Bilim,  Düşünceler Tarihi,  Felsefe,  Güncel - Aktüalite,  Psikoloji,  Sosyoloji,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Kararlar: Özgür iradenin zorlukları

Eylemlerimizde gerçekten ne kadar özgürüz ve onlardan ne kadar sorumluyuz? Filozoflar zor bir soruya yanıtlar arıyor.

Son zamanlarda sabahları yataktan geç kalkdınız mı? Elinizden gelmedi mi yoksa yeterince çabalamadınız mı? Ve dün gece televizyonun önünde yediğiniz cips torbası – gerçekten karşı koyamadınız mı? Veya en son aldığınız pantolonu veya oy verdiğiniz partiyi ele alalım: Başka türlü karar verebilir miydiniz? Gerçekten özgür kararlar mıydı, yoksa koşullardan ve yaşam yolunuz tarafından önceden çizilmiş miydi?

Bunlar irade özgürlüğüyle ilgili sorular. Normalde kararlarımızı çok fazla endişe duymadan kendimize ve başkalarına bağlarız. Çünkü özgür olup olmamamız arasında büyük bir fark var. Bir yandan, insanlara eylemleri için ahlaki ve yasal mesuliyet yüklemek için bu tür atıfları kullanırız. Kendi özgür iradesiyle bir şey yapan herkes bundan sorumludur ve ondan hesap sorulabilir, fikir böyle. Birinin özgür iradesini teyit etmek, ona mesuliyet yükleme ve uymadığı veya ihlal ettiğinde onu suçlama veya cezalandırma izni veriyor. Tersine, irade özgürlüğünün olmaması, mesuliyetten muaf tutuyor. Alman Ceza Kanunu’nun 20. maddesine göre, bir hukuka aykırılığı işlerken “eylemdeki yanlışlığı göremeyen veya bu anlayışa göre hareket edemeyen” kimse suçlu değildir.

Kişilerin onuru huzuru ve değeri

Öte yandan, özgürlük yüklemeleri kişiye özel bir değer ve saygınlık kazandırır. Bir kişi gönüllü olarak bir eylemde bulunmaya karar verirse, bu seçime öncelikle onun özgün, özerk iradesinin bir ifadesi olarak saygı duyulmalıdır. Bireyin irade özgürlüğü, karşılığında kendisine belirli hakların verilmesini uygun kılar – özellikle de kendi değerlerine ve ideallerine göre kendini gerçekleştirme hakkı (başkalarının hakları ihlal edilmediği sürece). Öte yandan, bağımsız muhtariyete sahip olmayanlar bu haklardan mahrum bırakılır. O reşit sayılmaz ve kararlarına aynı şekilde saygı göstermeyiz veya gerktiği yerde – beyan ettiği iradesine rağmen – hassas bir şekilde müdahale ederiz.

Özgür iradenin sahip olduğu karmaşık işlevler göz önüne alındığında, onun unsurları aslında ne olduğu sorusu ortaya çıkıyor. Hangi kriterlere göre insanlara hür irade atfediyoruz veya reddediyoruz? Bu varsaydığımız gibi, ahlaki görev ve hakların edinimini içeren, bir özgürlük var mı? Yoksa bu sadece yararcılık gereği mi?

Felsefe tarihinde hür irade, sorumluluk ve haysiyet arasındaki ilişki hakkında pek çok tartışma olmuştur. Antik Yunan filozofu Plato (yaklaşık MÖ 428–348) irade özgürlüğünü, düşünce ve eylemlerimizin ekilenim veya ihtiraslardan değil, yalnızca akıl tarafından yönlendirildiği bir tür ruhsal ahenk olarak gördü. Ahlaki görevler veya haklar, onun değerlendirmesinde hiçbir rol oynamadı; Platon için özgür irade fikri, her şeyden önce başarılı, mutlu bir yaşam idealini temsil ediyordu.

Platon’un öğrencisi Aristoteles (MÖ 384–322) özgür irade ile ahlakı ilk kez ilişkilendirdi. Platon’dan farklı olarak, insanın kötülüğü isteme yeteneğine de odaklandı. Çünkü eylem bizim gücümüzde ise, eylemsizlik de bizdedir. “Fakat iyilik ve kötülük yapmak ve yapmamak bizim elimizde ise […], o zaman ahlaklı ve ahlaksız olmamızın da bizde olması mantıklıdır.” Dolayısıyla bu filozof “gönüllü ve gönülsüz kavramını tartışmaktan kaçınamadı «.

