Deneme,  Tartışma,  Toplum

İnsan Üç Boyutun Ötesinde Bir Varlık

Olay-1
Bir kazada tüm yaralılar eşittir, olay yerinde şans eseri bir doktorun tesadüf etmesi, onun yardımlarını sunması, onu o olayda kahraman yapar. Doktor, orada kurtardığı kişilerin kahramanı ve o olaydan sonra yaşantısındaki zaman çizelgesinin ışığı parıldar. Peki, doktor sürekli olarak kahramanlığını korur mu?

Orada hayatını kurtardığı kişi ile aşk yaşadığını düşünelim. Daha sonra evlendiklerini ve doktor eş sıfatında eşini kurtarışına nispeten daha derin yaralayacağı mümkün. Çünkü hastasıyla evlenen doktora hastası hayranlıkla birlikte minnet duygusunu karıştırmış olabilecekken, doktorun da onu kurtarmak için ilgisine karşılık verebilir. Doktorun mesleğinde iyi olması onun üstün insan olmasını kanıtlamaz. Zaten her yarım kalan ilişki bir yarayla açılır ve yara her daim karşılıklı hatalardan daha da büyür. Bazı yaraların merhemi de her evde olmaz.

Bir bakmışsınız ki dünkü kahraman bugünün hata veren agresif bir başrolü. O doktor, en başarılı olduğu konularda hastalarına yardım edemez, kendine ve çevresine zarar veren birisi olarak çıkabilir karşımıza. Çünkü hayatında dünden çok uzak ve bugüne de alışamadığı bir düzenle devam edecek. Doktor hastalanmış ve bir doktordan öte yaraladığı hastasına muhtaçtır. Ama bu sefer hastası da yine yaralıdır. Bir insan üst insan mertebesine gelmeden, başarıları bir yere kadar sınırlanıyor.

Bu doktor kişisel gelişimini vaktinde tamamlamış olsaydı, iyileştirdiği hastayı daha derin yaralar mıydı?

Ya doktor olaya tesadüf etmeseydi, ya o olay sırasında hayatında birisi olsaydı ya da en başından tıbbi yardımlarını sunup, hayatını hastayı iyileştirmek için riske atmasaydı, sonuçları düşünebiliyor musunuz?

Olay-2
Saygı her zaman bir kilit kelimedir, herkesin bildiği bir hikâye vardır; adamın biri oğluna adam olamazsın der de yıllar sonra oğlu vali olup onu ayağına getirttirdiğinde, ben sana adam olmazsın dedim, vali değil der ya. Vali örneğindeki gibi, adam babasından saygı beklerken, babasına saygısızlık ettiğinin farkındalığına varmaması bir tarafa, asıl sorunun bir etiketli ismin etiketine rağmen sayılmaması…

Valinin babası adamlığı vaktinde öğretebilseydi (güzel bir insan ülkemize kazanmış olmaz mıydık), bu hikaye yaşanır mıydı?

Olay-3
Bir üçkâğıtçı hayatında hırsızlığa itilmiş ve başka çıkış bulamamış olsun. İşini başarıyla uygulayan ama işini sevmeyen bu kişi için, ortamları farklı olsaydı, ya da çevresinde doğru insanlar olsaydı ve yahut sistem onu doğru olmak zorunda bıraksaydı; zannediyor musunuz ki bu kişi üçkâğıtçı olurdu? Bence, zeki olan bu kişiden çok iyi bir güvenlikçi bile olurdu.

Şartların yönlendirdiği güvenlikçi belki hiç üçkâğıtçı olmayacak, ama belki de kafasında o senaryolarla mesleğinin en iyi hırsız yakalayanı olabilir miydi?

Olay-4
Bir madde bağımlısı insan âşık olsa, maddeyi bırakmazsa sevdiği onunla olamayacağını söyleseydi. Sevdiğine kavuşmak için bağımlı olduğu şeyi terk etse, çok şey değişir ve mutlu olur muydu?

Peki bu madde bağımlısı bir sevgi bağımlısı olduğu vakit, insanlık mertebesinde nasıl yükselirdi?

