı Abidin Akova (Regent Street Wimpy), Konyalı Mehmet Çetin (Victoria Wimpy) ve İstanbullu Hasan Gündüz (Earl’s Court Wimpy).

Bunların hepsi benden yaşça büyüktü, ama bana “Ağabey” derlerdi.
Bu kişilere, her fırsatta İngiltere’deki yasaları, kuralları, gelenekleri anlatırdım. İngiltere’deki işçilerin başta sendikalaşmak üzere temel haklarının neler olduğunu sayar, bu hakları nasıl elde etmiş olduklarının tarihi geçmişini özetle anlatırdım…

Kıbrıslı Ali Bey-Hasan Usta kardeşlerin Wimpy lokantalarında çalışan Türk işçileri genelde günde 12 saat çalışır, ama 8 saat üzerinden ücret alırdı. Patronlar, çalışanlara “fazla mesai” ücreti ödemezlerdi.

İşçilerin büyük çoğunluğu yıllık izinlerinde Türkiye’ye, köylerine giderlerdi. Bu izin sürecinde de ücret almaları gerekirken patronlar, çalışanları “ücretsiz izinli” olarak gösterir, para ödemezlerdi.

Çalışanların tümüne, aralarında 5-6 yıllık olanlar da vardı, asgari ücretten (en az ücretten) ödeme yapılırdı.
Hiçbir işçi, çalışma koşulları ve ücret konusunda patronlara yakınamazdı! Böyle davrananlara Hasan Usta hemen, “Gardaşım sen hemen çıkışını al, git!” der, işten kovardı.

Sanırım söylememe gerek yok, Wimpy lokantalarında çalışan Türkler sendika üyesi değillerdi. Böyle bir yapılanmaya patronların fırsat vermesi söz konusu değildi. Hasan Usta, bütün gün Wimpy lokantalarını tek tek gezer, gözlerini işçilerin üzerinden ayırmazdı…

Ali Bey-Hasan Usta kardeşlerin Wimpy lokantalarında çalışan Türkleri sendikalı yapmaya karar verdim.

Önce, General Workers Union (GWU), Yani Genel Çalışanlar Sendikası Başkanlığına telefon ettim. Genel Sekreter George Woodcock ile konuşmak istediğimi bildirdim. Bağladılar.
George Woodcock’a kendimi kısaca tanıttım. Konuyu da kısaca özetledim. Kendisiyle yüz yüze görüşmek istediğimi söyledim. Çok ilgilendi. “Hemen yarın gelin, konuşalım” dedi.
Ertesi gün GWU’nun merkez ofisine gittim. Hemen Genel Sekreterin odasına aldılar.
George Woodcock beni ayakta sıcak karşıladı, tokalaştık. Odasında bir kişi daha vardı, onu tanıttı: “John Lyons, benim yardımcım. Sizi birlikte dinleyeceğiz.”
Konuyu ve ne yapmak istediğimi ayrıntılı olarak anlattım. Sözümü hiç kesmeden çok dikkatle dinlediler, John Lyons sürekli not aldı.
George Woodcock, “Bundan sonra sizinle çok yakından John ilgilenecek, gerektiğinde ben de devreye gireceğim” dedi, ayağa kalktı.
George Woodcock’a teşekkür ettim. John Lyons’un odasına geçtik.
John Lyons – “Size sendika üyeliği için başvuru formlarını versem, bunları işçilere imzalatıp bana geri getirebilir misiniz?”
Ben – “ İşçileri buraya getirmem gerekecek mi?”
John Lyons – “Hayır, bu aşamada gerekmez. Toplam kaç işçiden söz ediyoruz?”
Ben – “Yaklaşık 80-90 dolaylarında.”
John Lyons – “Siz 30-40 işçiye başvuru formunu imzalatabilir misiniz?”
Ben – “En geç bir hafta içinde bunu sağlayabilirim. Ancak Genel Sekreter’in yanında söylediğimi bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Ben başvuru formlarını size getirinceye kadar lütfen sizden hiç kimse Wimpy lokantalarına gitmesin! Hasan Usta’nın her yerde gözü kulağı vardır, en ufak bir şeyden kuşkulanırsa işimizi hemen bozabilir!”
John Lyons – “Merak etmeyiniz, sizden habersiz hiçbir şey yapılmayacak, sizinle sürekli iletişim içinde bulunacağız.”