Orta Çağ’dan modern zamanlara kadar, özgür irade genelde bu açıdan müzakere edildi. Sözde “teodise münakaşası” ‘ndaki hipotezler (bkz. “Kısaca açıklama”), Tanrı’yı ​​dünyevi kötülüklerden dolayı her türlü suçlamalardan arındırmaya ve insanları imanlı ve erdemli davranmaya teşvik etmeye hizmet etti.

Kısa açıklamalar

Determinizm
Tüm fiziksel ve zihinsel olayların tamamen nedensel koşullu olması fikri. İstikrarlı bir şekilde uygulanırsa, bir dizi teorik soruna yol açar: mesela, o zaman dünyada yeni bir nedensel ilişkinin ortaya çıkması imkansız olabileceği gibi.

Enstrumentalizm
Özgürlük kavramını gerçeğin bir tanımı olarak değil, bir amaç uğruna – örneğin insanları eylemlerinden sorumlu tutmak için – yüklemeler olarak görüyor.

Teodis
(Yunanca: theos = Tanrı ve dike = adaletten) Tanrı’nın aynı anda hem her şeyi bildiği, hem her şeye gücü yettiği hem de her şeye kadir olduğu zaman, dünyadaki kötülüğün nedenini sorunsalı.

Özgürlük anlayışımıza bireysel onur fikrini ilk ekleyen Immanuel Kant (1724-1804) idi. O da irade özgürlüğü ile insanın sorumluluğunu gerekçelendirdi. Ahlaki görevlerin tek amacı, bireyin özerkliğini korumak ve bunun icra edilmesini sağlamak olmalıydı. Kant’a göre irade özgürlüğü “yaşamın en yüksek derecesi” ve “dünyanın içsel değeri” dir.

Fakat özgür iradeyi belirleyen özellikler nelerdir? Felsefe tarihi boyunca süre gelen bir fikir şudur: Kimin iradesi hür ise, istekleri ve eylemi üzerinde kontrol sahibidir. Özgür aktörlere atfettiğimiz şey budur – ve özgür olmadığını, reşit olmadığını düşündüklerimizde reddediyoruz: öreneğin çocuklarda, akıl hastalarında, sarhoşlarda, bağımlılarda ve hipnoz veya beyin yıkama kurbanlarında. Fakat özgürler hangi anlamda istek ve eylem kontrolüne sahibiler (ve özgür olmayanlar değil)?

Belirsizlik tuzağı

Yaygın bir anlayışa göre, özgür olanın gücünde bir seçim olanağı var. Kendi iradem sayesinde, gerçekten ne istersem ve ne yaparsam yaparım, her an başka bir şey de isteyebilir ve yapabilirim. Burada söz konusu olan dış özgürlük, yani istediğiniz gibi davranmak (fiziken bağlı veya felçli bir kişide eksik olan) değil, daha çok içsel özgürlüktür, yani dilediğiniz gibi isteyebilmek içsel (zihinsel) özgürlükle ilgilidir. Bu, uyuşturucu bağımlısında tam olarak eksik olan şeydir, örneğin: Uyuşturucu alıp almama konusunda bir istek seçeneği yoktur ve bu nedenle onu elde etmekten kendini alamaz. Ama “farklı (başka) olanı isteyebilmek” ne anlama geliyor? Bazıları için, seçim anında kelimenin tam anlamıyla çeşitli seçeneklerin açık olduğu söylenir – karar zaten durumsal koşullar veya önceki gelişmeler tarafından belirlenmemiştir.

