Güncel - Aktüalite,  Siyaset,  Sosyoloji,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Kadın Tanrı Doğurdu! (3)

İslam’dan 17 yıl sonra kadının örtünmesiyle ilgili ayet gelmiştir. Ahzab Suresi 59. Ayet, “Ey Peygamber, zevcelerine, kızlarına, müminlerin kadınlarına de ki dış esvaplarını üzerine giysinler. Bu onların tanınıp taarruza uğramamalarına daha fazla hizmet eder”dir…

Bu ayete göre, köle ve cariyelere örtünme zorunluluğu getirilmemiştir. Sizce de hedef gösterme yok mu? Cariye ve köleler için hem sınıf ayrımı yapılmış hem de hedef gösterilmemişler midir, ta ki günümüze değin! İslam’da örtüsüz kadına erkekler halen saygısız ve halen haram ayrımını bildikleri edayla üzerine örtüsüzler kötü bakıp taciz etmek hatta tecavüz etmek isterler. Örtünme statü göstergesiydi ve bunun cinsellikle filan hiç ilgisi olmadı. İslam dünyası içinde örtünmeye ilişkin farklı görüşler de zamanla ortaya çıktı.

“Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında kötülüğe yönelik bir eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de o kişiliği doğrultusunda hareket edecektir.”


Mevlana (Fihi Ma Fih)

Hristiyan ve Yahudi kadınlardan farklıydık, hala örtünmemiş ve güçlüydü toplumumuz, Müslümanlığı kabul ettikleri halde 9. ve 11. yüzyıllardaki yaşam biçimleri de geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu.

İlk Müslüman Türk devletleri hanedanlarına mensup kadınlar, özellikle siyasî ve idarî hayattaki ağırlıklarını muhafaza etmiş ve zaman zaman gerekli kararları almışlardır. Selçuklularda hatunlardan bazıları sarayda sultanın yanında değil geçici veya devamlı olarak başka bir şehirdeki sarayda kalırdı. Sultanla birlikte otursun veya oturmasın hatunun emrinde küçük çaplı idari ve askeri teşkilat, özel bir hazine, özel bir vezir ve diğer görevliler bulunmaktaydı. Hatunlar yeri geldiklerinde bulundukları yerden ayrılarak sultanın yardımına gidebilirlerdi. Terken, unvanı ile anılan bu hatunların kendilerine ait yurtlukları, divan teşkilatları, askerleri ve önemli gelirleri olan hazineleri vardı. İslami dönem Türk toplumlarında ve devletlerinde de kadın, sosyal hayatta da sahip olduğu haklarını korumuş ve devam ettirmiştir. Ailede anne nüfuz sahibidir ve görüşleri dikkate alınmaktadır, halen bu adetin devamını yaşamak çok güzel. Anadolu’ya gelindikten sonra devlet sisteminde bir takım değişiklikler yapılmıştır. Büyük Selçuklularda olduğu gibi büyük toprak parçaları ıkta olarak verilmemeye başlanmış, idari konularda kadının rolü en aza indirgenmiş, aşiretler parçalanarak toprağa iskan edilmeye başlanmış ve Farsça devletin resmi dili olmuştur.

Osmanlı padişah eşleri de Türkleri örnek alarak, güçlü duruş sergilemeye çalışmış ve bu konuda başarıları da vardır. Kuruluş dönemi sultanların eşleri de toplumla irtibatı kesik olarak saraylarda yaşamamış, eşleri gibi bunlarda sosyo-politik hayatın içerisinde yer almışlardır. Sultan eşleri yabancı erkeklerle görüşebilme özgürlüklerine sahiptiler.

Osmanlı döneminde, Bizans alınana kadar örtünme kurumsal olarak yerleşmemişti. İstanbul’un fethinden önce başkent olan Bursa’da kadınların yüzlerini örtmediğini bile mühim bir tarihçi dile getirmişti.

 “Yüz örtmek sonradan ádet oldu. Karamanoğlu Alaüddin’in Hamidoğlu İlyas diyarını katliam ettiğinde üç kabile Diyar-ı Osman’a firar etmişlerdi. O vakit bunları Murad Han görüp pek temiz ve uslu ádem olduklarından kendi şehrinde (Bursa’da) yerleştirmiş. İşte bu kabile kadınları pek güzel olduklarından herkes bunları temaşa etmeye (seyretmeye) başlayınca ulema tarafından bu kabilenin hatunlarının yüzleri siper edilmesi (yüzlerinin saklanması) emredilmesi. İşte ne vakit taşraya çıksalar, o kabile hatunları yüzlerini siper ederlerdi. Fakat bu hal sonradan diğer kadın ve kızların da pek hoşuna geldiğinden herkes daima güzelce her tarafını örtmeye başladı.”


Şikari (Tarihçi)

İnançtan öte toplumsal bir tedbir için örtünmeye başvurulmuş.

