Deneme,  Kitaplar

İki Roman

Ekin Yazın Dostları İzmir Öbeği olarak Mart ayında iki roman okuyacağız. İkisini de kısa zamanda okudum, duygularımı dostlarımla paylaşmak istedim. Zamanı olan olursa diye…

EMPEDOKLES’İN DOSTLARI

Öncelikle Empedokles üzerine birkaç bilgi paylaşayım. MÖ. 494 ila MÖ. 434 yılları arasında, Sicilya adasının güney kıyılarında Akragas (ya da Agrigentum) şehrinin sözü geçen ailelerinden birine mensup bir filozof ve bilim adamıdır. “Doğa Filozofu” olarak bilinir. Ailesinin şehrin siyasi hayatında etkili olduğu bilinen Empedokles de bir dönem siyasi arenada bulunmuş ve kendisine krallık bile önerilmiştir. Ama o bunu kabul etmemiş, demokrasiyi öğütlemiştir.
Aynı zamanda bir hekim olan Empedokles, canlıların dünyasına da yakın bir ilgi göstermiştir. Ona göre, bitkiler ilk organizmalardır ve hayvanlar gibi canlıdırlar. Empedokles’in insan üzerinde de ilgi çekici gözlemleri var: Kan, insan hayatının ana-taşıyıcısı ve düşünmenin merkezidir. Kanda ögeler, en olgun bir biçimde birbiriyle karışmışlardır. İnsanın bütün yetenekleri, bu karışımın olgunluğuna bağlıdır.
Bu bilgiler http://felsefe.gen.tr sayfasından alınmıştır.

Roman geliştikçe bu bilgiler anlam kazanmaya başlıyor. Nükleer silahlarla insanlığı yok etmeye çalıştığı iddiasıyla kendilerini “Empedokles’in Dostları” olarak tanıtan bir grup insan ABD ve diğer ülkelerdeki nükleer silahları yok etmek adına girişimlerde bulunuyorlar. Ancak silahları yok, sadece konuşarak ve yapabilecekleri konusunda korkutarak önce ABD’yi sonra nükleer silahları olan diğer ülkeleri bu silahları yok etmeleri için çalışıyorlar. En büyük belirti iletişim ağının tamamen çökmüş olması. İnternet, radyo, televizyon, telefon hiçbiri yok. Sadece insanların bilgi sahibi olması gerektiğini düşündükleri zamanlarda kısa süreli açıyorlar, sonra yine yok. Çok ender kullandıkları güçlerinin bir kısmını romanı okurken göreceksiniz.

İlginçtir ABD on yıllardır kendilerini diğer ülkelerin kurtarıcısı olarak görürler ve istedikleri doğrultuda hareket etmeleri için kendilerince gerekli ve geçerli olduğunu ileri sürdükleri yöntemlerle dünyaya hâkim olmaya çalışırlar. Oysa romanda daima ezilen, sömürülen, müdahale edilen Güney Amerika ülkelerinde ortaya çıkan bir slogan durumu tam olarak anlatıyor:

“Yankiler şimdi kendi yankileriyle uğraşıyorlar.”

“Empedokles’in Dostları” İnsanların bir kısmını yanlarına çekmeyi çok gelişmiş tıp teknolojileri ile başarıyorlar. Ancak yönetimler ödün vermemeye çalışıyorlar, elbette güçleri yettiğince…

***

Daha çok tarihsel romanlarıyla tanıdığımız Amin Maalouf, bu kez geçeğin tarihini yazarken insanlığı uyarma misyonunu üstleniyor. En azından hepimizin içinde bir korkunun tohumlarını atıyor ancak bunu yaparken karanlık tablolar çizmiyor. Günlük yaşantımız devam ediyor, normal olarak yaşadığımız duygular doğa, dostluk, geçim sağlanması, aşk yerli yerinde. Sadece sürekli bir kuşku bizi esir alıyor.

ÖLÜME EŞ

Bernhard Aichner Avusturyalı bir yazar. Türkçeye çevrilmiş başka romanını bulamadım. Bir polisiye roman, benzerlerini daha önce çok okuduğumu düşündüğüm bir tür. Polisiye romanlarda ön planda bulunması gereken gerilim unsuru fazlasıyla var. Özellikle bir ya da iki sözcüklük karşılıklı konuşmalar gerilimi arttırıyor. İlk bölümden sonra heyecan ve olmazsa olmaz merak duygusu hiç azalmıyor. Doğal olarak kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz.

Konu cenaze işlerine bakan bir kadının yaşamı üzerine kurulu… Uzun ve zor geçen çocukluk ve gençlik yıllarından sonra tam mutluluğu bulmuşken bir cinayetle dağılan örnek sayılabilecek yaşamının acısını yaşamaya bile fırsat bulamadan polis kocasının ses kayıt cihazını buluyor. Merakına yenilip yarım kalmış bir soruşturmanın kayıtlarını dinleyince kendini bir polis dedektifi olarak görüyor. Hem yarım kalmış bir soruşturmayı tamamlamak hem de intikam alma duygusuyla okuru kendi dünyasına çekiyor. Daha da ilginci okuyucuyu intikam duygusuna ortak etmeyi başarıyor.

Ancak bir edebi eser olarak değerlendirme konusunda tereddütlerim var. Karşılıklı konuşmalar dışında ortamı betimleyen tümceler de çok kısa. Zaman zaman uzun tümcelerden şikâyet ederi ama onun karşılığı bana göre böyle bir yazım değil. Yazar sanki her şeyi nefes nefese anlatıyor, o anlatırken ben yoruldum.

Doğal olarak ortam betimlemeleri çok eksik kalıyor. Yaşanan mekan ve ortamları kendimiz canlandırmak durumundayız. Romanın akışına kapılıp okurken eksikliği pek fark edilmese de zorunlu okuma aralarında beklentiyi daha çok duyumsadım.

“Bütün bunlar romanın değerini azaltıyor mu?” sorusunun yanıtı kesinlikle “Hayır.” Bir süre sonra kendini alıştırıyor ve heyecanı doya doya yaşatıyor.

Siz de fikrinizi söyleyin!