Böyle bir irade özgürlüğü, iki nedenden dolayı sorunlu olan gerçek bir belirlenmezciliği (indeterminizm) gerektirir: Birincisi, kararlarımızın hiç bu kadar belirsiz olup olmayacağı bilinmezdir. İlk başta bize açıklanamaz görünen istekler ve dürtüler bile, geçmişe bakıldığında mantıklı görünmektedir: örneğin sabit eğilimlerin ve kişilik özelliklerinin bir ifadesi olarak, açıklanabilir. İkincisi, belirlenmemiş bir irade tamamen tesadüfi olacaktır. Bunun ahlaki sorumluluk ve özerklik gerkesinimi ile nasıl uyum sağlayacağı tamamen belirsiz kalacaktır. İstemli kararlarım tesadüften dikte edilmiş olsaydı, bir determinist aktörden farkım olmazdı ve en az onun kadar güçsüz ve dışardan yönetilimiş olurdum.

Bu nedenle, İngiliz filozof Thomas Hobbes (1588-1679) gibi bazı düşünürler, “farklı yapabilme” şartını daha gevşek yorumlamayı önerdiler. Birinin başka bir karar verebilme olasılığı, isteseydi farklı bir karar verebilirdi anlamına gelir. Benzer şekilde, İngiliz filozof George Edward Moore (1873–1958) “yapabilirdim” ifadesini, “kararımı vermiş olsaydım yapardım” ifadesinin “kısa versiyonu” olarak kullanabileceğimize inanıyordu.

Bu, indeterminizm çetin sorusunu atlıyor, çünkü kendisinin, gerçekte neyin mümkün olduğu hakkında herhangi bir iddiası bulunmadığından, ancak bazı şeyler farklı olsaydı durumun ne olacağını yalnızca varsayımsal olarak tanımladığı için. Bunun sezgisel özgür irade fikrimizi yakalayıp yakalamadığı şüphelidir. Çünkü bu salt varsayımsal anlamda, bağımlı istemese uyuşturucu almazdı. Buna göre bağımlı da özgür kabul edilmesi gerekirdi. Ancak onun sorunu, uyuşturucu alma isteğini değiştirememesidir – işte bu yüzden onu özgür olmayan olarak görüyoruz.

Şimdi şu sorulabilir: Bağımlı olduğu için başka türlü isteyemeyen bir bağımlıyı, kendisi olduğu için başka türlü isteyemeyen bir bağımlıdan ayıran nedir? Burada bir ikilem ortaya çıkar: Ya başka türlü yapabilme koşulu o kadar zayıftır ki, bağımlılar, obsesif-kompulsif nevrotikler ve psikotikler bile bunu yerine getirir; ya da o kadar güçlüdür ki muhtemelen hiç kimse onu yerine getiremez. Her ikisi de özgürlük, sorumluluk ve haysiyet atfetme uygulaması için kabul edilemez.

Farklı olabilme koşulu, özgür irade kavramımız için gereksiz olabilir mi? İngiliz filozof John Locke (1632-1704) bu yönde kanıt sundu. “Gönüllü mahkûm” düşünce deneyinde, farkında olmadan bir odaya kilitlenmiş bir insan hayal etti. Orayı sevdiği için dışarı çıkma fikri aklına gelmiyor. İstese de odadan çıkamazdı; buna rağmen gönüllü olarak orada olduğunu söyleyebiliriz.

Kesin olmak gerekirse, bu durum seçim değil, yalnızca eylem özgürlüğü ile ilgili. Amerikalı filozof Harry Frankfurt bu nedenle Locke’un senaryosunu daha da keskinleştirdi. Çok zeki bir beyin cerrahının, bir kişinin beynine, iradesiyle kararlarını istediği gibi kontrol edebileceği elektrotları gizlice yerleştirdiğini varsayalım – mesela, kişi belirli bir partiye oy versin diye. Artık kişi cerrahın müdahalesine gerek kalmadan söz konusu partiye oy vermeye karar verir. Bu durumda kişi, farklı bir karar verememesine rağmen, görünüşe göre gönüllü bir karar vermiştir.

Locke ve Frankfurt’un düşünce deneylerindeki insanların özgür olduğuna neden inanıyoruz? Kendi kararlarını verdikleri için; çünkü bu onların seçimiydi. Ama bu ne anlama geliyor? Yüzeysel bir anlamda, bir kişinin arzuları ve kararları, ebeveynleri, arkadaşları, propagandacıları veya beyin cerrahları tarafından onlara aşılansa bile, her zaman kendisine aittir. Bazı filozoflar, irade eylemlerinin daha dar bir anlamda kendilerine ait olması için, onları tek başına üretmiş olması, yani nihai telif sahibi olması gerektiğini öne sürerler. Amerikalı filozof Roderick Chisholm (1916–1999) bunu şu şekilde ifade etti: “Gerçekten harekete geçersek, her birimiz hareketsiz bir şekilde ilk hareket ettiriciyiz. Yaptıklarımızı yaparak belirli olayların olmasına neden oluyoruz ve kendimizden başka hiçbir şey ve hiç kimse bu olayların olmasına neden olmamıza neden olmuyor.”