Osmanlı’da kadın, erkekle birlikte hareket etmekteydi, törenlere birlikte katılmaktaydı. Bu dönemde kadınların yüzleri de açıktı ta ki Osmanlı siyaseti halifelik makamına sahip oluncaya dek… Artık, Türk kadınının eve kapatılma süreci böylelikle başlamış oldu. Cumhuriyet dönemine kadar 16.yüzyıldan süre gelen Arap kültürü coğrafyamızda hakim oldu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Gerileme Dönemi, Türk kadınının statüsünü olumsuz yönde etkilemiş, kadın için ev, bir hapishane hâline gelmiş, miras hukuku ve mahkemelerde tanıklık konularındaki geleneksel haklar yok edilmiştir.


(Doğramacı, 1989, s. 133-135)

Osmanlı Devleti’nde kadınların içinde bulundukları durum Tanzimat’tan sonra tartışılmaya başlanmış ve kötü şartların değiştirilmesi için gayret sarf edilmiştir. Bu dönemde Batılı devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde etkisi artmış, Batı örnek alınarak bazı reformlar yapılmıştır. Avrupalılarla münasebetler ilerledikçe moda ve ecnebi adetleri ilk kez erkekler tarafından benimsenmiş, sonrasında ise Türk kadınları arasında hızla yayılmıştır.


(Doğramacı, 1989, s. 11-12)

Kadın haklarını savunan, kadınların bilinçlenmesini amaçlayan ya da güncel konularda kadınları aydınlatan pek çok dergi ve mecmua da yayımlanmaya başlamıştır. Bu yayınlarda kadınlara öğrenim hakkı, çalışma olanaklarının verilmesi, çok eşliliğin önlenmesi ve kadın erkek eşitliği gibi konular ele alınmıştır. Bu yayınların da etkisiyle kadınlar eskiye oranla sosyal ve ekonomik hayata daha fazla katılmış, Tanzimat’a kadar belirli bir mesleği olmayan, çamaşırcılık ve bohçacılık gibi işler yapan kadına çalışma hakkı tanınmıştır. Bu dönemde eğitimli Türk kadınının sahip olduğu ilk resmî meslek öğretmenlik olmuştur. Diğer yandan küçük gruplar hâlinde cemiyetler kuran ve bu cemiyetler vasıtasıyla seslerini yükselten kadınlar, az da olsa siyasetle ilgilenmeye başlamışlardır


(Kaplan, 1988, s. 3-8)

Osmanlı toplumunda kadınlardan yana esmeye başlayan bu yeni rüzgâr kısa sürede toplumda yansıma bulmuştur. Büyük kentlerde yaşayan kadınlar kafes arkalarından gün ışığına çıkarak sosyal hayata karışmaya başlamış, kent insanının yoğunlaştığı yerlerde alışveriş yapmaya, geceleri eşleriyle birlikte mehtap gezilerine çıkmaya, düşünce boyutunda da olsa çok eşliliği kınamaya girişmişler ve örgütlenme bilincine erişmişlerdir.


(Evren ve Can, 1997, s. 250- 252)

O dönem kadın örgütlerinin çoğunun yardım amaçlı hayır cemiyetleri olarak kurulmuş olmasının yanı sıra kadın haklarını savunan cemiyetlere de rastlamak mümkündür.

Tanzimat yıllarında Batılılaşmanın yarattığı birikim, kadının özgürleşmesi ve toplumsal yaşama katılımı açısından önemlidir. Ancak Osmanlı Devleti’nde kadın devrimi asıl II. Meşrutiyet’le birlikte başlamıştır. Bu devrim tarım ve hayvancılık gibi işlerle uğraşan ve Osmanlı toplumunun ezici çoğunluğunu oluşturan kesimle değil; kentlerde yaşayan kadınla ilgilidir. Bunun nedeni, köylü kadının zaten iş hayatı içinde bulunması, kentli kadının ise sosyal hayattan soyutlanmış olmasıdır.


(Sarıhan, 2007, s. 21-23)

II. Meşrutiyet döneminden başlayarak kadınlar her alanda giderek daha fazla hak istemeye başlamışlar ve özellikle de kadın-erkek eşitliğini savunmuşlardır. Bu dönemin kadın ve erkek aydınlarının en önemli isteği, kadının da erkekler gibi eğitim hakkından yararlanması olmuş ve II. Meşrutiyet’ten sonra kadınlara tanınan eğitim hakkının sınırları daha da genişletilmiştir. Eğitimde amaçlanan değişiklikler, eğitimin yaygınlaştırılması, ilköğretimin zorunlu ve parasız olması, eğitim birliğinin sağlanmasıdır. Ders programlarında yapılan yeniliklerle de eğitimin dinsel-geleneksel yüzü değiştirilmeye başlanmıştır.