Bir başka olasılık ise, şartlı sevgilerin kalıcı olmadığıdır. Madde bağımlısı olan kişinin aşkı, tek taraflıysa, bu onu zamanla daha kötü noktaya getirmez miydi?

Belki de bir madde bağımlısının rahatsızlığından kurtulmadan, âşık olması hayatını başka olumsuzluğa çekebilecekken, âşık olmadan maddeden kurtulması hayatını öncelikli başarıya götürecektir, belki de ilk senaryoya göre sonuç intihara kadar varabilir miydi?

Olay-5
Kırıcı, düşüncesiz ve agresif insanların, hani şu dünyayı kendi ekseni etrafında döndüğünü zannedenlerden birisi çok güzel olsun, kendine aşık olan ve kendinin aşık olduğu kişiyle ilişki yaşadıklarını varsayalım. Her gün kırıcı olarak, sevdiğini üzdüğü günlerden bir gün, sevdiğinin sonsuz yolculuğuna çıkıp bir daha eve dönmediğini varsayalım..

Bir güzelin yaşatacağı çirkinliklerin en büyüğü, son yaşayacaklarımız olabilir mi?

Ya da o güzele tesadüf etmeden, daha doğru bir insana (kişisel gelişimini tamamlamış, anlayışlı ve sevgiyle karşılık veren) doğru zamanda tesadüf etseydi, ölüm kapıyı çaldığında biraz daha yaşamış olmaz mıydı?

Olay-6
Bir anneyi kurtarmanın tek çözümü olarak, üvey babasını öldürmek zorunda olduğunu düşünen çaresiz bir kızın, annesinin yanlış kararlarından boşanması gerektiğine önceden karar vermesi, o kızın katil olmasına sebep bırakmaz.

Kimse sevdiklerinin, kendisi için yapacağı, fedakârlıkları hesaplamaz. Doğru yaşamak yerine sevdiklerimize kendimizi acıtmaktan, sebep olacağımız hatalarımızın zincirinin en çok sevdiklerimize vereceğimiz hasarları hesaplayamıyoruz.

Olasılıklardan öte, kendisi için doğru yaşasaydı anne, kızı katil olur muydu?

Olay-7
Ailesinde acımasız yetiştirilen, okumayan, empatisi gelişmeyen bir gencin, işkence ve adam öldürme görevi için bir mafyada, maddi geliri belli bir düzeye gelene kadar çalıştığını varsayalım. Muhtaciyetten bu mesleği yaptığını ve birçok vicdan muhakemesi yaşadığını düşünerek devam edelim.

Bu katil, çok şefkatli insan olabilir. Olası bir durumda, sevdiklerinin hayatları pahasına yaptığı kötülüklerde, yine sınır tanımayacaktır.

Peki bu adam bu mesleğe itilmeseydi, içindeki insanlıkla daha mutlu ve vicdanı hür yaşar mıydı?

Bilinçli bir ailede, doğru eğitim alsaydı ve yeterli koşullara sahip olsaydı; bu gencin yaşamındaki farklılıkları tahmin edebiliyor musunuz?

Olay-8
Bir karı koca evlerinin yakınındaki hidrojen bombasını etkisiz hale getirmek zorunda kalıyor. Çünkü patlamak üzere olan bu bombayı etkisiz hale getirmezlerse, çevrelerindeki eş, dost, akraba ve okuldaki çocukların hayatı tehlikede. Yardım yetişmiyor ve etkisiz hale getirilmesi için yalnız bu çiftten acil yardım isteniyor. Fedakârlıkla görevi kabul etmek zorunda kalıyorlar. Görevde başarılı olamıyorlar.

Kimi insanlar toplum için kendini feda ederek, çocuklarına mutlu yarın bırakmak için illa ölmeli mi?

Bir hidrojen bombası, bombayı etkisiz hale getirebilecek çiftin ya yakınında olmasaydı?

Olay-9
Bir milyonerin az yemesi gereken bir obez olduğunu varsayalım. Kolesterol, tansiyon, kalp ve birçok rahatsızlığın yanı sıra âşık olunmak isteyen, fit bir görünüşe sahip olmak isteyen birisi olsun. Zayıflaması zor. Ancak, âşık olabileceği güzellikte biraz arızalı birisi (ruh hastası) ona âşık olursa, parası için değil gerçekten sevdiğine inanacağı kadar samimi biri çıksaydı karşısına.