Böyle bir nihai yazarlık düşüncesi de oldukça sorunludur. Çünkü aynı zamanda var olup olmadığını bilmediğimiz bir belirlenimsizliği de varsayar. Aynı zamanda tutarsız görünüyor: birinin arzularının nihai yaratıcısı olması için, sadece bu arzulara neden olması değil, aynı zamanda kendi biyografisi ve kişiliği de dâhil olmak üzere bağlı oldukları tüm koşullara neden olması gerekir. Bu, birçok kişiye imkânsız görünen radikal bir kendi kendini yaratma anlamına gelir. Buna göre, filolog ve filozof Friedrich Nietzsche (1844–1900), bunu Baron von Münchhausen’in kendini bataklıktan kendi saçlarını çekerek çıkarma girişimine benzetti.

Kendinizi kendi dileklerinizle tanımlamak

Harry Frankfurt bir alternatif önerdi: Buna göre kişinin arzu ve iradeleri, kendisiyle özdeşleştirildiği ölçüde kendisine aittir. Bunun için birinci ve ikinci düzey dilekler arasında bir ayrım yaptı. İlk aşamada, birisi bazı şeyleri yapmak veya yapmamak isteyebilir. İkinci düzeyde, kişi yine bazı birinci düzey arzulara sahip olmayı isteyebilir veya bunlara sahip olmamayı isteyebilir. Birinci aşamanın istekleri, ikinci aşamanın isteklerine tekabül ediyorsa, yani kişi istediğini istiyorsa, bir kimlik verilir. Kişi bir anlamda arzularını doğrular ve kendi istekleri olarak kabul eder.

Aslında Frankfurt’un modeli, özellikle özgür olmadığımızı hissettiğimiz anlarda, öznel özgürlük duygumuzu oldukça iyi yakalıyor: Örneğin uyuşturucu bağımlısı, eğilimini genellikle bir zorlama olarak deneyimler. Temelde uyuşturucu kullanmak istemiyor, sadece arzusu daha güçlü. Bu nedenle, birinci ve ikinci düzey istekleri uyumlu değildir.

Kendisinde kök salmış ideolojiyi kendi görüşü olarak gören, beyinleri aşılanmış biri kadar hürriyetsiz miyiz?

Peki ya takıntısını bu şekilde deneyimlemeyen takıntılıya ne demeli? Kendini özgür hissettiği için özgür mü sayılmalı? Peki ya bizler, farkında olmadan eğitimciler, reklam stratejistleri ya da popülistler tarafından, çoğu zaman kurnazca manipüle edilenler? Kendisinde kök salmış ideolojiyi kendi görüşü, kişisel kontrolün tamamen kaybolmasını, kendi özerkliği olarak algılayan, telkin edilmiş bir kişi kadar hürriyetsiz miyiz? Yine, hem sezgilerimize hem de pratik ihtiyaçlarımıza hakkını veren tutarlı bir özgürlük kavramı tanımlanamıyor gibi görünüyor.

Belki de özgür irade kavramına yönelik çeşitli talepler bir arada pekiyi gitmiyor. Farklı olma veya belirli arzuları edinme anlamındaki özgürlük, insanların kötülüğü isteme yetisini sağlıyor. Bu nedenle onları görevlendirip sorumlu tutuyoruz. Ancak böyle bir özgürlük nasıl iyi bir şey olabilir – onurlu ve korunmaya değer gördüğümüz bir şey?

