Bilim,  Felsefe,  Fizik,  Tartışma,  Toplum

Kozmolojide Keşiflerimiz (3)

Her ne kadar evrim belli bir kesim insan tarafından kabul edilmeyen veya bilmedikleri için karşı dursalar bile evrim gerçektir. Evrim, hem canlılar ve evren için de olmazsa olmazıdır, fakat canlıların evrimine daha fazla değinerek, kozmos konumuzun bütünlüğünü bozmadan konumuza başlıyorum.

Yıldızlardan bazıları, evrimlerinin erken bir döneminde donmuş milyonlarca cansız ve taşlaşmış dünyacıklarla, gezegen, sistemleriyle çevrili olabilirler. Belki de yıldızların çoğunun bizimkine benzer bir gezegen sistemi vardır. Bunların dış sınır çizgisinde, gazların büyük halkalar oluşturduğu gezegenler ve buzlu aylar, merkeze yakın bölümünde de küçük, sıcak, mavimsi beyazlıkta bulutlarla kaplı dünyalar bulunabilir. Bunların bazılarında, insana benzer akıllı yaratıklar gelişip gezegenlerinin yüzeyini büyük yapılarla kaplamış olabilirler. Onlar bizlerin belki alt evrimi belki de üst evrimi olabilir.

Galaksilere gezegenlere yolculuklar yaptıkça bulgulardan olsun veya alınan numuneler ile o gezegenlerde daha önce canlıların olma ihtimali kesinlik kazanabilir. Ancak, şu an dünyaya yakın gezegenler de bu çalışmalar başlamış son derece gelişmiş analiz özellikleri olan yapay zekalı robotlarımız bu algoritmada geliştirilmiş ve geliştirilmeye çalışılıyor. İşte, sistemimizin gezegenlerine, Güneş’in tutuklulan olan büyükçe dünyalara yaklaşıyoruz. Bunlar çekim gücü nedeniyle hemen hemen dairesel diyebileceğimiz yörüngeler çizerler ve Güneş tarafından ısıtılırlar. Bunlardan Platon metanlı buzla örtülüdür ve eşliğinde kocaman Charon Ay’ı vardır. Çok uzağında kaldığı Güneş’in aydınlattığı Platon gezegeni, simsiyah göklerde küçücük bir ışık noktası gibidir. Gaz dolu dev dünyalar olan Neptün, Uranüs, Satürn ve Jüpiter’i çevreleyen buzlu Ay’lar vardır. Bunlar arasında Satürn, güneş sisteminin elmas parçasıdır. Gazlı gezegenlerle bunların yörüngelerinde dolaşan aysberglerin oluşturduğu bölgenin içerleri iç güneş sistemi yöresini oluşturur. Burada örneğin, kıpkırmızı Mars gezegeni vardır. Yükselen volkanların, kocaman vadi yarıklarının, gezegeni baştan başa kasıp kavuran kum fırtınalarının saptandığı bu gezegende basit hayat şekilleri de bulunabilir. Bütün gezegenler Güneş’in yörüngesinde dolanırlar. Bize en yakın olan bu yıldız, hidrojen ve helyum ateşinde termonükleer tepkilerle tüm sisteme ışık yağdırır.

Mısır’ın İskenderiye kentinde yaşayan belki de ismini ilk kez duyanlar olacaktır, bu adamın ismi Eratostenes’tir. Eratostenes MÖ 3. yüzyılda Mısır’da yaşamış biri. Bu adamın karakteri için kıskanç biri diyorlar. Bu adama beta lakabını vermişler.(Beta Yunanca da birinciden sonra gelen, yani bir adım geriden gelen anlamına gelir.) Bu lakabı onun çağdaşları arasında dostları vermiş, oysa Eratostenes  birinciden sonra gelen ikinci değil her konuda dostlarından önce olduğu için birinciydi. Belki de dostlarının ona karşı bir kıskançlığından dolayı bu ismi vermişlerdir. (Şimdilik, Eratostenes’in biyogrofisini yazmayalım aksi halde yazı uzar.) Erastotenes astronomi bilgini filozof, ozan, tiyatro eleştirmeni ve bir matematikçiydi. Kısacası, yani o çok donanımlı biriydi. Yazdığı kitaplar arasında astronomi üzerine bir kitabı olduğu gibi acı çekmekten kurtuluş yolu adında bir kitabı da vardır. (Tabi şu an piyasada bulunur mu, bu konu hakkında bilgim yok açıkçası…)

Bir gün oradaki Papirüs üzerine yazılı kitaplardan birini okurken, Nil nehri çayları dolaylarındaki Syene adlı güney sınır karakolu yakınlarında yere dikilen sopaların 21 Haziran günü gölge yapmadıklarına ilişkin bir yazıya rastladı. Yaz günlerinin en uzun olduğu gün dönümünde, saat öğlene yaklaştıkça, tapınak sütunlarının gölge boylan da kısalıyordu. Tam öğlen vaktiyse, gölge diye bir şey kalmıyordu. O anda Güneş’in derin bir kuyunun dibindeki suya yansıdığı görülebilirdi. Güneş o anda tam tepedeydi.

Bugün bu hadiseler bizim dikkatimizi çekmeyebilir. Ama bu basit şeyler bile şu an ki bilimin temellerinin atılmasına neden olmuştur. Eratostenes bu olayları sorgulamaya başladı. Ve kendi kendine nasıl oluyor da aynı günün aynı anın da dikilen bir sopa gölge yapmıyordu? Ama  İskenderiye’nin kuzeyinde sopaların gölgeleri olabiliyordu?

Bu sorunun cevabını yazabilirim ancak bu soruyu cevapsız bırakıyorum.  Bu da bizim tartışmak için bir nedenimiz olsun.

Siz de fikrinizi söyleyin!