Bir delinin yaratacağı güzellik, ona hiçbir akıllının veremeyeceği aşk olamaz mıydı?

Bir deli âşık çıkmasaydı peki karşısına, yalnız kalma ve özgüvensizlikten sevgide, güven sorunu yaşamaz mıydı?

Olay-10
Çıkarlarına düşkün, egoist bir insan, toplumda birçok kişiyi harcayabilirken, becerileriyle aynı zamanda insanlığa büyük hizmet veren bir bilim insanı olsun. Buluşları hayat kurtarma niteliğinde olduğunu varsayalım. Bu insanla kişisel bir sorunda muhakkak sorun yaşayacakken, ihtiyaç durumunda ise; kurtarıcı olabilir. Hangi durumda ona denk geleceğimiz ise, ona bakışımızı belirleyecek ve öyle sınıflandıracağız.

Kendini zekâsıyla bilimde kanıtlamış bu insan, bir sevdiğinin kaybını kaldıramayıp delirebilir olsun, şimdiki örnekte. Yakınını kaybetmek kimi insan için beyin ölümüdür. İnsanlarda böylesi olaylar içinse olasılık yok! Kaldıramayacaksa önünde sonunda kaldıramaz.

Peki, bir fakir aileden hasta bir çocuğu zengin ve çocuksuz bir aile kaçırırsa? Fakir ebeveynlere mi üzülürsünüz, yoksa çocuk kurtulacak diye sevinir miydiniz? Fakir ailenin zenginleşeceğini bilseydiniz, kesin zengini suçlardınız. Ama aksi halde, hiç ışık yoksa çocuk için sevinebilirdiniz…

***

Bu yazımı yazma amacım; olaylarda insanların değişken yapılarının sürükleyebileceği sonuçlar. Bazı olaylarda zamanlar, çevremizdeki insanlar, ya da olay yerlerindeki konumlardan birisi değişse, insanın davranışları ve sonuçları farklı olur. Her insan eşit koşullarda, sorunlarla ve olasılıklarla karşı karşıya. Örnek olaylardan size on tane hazırladım, olasılıklar dâhilinde sundum, yazımın başında.

İnsanlar oynadıkları teknolojik oyunlarda başka rollere girip, kendini kendine kanıtlamaya çalışırken, alacağı her farklı sonuçta daha çok potansiyelini sınava sokuyor. Sosyal mecralarda birçok kişi olmak istedikleri rollere giriyor. Filmlerde farklı zaman, farklı coğrafya ya da farklı ortamları konu yapılan senaryoları insanlar izlemeyi seviyor. Bunun en belirleyici özelliği kimliğini başka şekilde hayal etmesinden ve olasılıkları irdelemeyi sevmesinden kaynaklandığını düşünüyorum (çünkü, aynı zamanda tüm atmosfer değişiyor; yer, zaman, çevre ya da olmak istedikleri kimlikler veya koşulları biraz farklı olsun yaşıyoruz).

Bulunduğumuz her ortamdaki insanlara göre değişiyoruz; evimizde, işimizde, sokakta ve özel hobi yerlerinde. Bulunduğumuz her zaman çizgisinde değişirken, jeopolitik konumumuzla birlikte beşeri şartlarımızla da düşünürsek, değişimin vücut bulmuş haliyiz. Dünkü kararlarımızdan pişmanlıklarımızı düşünsek, karalarımızı şimdi yeniden almak istediğimiz olur. Kimi zaman da dün kadar güçlü bedene sahip değil duruma ulaşır, dünümüzdeki başarılarımızla onurlanırız. Fakat benim burada ifade etmek istediğim, uzun süreçli tarihsel aralıklardaki değişimler değil, aslına bakarsanız çok hızlı değişimlerin akışındaki değişkenlikler ya da olasılıklar dikkatimi daha çok çekiyor.