Kant’ta bile bu gerginliklere yol açtı: O, kişinin istediğini yapabilme konusundaki kayıtsız özgürlüğünü “olabilecek en korkunç şey” olarak değerlendirdi. Bu nedenle, aleni bir şekilde irade özgürlüğünü ahlaki normlara boyun eğme yeteneğine dönüştürdü. Böylece “özgür irade ve ahlaki yasalara göre bir irade aynıdır”. Bu, gerçekten özgür olan kişinin her zaman iyi olanı istediğini ve yaptığını garanti eder. Bu şekilde ele alırsanız, ahlaksız kişi artık özgür olmaz ve (sorumluluğu özgürlüğe bağladığınız sürece) eylemlerinden sorumlu tutulmaz.

Özgürlük, sorumluluk ve haysiyet fikirlerimizi uzlaştırmak şaşırtıcı derecede zordur. Yani ayrı düşünülmeleri gerekmez mi? Başa dönelim: Platon için özgür irade, duygulanımların ve arzuların etkisinden bağımsız akıldan başka bir şey değildi. Birine sorumluluk veya itibar vermenin bir şartı olarak görmedi. Ona göre ahlaki görev ve haklar, yalnızca bireyin mutlu bir yaşam sürmesini ve toplumun refah içinde bir arada yaşamasını sağlamasıyla meşrulaştırıldı. Bir kimse, övgü ve kınama, ödül ve ceza, teşvik ve caydırıcılık yoluyla onu kabul edilebilir davranışa ve ruhsal kurtuluşa getirebildiği ölçüde sorumlu ve layıktı.

Sezgiye aksi sonuçlar

David Hume (1711-1776), John Stuart Mill (1806-1873) ve Moritz Schlick (1882-1936) gibi sonraki düşünürler, özgür irade sorununu çözmek için benzer şekilde araçsal yaklaşımlar geliştirdiler. Ancak onların yorumlarının da sezgilere aykırı sonuçları vardır. Örneğin, cezalar, popüler görüşe göre, eylemlerinden suçlanamayacak, yani reşit olmayanlar veya güdüsel, tutkun suçluları gibi cezayı hak etmeyen kişiler için etkili olabilir.

Aynı zamanda, insanları özerk bireyler olabilme amacında eğitmek için onlara haklar ve görevler verilmesinin çelişkili bir yanı var. Birinin kendinden sorumlu bir kişi olabilmesi için, önceden belli bir dereceye kadar çevresi tarafından bu şekilde görülmesi ve muamele görmesi gerekir. Ancak bu yaklaşımın kendisi de her zaman toplumsal özerklik anlayışından, yani dışardan şekillendirilmiştir. Bunun ironisi, büyük özgürlük teorisyeni ve pedagog Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) tarafından erken zamanda fark edilmişti: “[Öğrencinizi] her zaman onun usta olduğuna inandırın, ama gerçek usta kendiniz olun” diye yazmıştı. “Özgürlük görüntüsünün verdiğinden daha mükemmel bir teslimiyet yoktur.”

Özgür irade fikrini kavramak zordur ve öyle kalacaktır. Ve bunun giderilmesi zordur. Özgürlüğün varlığı sorusu sadece biz insanların ne tür bir varlık olduğumuza dair teorik bir soru olmadığını, aynı zamanda pratik-etik bir soru olduğunu düşündürür: Biz insanlar ne tür bir varlık olmak istiyoruz? Bunun cevabını muhtemelen kolay bulamayacağız; kendimiz vermemiz gerekiyor. Ve belki de en büyük özgürlüğümüz ve sorumluluğumuz budur.

Nizamettin Karadaş

 

Kitap Tavsiyesi

Bieri, P.: Das Handwerk der Freiheit. Hanser, (“Özgürlük sanatı) 2001

Özgür irademizin nedenlerinin izlerini aramak için hala okumaya değer.

Kaynaklar:

Frankfurt, H.: Freiheit und Selbstbestimmung. Akademie, 2001

Kant, I.: Grundlegung zur Metaphysik der Sitten. Meiner, 1999

Keil, G.: Willensfreiheit. De Gruyter, 2007

Locke, J.: Versuch über den menschlichen Verstand. Meiner, 2000

O’Connor, T., Franklin, C.: Free will. In: E. N. Zalta (Hg.): The Stanford Encyclopedia of Philosophy (2020 Edition). https://plato.stanford.edu/archives/fall2020/entries/freewill

https://www.spektrum.de/news/entscheidungen-die-krux-an-der-willensfreiheit/1865476

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!