(Çakır, 1994, s. 223)

Başlangıçta kadın haklarına gösterilen cılız ilgi kadınlar arasında Batılılaşma hareketlerinin artması ve eğitim seviyesinin yükselmesiyle birlikte kuvvet bulmaya başlamıştır. Müslüman kadınlar arasında Batılı kadınların kıyafetlerini taklitle başlayan değişim hareketleri muhafazakâr çevreler tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Bu çevreler, erkeğin doğuştan kadından üstün olduğunu, kadının yüksek okula gitmesine gerek olmadığını, ev işleri, biçki dikiş dışındaki eğitimin kadına hiçbir fayda sağlamadığını ileri sürmüşler; hatta o dönemde savaşlardaki yenilgilerin sebebinin toplumun gittikçe Batılılaşma adına yozlaşması olduğunu savunmuşlardır. Halk arasındaki tepkileri azaltmak, moral bozukluğunu gidermek amacıyla kadın kıyafetlerinde sınırlamaya gidilmiş, çarşaf boylarını belirlemek üzere komisyonlar kurulmuştur. Kadınların Avrupa modasına uygun kıyafet ve mal satan mağazalara girmemeleri, Müslüman kadınlara yaraşır şekilde giyinmeleri, arabada dâhi peçelerini örtmeleri, çarşafların rengi, peçelerin kalınlığı, ayakkabıların biçimini belirleyen ve Müslüman ailelerin Avrupalı mürebbiye tutmalarını yasaklayan çeşitli fermanlar çıkarılmıştır.


(Kaplan, 1988, s. 16-27)

Baskılara karşı başlangıçta protestolarla kendini gösteren ve giderek gelişen feminist akım, Genç Osmanlı ve Jön Türk çevrelerinde de taraftar bulmuş, kadınların durumu dönemin ünlü yazarlarıyla birlikte sayısız roman, piyes, şiir ve felsefi yazılara konu olmuştur. Namık Kemal, Şinasi, Ali Suavi, Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet ve Tunalı Hilmi kadın haklarını savunan yayınlarda bulunmuşlar ve böylece kadınları ilgilendiren problemler üzerine ciddi tartışmalar açmışlardır. Yine bu dönemde Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil gibi yazarlar da çok kadınla evlenmeyi ve tek yanlı boşanmayı kıyasıya eleştirmişlerdir


(Tezel, 1983, s. 5-6)

Yani, kadın hakları tartışmalarını ilk olarak erkeklerin başlatmış, hatta kadın toplantılarında bile kadınların tarafını tutan konuşmaların çok büyük bir kısmının erkekler tarafından yapılmış olması çok ilginç.

Başlangıçta erkekler tarafından savunulan kadın hakları ile ilgili olarak zamanla isteklerini daha kesin hatlarla dile getirmeye başlayan kadınlar dernekler kurmuşlar, dergilerin yanı sıra günlük gazete çıkarmaya başlamışlardır. Böylelikle basın, kadın hakları konusunun topluma yayılmasında en önemli etken olmuştur. Batı’dan örnekler, bu reform rüzgârlarının bütün toplumu sardığı sıralarda gazete sayfalarında yer almış, Türkiye’deki toplum yapısı ile Batı’daki olanlar karşılaştırılarak yenilik istekleri dile getirilmiştir.


(Kırkpınar, 1998, s. 20).

Başlangıçta erkekler tarafından savunulan kadın hakları ile ilgili olarak zamanla isteklerini daha kesin hatlarla dile getirmeye başlayan kadınlar dernekler kurmuşlar, dergilerin yanı sıra günlük gazete çıkarmaya başlamışlardır. Böylelikle basın, kadın hakları konusunun topluma yayılmasında en önemli etken olmuştur. Batı’dan örnekler, bu reform rüzgârlarının bütün toplumu sardığı sıralarda gazete sayfalarında yer almış, Türkiye’deki toplum yapısı ile Batı’daki olanlar karşılaştırılarak yenilik istekleri dile getirilmiştir.


(Kırkpınar, 1998, s. 20).


Osmanlı sarayında kadınlar nüfuz mücadelelerine bile girdiler, Kanuni devrine ait Defteri Hakani kayıtlarında, 718 nolu Menteşe defterinde belgeler vardır. Bacıyan-ı Rum teşkilatı içerisinde bulunan kadınlara nasıl ki Ahilikte erkeklere ‘‘eline-beline-diline sahip ol” öğüdü verilmişse, Bacıyan-ı Rum teşkilatıiçindeki kadınlara da “aşına-eşine-işine sahip ol” öğüdü verilmiştir. Anlayacağımız birçok devrimci Türk Kadını sayesinde başarılar kazanılarak bazı kanunları lehlerine uygun değiştirtmişler. Ayrıntılı bilgi için yazının en sonunda kaynak bildireceğim.