Carpe diemi düşünelim. Bazen 24 saat 1 an’a eşit olabiliyorsa, fark insandadır! Fark elimizde ve fark biziz.  Farkı hep hareketimiz yaratır, çünkü diğer unsurları değiştiremeyiz. Ama o kader dediğimiz, içine düştüğümüz handikapa biz hür irademizle girmedik değil mi? Kimilerinin seçim hakkı hiç olmadı ve kendi seçimlerinin ürünlerini hiç yaşamadılar (örneğin, 13 yaşında hiç okutulmamış doğuda yaşayan bir kızın başlık parasıyla evlendirilmesi gibi durumlar), bu yazımda fark yaratma lüksü olmayan durumları tenzih ederek kaleme aldım.

Hepimizin eşit olduğu durumları düşünelim, bir sınıfta öğrenci olduğumuz, erkeklerin askere gittiği, ebeveynlikte genel sorunları yaşadığımız, bir katliamda yakınlarını kaybedenlerin birleştiği, bir konser veya benzeri tiyatrolarda seyirci olduğumuz, dönem. Bir hastanede sıra beklerken, bir markette alışveriş yaparken, bir otobüste ineceğimiz yere giderken ya da seçimlerde oy kullandığımız günler gibi.

Toplumda ilettiğim eşit olduğumuz dönemlerde, her insan duruma veya olaya göre eşit olsa da üstün insanlar (insanlığını kanıtlamış, kişilik gelişimini tamamlamış, güzel insanlar olarak niteleyeyim üstün insanı) ile belli mevkilerde olan insanlar arasında hep bir sınıf yarışı olur. Çünkü toplumda sevilmek, sayılmak insanın doğasında vardır. Yalnız, her ikisinde kendisini kanıtlamış insanların öyle bir kaygısı kalmaz.

Toplumun ihtiyaç durumuna göre her insanın bir sahnesi vardır ve o sahnede mesleğiyle, insanlığıyla, becerisi ya da yeteneğiyle sırası gelince performansını sergiler. Herkes mesleki, kültürel ya da yeteneğiyle; bazı olaylarda kahraman olma olasılığına sahip. Herkesin mahkûm olduğu roller olur. Herkes eşit doğar, ama eşit ölmez. Herkes başarılı olmak ister, kimi kendisini topluma kanıtlamak, kimi sevdiklerine ve kimi de yalnız kendisine. Herkes, kendi içinde yalnız yaşar. Herkes, mutluluk yolculuğunda mutluluğu çok ender yakalar. Herkes en vahim hatalara da istemeden sürüklenebilirken, zamanda sabitleyici bir dengemiz varsa hata yapma riskimiz kalmıyor.

İnsan ne kadar acınası bir varlık, sonuçlarını bilse ve seçimlerini sonuçlarına göre belirleyebilseydi, neler olurdu?!.

***

Bir doktor iyileştirdiği hasta ile evlense, onu daha çok yaralayabilir. Bir zengin bize en büyük yokluğu yaşayabilir. Bir işkenceci pişmanlık yaşayıp en iyi şefkatli insan olabilir. Bir iyilik için suç işleyip kimi kendini feda ederken kötü olabilir. İki aşık toplumda huzuru sağlamak için hayatlarını feda edebilir. Bir menfaatçi egoistliği yüzünden topluma çok zarar verirken, diğer yanda insanlığa buluşlarıyla ışık olabilir. Bazen istediğimiz sevgiyi görünce, karşılığında daha büyük cezaları satın alabiliyoruz. Bazen meraklarımızın karşılığında ölüm çıkabiliyor. Bazen çok büyük bir bilim insanı sevdiğini kaybedip delirebiliyor. En gaddar insanlar karşımıza çok şefkatli ebeveyn olarak çıkabiliyor.

Bazen çok önce söylemiş olduğumuz cümleleri, söylediğimiz kişiden çok sonraları duyarız. Dün yaptığımız suçlama, bugün hak ettiğimiz sözler olabiliyor. Aynı sözler, farklı zamanlarda farklı kişilerin ağzından çıkabiliyor.

Bazen yoldaşlarımız arasında seçim yapıp ilerleriz. Bazen iyi dediğimizi zamanla kötü bulurken, çok kötü nitelendirdiğimizi çok iyi birisi olarak yanımızda tutuyoruz. Bazen coğrafya seçer, bazen belli zamana doğru hazırlık yaparız. Hem biz ve hem çevremiz sürekli değişmekte. Karalarımızsa, hep muallak sonuçlara gebe kalır.