Bu konuşmadan sonra bana verilen bir deste, en az 50 adet, başvuru formuyla sendika merkezinden ayrıldım.
O günün akşamı, Wimpy’lerdeki güvendiğim arkadaşları ev telefonlarından geç vakitlerde tek tek aradım: Hanefi, Kamer, Enver, Şahin, Zülfikar, Bedrettin, Şakir, Abidin, Mehmet ve Hasan Gündüz’e durumu anlattım. Hemen yarından başlayarak Wimpy lokantalarını birer birer gezerek, işçi arkadaşlara sendika başvuru formlarını imzalatacağımı söyledim. Sanki, arkadaşların vergi iade formlarını imzalatıyormuş gibi davranacağız, dikkati çekmeyeceğiz, diye de tenbih ettim.

Her şey planladığımız gibi gitti.
İki gün içinde 36 işçi arkadaşıma sendika başvuru formunu imzalatıp doğru John Lyons’un yanına gittim, formları teslim ettim.
Bu kadar kısa bir sürede isteneni yerine getirmiş olmamdan mutluydu.
John Lyons – “Biz şimdi, sendika yetkilileri ve hukuk danışmanımızla birlikte Ali Bey-Hasan Usta’nın merkez ofisine gideceğiz. İş yerlerinde sendika yetkisi almış olduğumuzu söyleyeceğiz. Bu arada sizin adınızı saklayalım mı?”
Ben – “Hayır, gizlenecek bir şey yok! Yasa dışı bir şey yapmadık! İşçilerin doğal hakkı olan sendikalaşmayı sağladık. Adımı vermenizde hiçbir sakıca yok!”
John Lyons – “Biz hemen Wimpy’lerde işyeri temsilcileri atayacağız. Bu görevi yapabilecek kişilerin adlarını bize verir misiniz?”
Ben – “Böyle bir şeye gerek duyulacağını tahmin ederek, yetenekli ve güvenilir 12 işçi arkadaşımın adını bir listeyle hazırladım” dedim ve cebimdeki listeyi çıkarıp verdim.
John Lyons – “Çok teşekkür ederim. Bundan sonraki gelişmeleri zaten duyacaksınız, ama yine de ben sizi telefonla arayıp haber vereceğim. Çok iyi bir iş başardınız, sendika adına size teşekkür ediyoruz.”

Tüm bu olaylar yaşanırken ben, Ali Bey-Hasan Usta’nın Knightsbridge’deki tek Et Lokantısında (Steake House) yeni çalışmaya başlamıştım. Londra’nın en zengin semtlerinden biri olan yerdeki lokantanın müşterileri paralı kişilerdi. Ücretim ve bahşişlerle beraber kazancım çok iyi, işim de rahattı…
Ama, şimdi kıyamet koptu kopacaktı!…

Her sabah olduğu gibi saat 10’nda lokantadaydım. Lokanta öğle yemeği için hazırlanmaktaydı. Mutfak ve temizlik işçileri çalışırken kendime bir bardak çay doldurup masalardan birine oturdum. Henüz birkaç yudum almıştım ki, Hasan Usta kapıda belirdi! Günaydın bile demeden, pancar gibi kızarmış yüzüyle bana doğru yürürken konuştu:
“Aga, seninle beraber dışarı çıkacağız, hadi!”
Lokantadan beraber çıktık. Arabası kapıda bekliyordu. Bindik. Bir süre gittik. O konuşmuyor, ben de sessiz bekliyordum. Sonunda konuştu:
Hasan Usta – “Aga, biz sana ne kötülük yaptık da sen bizim başımıza bu belayı açtın?”
Ben – “Hasan Usta, ben size hiçbir kötülük yapmadım! Henüz iki hafta önce sizin Steake House müdürü İstanbullu Tanju Bey’in iki yıldan fazladır kasadan nasıl para çaldığını, sizi nasıl dolandırmış olduğunu ortaya ben çıkarmadım mı? “
Hasan Usta – “O iş başka! Şimdi başımıza sendika belasını açtın! Biz şimdi bu beladan nasıl kurtulacağız?”
Ben – “Başınıza bela açmadım. Londra’daki otellerin lokantaların hemen hepsinde çalışan işçiler sendikalı! Sizin lokantalarınızdaki işçilerin sendikalı olmasını sağlamakla, işveren olarak sizin saygınlığınızı artırdım.”
Hasan Usta – “Olmaz olsun öyle saygınlık! Bizim saygınlığımız bize yetiyordu! Şimdi, sendikacı denilen haydutlarla nasıl baş edeceğiz?”
Ben – “Hasan Usta, nereye gidiyoruz?”
Hasna Usta – “Gideceğimiz yere vardık!” dedi ve arabayı şirketin merkez ofisinin bulunduğu binanın önünde durdurdu.
Hasan Usta – “Sen şimdi burada in! Yukarıda bizim muhasebe müdürümüz Yusuf Bey seni bekliyor, konuşacaksınız! Bu pisliği temizlemek için ne yapman gerektiğini Yusuf Bey sana anlatacak! Eğer biraz aklın varsa onun söyleyeceklerini dinlersin!”
Ben iner inmez Hasan Usta arabayı hızla sürüp gitti.