Osmanlı, gerileme dönemine girmesiyle kadınlara yönelik kıyafet yasakları konusunda sertleşti, kadınlar üzerine çıkarılan bütün yasalar, kadının kapanması ya da kıyafetlerinin denetlenmesi yönünde oldu; ferman ve yasalarda kadının giyimi ayrıntılı olarak tanımlanmıştı, feracelerin yaka boyları, üzerlerindeki nakışlar, yaşamlarının biçimleri, kumaşların kalınlığı ve inceliği gibi detaylar bu fermanlara konu olmuştu. Bu fermanlarla gelen yasaklar, kadına üç alanda müdahale etti. 

1. Giyimleri, 

2. Sokaktaki davranışları, 

3. Erkeklerle olan ilişkileri. 

“Günlük kıyafetlerinin şeriata uygun olması devlet namusu gereğindedir. Fakat savaşlar yüzünden çok önemli işlerle uğraşılırken bu husus ihmal edilmiştir. Bazı yaramaz kadınlar bunu fırsat bilip sokaklarda halkı baştan çıkarmak için aşırı süslenmeye başlamışlardır. Yeni biçimlerde çeşitli esvaplar yaptırmışlardır. Hristiyan kadınlarını taklit ederek başlarına acayip serpuşlar geçirmişlerdir. Bundan böyle kadınlar bir karıştan ziyade büyük yakalı ferace ve üç değirmiden fazla baş yemenisi ile sokağa çıkamayacaklardır. Feracelerde süs olarak bir parmaktan enli şerit kullanılmayacaktır. Bu yasakları dinlemeyecek olan kadınların sokakta yakaları kesileceği ve esvaplarının yırtılacağı ilan olunsun. Dinlememekte ısrar edenler yakalanıp başka şehirlere sürüleceklerdir.” 


İlk yasak 1725

Yani bu yasakla; Müslüman Osmanlı kadınlarının, Hristiyan kadınlara benzememeleri için koyu renkli giysiler yerine renkli giysiler giymelerini de tavsiye ediyordu, ama bazen de Müslüman kadına yakışan tek giysi olduğu iddiasıyla renkli giysiler yasaklanıp çarşaf giymeleri istenmekteydi! 1880’li yıllar, çarşafın hızla yayıldığı yıllar oldu; ancak, Sultan 2. Abdülhamid öldürülme korkusuyla çarşafı yasakladı. 27 Ekim 1883’te Paris’te yayımlanan Le Courier d’Orient isimli gazetede, çarşaf yasağından etkilenen kumaş tüccarlarının yakınmalarına yer verildi.

“Yeni İzmit valisi civar köylerden pazarda satmak için pazara mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı. Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni kanuna uymaktansa, köylerinde kalmayı yeğlediler.”


27 Temmuz 1882’de Levant Herald Gazetesi’nden bu haber.

Türkiye’nin bugün konuştuğu kamusal alan tartışması o zaman da yaşanıyor. Osmanlı, pazaryeri gibi kamusal alanlarda örtünmeyi zorunlu kılıyordu.  Müslüman kadınlar Anadolu’da peçe takmadığı gibi İstanbul’un Kadıköy, Tarabya gibi semtlerinde de bu serbestliğe sahipti. Oysa Beyoğlu’na giden bir kadın peçe takmak zorundaydı. Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: İktidarın merkezinde duyarlılıklar fazla iken çevrede bu duyarlılığın azaldığını görüyoruz. Osmanlı’nın son döneminde türban, aydınlar tarafından çok tartışılan bir konu oldu. Birçok kesim bu konuda kendi görüşünü belirtti. Kimi gerekliliğini, kimi gereksizliğini savundu. Ziya Gökalp gibi aydınlar, İslamiyet öncesi Türk kadını konusunda araştırmalar yaparak o modelin benimsenmesi gerektiğini savundular. Görünen o ki, Osmanlı’da başlayan bu tartışmalar günümüzde henüz sonuçlanmamıştır. Başörtüsü, demokrasi mi yoksa bir uygarlık meselesi midir?

Soner Yalçın

Kaynaklar:

Not; merak edenler için, yazımda da biraz alıntı yaptığım bu kaynaktan “OSMANLI DEVLETİ’NDE KADIN HAKLARI VE KADIN HAKLARININ GELİŞİMİ İÇİN MÜCADELE EDEN ÖNCÜ KADINLAR, Müşerref AVCI’nın bu güzel makalesini de alttaki bağlantıdan okuyabilirsiniz. http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/841083657_12avc%C4%B1.pdf

Osmanlı Döneminde Kadın Hareketleri için bu güzel yazıyı da okumanızı öneririm.http://www.kadimdostlar.com/topic/76992-osmanly-doeneminde-kadyn-hareketleri-osmanly-kadyn-dergileri/

Kemalist İlkay

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!