Bazen hiç sevilmediğimiz bir çevreyi değiştirince çok seviliyor, bazense özlediğimiz çevremizden yeni çevremizdeki insanlara alışamıyoruz. Haliyle davranışlarımız ortamdan ortama farklılaşıyor.

Bazen yetenekli çocuklarını zorla hiç sevmeyeceği mesleğe yönlendiren ebeveynler gibi hayatımızda pişmanlıklar yaşarız. Ya çocuk dinlemez de sevdiği meslekte kendini kanıtlar (iyi ki karışmamışım demek yerine) ya da çocuk hayatında ebeveynlerinin seçimini yaşar (kendimizi suçlarız), başarısız olur. Yönlendirmeye çalışmayalım insanları, ne vicdan acısı yaşayacak lüksümüz var ne de telafi ettireceğimiz insanların zamanı olacak. Kendi seçimlerimizde üst tecrübeli gibi başarılı olacağımız garantiymişçesine, başkalarına Tanrıcılık oynamasak mı ne?

Zamanımızı boşa harcayıp adaletimizin peşine düşebilir, ya da kendi adaletimizi ilahi görevcesine, kaderimiz olduğunu iddia edenlerin biatçısı olmamak, kaderimiz olsun. Adalet toplumsal ihtiyaçtır ve kişisel çözümler suça gebedir.

***

Şimdilerde yaşadığımız dairelerin bulundukları site şartlarındaki bazı olaylar, doksanlarda hiç yaşanacak durumlar değildi; ama doksanlardaki sıkıntılar da bu günlerden uzak. Sabahları soba külü dökmek için tartışılmıyor şimdilerde; ama bugünkü gibi bitişik komşu mülteci değildi ve neler yapacağı hakkında fikirsiziz.

Dünyanın ileri ülkelerinde yaşanan bir yıllık olaylar, ülkemizde bir günlük yaşanan olaylara eşit neredeyse. Ya ileri bir toplumda yaşasaydık? Bu kadar acıya şahit olur, bu kadar acıda başrol oynamak zorunda kalır mıydık?

Neye göre neye güldüğümüzü, neye göre nasıl ağladığımızı, neye göre neyi seçeceğimizi, neyi şans ya da neyi kader olarak tesadüflere dâhil etmeyeceğimizi hep; yer, zaman, çevremizdeki olanak ve insanlar belirliyor yolumuzu. Üstelik üst insan olamamışsak, gereğince güçlü ya da kültürel yeterliliğe sahip değilsek; ilk kendimize hata yaparak zincirin ilk halkasını oluşturuyoruz. Kahraman olmamız gerektiği zamanlarda, utancın başrolünü oynayarak başarısızlığımızla ünlenebiliyoruz.

Peki, insan kimliğini ve potansiyelini bilmezken, doğru sandıkları kişilerin boyunduruğu altında yaşarsa ve hizmet ettiği kişi veya kişilerin yönlendirmelerindeki fiillerin, aslında kendilerinin hayatlarının karşısında emek verdiklerinin farkındalığına varmadan, başkasının emirlerini hayatlarını ortaya koyarcasına ve kutsal görevcesine uygularsa ne olur? Ön yargılı olmak, doğru sonuçlardan uzaklaştırıyor. Paronaya ise, çoğu zaman hayat kurtarıyor. Zayıf halka olup, başkalarının zincirine eklenmeyiniz.

Bulunduğunuz konumdaki zamanda çevrenizle doğru bir yaşam diliyorum.

Not: 10 olay örneğimdeki tüm insanları aynı ortamda yazmış olsaydım, bir kaos olarak konu ederdim. Bu kaosuma siz hayatın karmaşıklığı olarak bakabilir, bense insanların hayatlarının birbirleriyle örüntüsü olarak tanımlardım. Gündelik hayatımız birbirimizle örüntümüzdür. Yazmadığım bu nottaki hikayemi, beyninize ilham kaynaklı iletiyorum.

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!