Geçmişte bir kez şirketin merkez ofisine gelmiş ve Yusuf Bey’le çok kısa konuşmuştum.
Üst kata çıktım. Beni karşılayan sekreter kız doğru Yusuf Bey’in odasına götürdü.
Asıl adı Jozef olan Yusuf Bey, İstanbullu bir Yahudi’ydi. Wimpy lokantaların kuruluşundan beri Ali Bey-Hasan Usta kardeşlerle beraber olmuştu. Onların tüm para işlerini yöneten kişiydi. Türkçeyi çok iyi konuşuyordu.
Ellili yaşlarında, kısaya yakın orta boylu, gözleri fıldır fıldır Yusuf Bey, sempatik görünmeye çalışarak elini uzattı, tokalaştık, koltuğu işaret etti, oturdum.

Yusuf Bey – “Beraber Türk kahvesi içelim, konuşalım. Kahveniz nasıl olsun?”
Ben – “Siyanürü az olsun!”
Birkaç saniyelik bir şaşkınlık yaşadı, sonra fıldır fıldır gözleri parladı, gülerek konuştu:
Yusuf Bey – “Sense of humour, yani espri anlayışınız var, ne hoş! Ancak şimdi konumuz çok ciddi, hemen başlayalım!”
Ben – “Başlayalım!”
Yusuf Bey – “Patronların başına sendika belasını sarmışsın! Neden, niçin bunu yaptın diye sözü uzatmayacağım! Bu beladan kurtulmanın yolunu anlatacağım. Siz, Türk işçileri nasıl sendikalı yaptıysanız, şimdi de onların hemen sendikadan istifa etmelerini sağlayacaksınız!”
Ben – “İşçiler kendi özgür iradeleriyle sendikalı oldular! Benim onları bu kararlarından vazgeçirmem mümkün değil! Kaldı ki, öyle bir gücüm olsaydı bile onların sendika üyeliğini asla engellemezdim! İngiliz işçiler gibi onlar da haklarını arama yolunda örgütlenmişlerdir. Bence, hiç kuşkusuz doğru yolu seçmişlerdir!”
Yusuf Bey – “Siz, zeki bir üniversitelisiniz. Patronların size neler yapabileceğini hiç düşündünüz mü?”
Ben – “Şunu mu demek istiyorsunuz: Ali-Hasan Kardeşler tıpkı Londralı Kray Kardeşler gibi gangsterliğe mi soyunacaklar? Şiddet uygulayarak mı beni yola getirecekler?”
Yusuf Bey – “Neler yapabileceklerini düşünmek bile istemem!”
Ben – “Burada size açık ve net olarak söylüyorum, siz de onlara söyleyin: Beni korkutmaları mümkün değil! Hem, benim de daha yapacaklarımın olduğunu hiç unutmasınlar! Londra’da 14 Wimpy ve bir et lokantası sahibidirler, yani kaybedecekleri çok şey var! Benim kaybedecek hiçbir şeyim yok! Para işlerini çok iyi bilen bir kişi olarak onlara doğru öğüt vereceğinizi umuyorum! Türk kahvesi için teşekkürler…”
Böyle deyip Yusuf Bey’in odasından hızla çıkıp gittim…

Elbette Ali-Hasan Kardeşler bana hiçbir şey yapmadılar, yapamadılar!
Hasan Usta, benim Knightsbridge Et Lokantasındaki işime son verdi!

Üniversitenin ilan tahtasında görmüştüm. Skegness’de çilek toplama işinde dört hafta çalışacak geçici işçiler aranıyormuş, ücret dolgunmuş. Hemen ayrıntılarını öğrendim. İki gün sonra Skegness’de çilek tarlasında çilek topluyordum…

Ne mutlu beyin gücü, el emeği, alın teriyle para kazananlara…

Yılmaz Dikbaş
16 Nisan 2021, Cuma
0532 233 31 52

Siz de fikrinizi söyleyin!