Deneme,  Ebeveyn,  Edebiyat,  Güncel - Aktüalite,  Kategorisiz,  Psikoloji,  Sosyoloji,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Hayvan Sevmeyen, İnsan Sevemez!..

                                    Hayvan Sevmeyen İnsan Sevemez.

Benim çocukluğumda İstanbul sizin şimdi bildiğinizden farklı bir şehirdi, sizi bilmem ama ben o İstanbul’u daha çok seviyorum. Yaz geldiğinde Kavacık’a akrabalarımızın evine giderdim. Kavacık dediysem Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapılmamış henüz bildiğin köylük bir yer Kavacık. Otomobilimiz yoktu, ulaşmak için kaç vesait yapardık birlikte sayalım.

-Önce Beyoğlu’ndan Karaköy’e

-Oradan vapurla Üsküdar,

-Üsküdar’dan otobüsle Küçüksu’ya

-Oradan artık vesait yok yürü babam yürü.

Haaaa sonradan Üsküdar –  Rüzgârlı bahçe diye hat açıldı da en azından yürümekten kurtulduk.

Bol oksijen biraz kafa yapsa da ilk günler, sonradan alışırdık. Ev babamın amcasının eviydi, inşaatında büyük amcam ve babam birlikte çalışmış her bir metrekaresinde alın terleri olan sıcacık bir yuva, şimdiki gibi tek düze, kutu gibi, şahsiyetsiz binalar, apartman daireleri gibi değil, şahsiyet sahibi. Kocaman bir bahçe ve bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçları olan, her bir fidanı büyük amcam ve babam sırtlarında taşıyıp bu bahçeye dikmişler, bahçenin bile şahsiyeti var yahu. Evet, büyük amcam bin bir emekle inşa etmiş bu evi ve eşsiz bahçesini, fakat ne evin nede bahçenin güzelliklerine doyamadan erken yaşta hayata gözlerini kapatmış. Hiç görmedim ben küçük bir bebekken göçmüş gitmiş. Neden bilmiyorum eşi Hafize hanıma kendimi bildim bileli “cici anne” derim. Allah uzun ömür versin hala hayatta 105 yaşını geride bıraktı.(Herkes bir MAŞALLAH desin )

Bahçeye dönecek olursak, sadece ağaç fidanı değil tabi ki o Ortancalar, Erguvanlar, İstanbulensis (Dünyada sadece İstanbul’da yetişen bir çiğden çeşidi), Hoşkangallar, Mor Salkımlar, Güller, Nazendeler, Hanım Elleri, Zambaklar, Sümbüller ve daha ismini sayamadığım irili ufaklı çiçekler kendi mevsimleri gelip çiçek açtıklarında etrafa nefis rahiyaları yayılan alı al, moru mor, kıpkırmızı çiçekler, gözünüzde canlandırabiliyormusunuz, burnunuzda o kokuyu duyumsayabiliyormusunuz? Zorlamayın bence o güzellikleri görmemişseniz koku hafızanıza yer etmemişse canlandıramazsınız.

Asıl konumuz bu değildi sahi ne yazacaktık İlkay Hocam haaa tamam hayvanlarla ilgili bişiydi neyse.

Ev küçük arazisi büyük olunca, hele hele bahçesinde görenin iştahını kabartacak güzellikte meyve ağaçları vesair ile doluysa, evi ve bahçeyi koruyacak bir köpek olması da kaçınılmaz oluyor tabi. Köpeğimiz Rus-Alman kırması bir Kurt Köpeği adı ile müstesna “Joe” .Küçüğüm yahu kısa pantolonla dolaşıyorum daha ve köpekten ölesiye korkuyorum, öyle ki kapının ağzında bağlı olduğu halde ben o kapıdan bile girip çıkmaya korkuyorum. Üst perdeden artık kaç desibelle havlıyorsa hayvan dizlerimin bağı çözülüyor. Çözüm? Elbette pratik zekâmla geliştirdiğim bir çözümüm var, bahçe duvarına dayadığım bir ahşap merdivenim var oradan girip çıkıyorum bunu yaparken hınzırca bir bakışta atmıyor değilim bizim acar köpek “Joe”’ya, kocaman dili dışarıda kulaklar dikilmiş vaziyette kızgın kızgın bana bakıyor bağlı olduğu kulübesinden. Dedim ya yaz tatillerinde giderdik ağabeyim ile beraber 10-15 gün zamanın hiç geçmemesini dileyerek orada kalırdık. Yapacak çok şey vardı biz çocuklar için onları burada anlatmayalım konudan sürekli uzaklaşıyoruz sonra hem Dilek hanımdan hem İlkay (Cengiz beyin tabiriyle ) ÖĞRETMENİM den fırça yemiyelim değimli.

Günler uzun geceler kısa, akşam yapacak fazla bir şey yok erken yatıp erken kalkıyoruz.Gece olduğunda inanın bana her yer zifiri karanlık, sadece etraftaki tek tük evlerden yayılan cılız sarı ışıklar var,kesin bir sessizlik ve net bir karanlık sadece ortama hakim olan. İşte böyle gecelerden birinde çığlık sesleri ve havlamaların birbirine karıştığı bir gürültüyle yataklarımızdan fırladık, son sürat bahçe ışıklarını açıp dışarı çıktık çıktık ama biz bunları yapana kadar geçen zaman içinde seslerin bizden uzaklaşmaya başladığını fark etmiştik bile.(garip bir cümle oldu ama olanları anlamak açısından faydalı) Bahçeye çıkmamızla yokuşun tepesinde sokak lambasının cılız ışığında bizim acar köpek Joe’nun önüne birisini kattığı halde koştuğunu gördük. Arkalarından gittik gitmesine ama nereye kadar gidelim uzunca bir takipten sonra eve geri döndük yaz ayları da olsa gece serindi ve gölgeler vardı uzayıp kısalan hahaha şaka şaka bu gölgeler hikâyesi değil.

Biz eve döndük hala gece, e ben çocuğum daha uykum var tekrar yatağıma yatıp el yapımı yün yorganıma sarılıp kendimi tekrar uykunun o tatlı kollarına bıraktım. Sabah kalktığımda Joe halen ortada yoktu, artık endişelenmeye başlamıştık ki bitkin, toz toprak içinde ve ağzı kan revan olduğu halde Joe göründü, nefes nefese kapının önüne yığılıverdi hayvancık. Onu o halde gördüğümde yaşadığım korku ve endişeyi size anlatamam. Ölesiye korktuğum köpeğin başında kafasını okşarken korkudan eser kalmamıştı bende, e tabi oda bana karşı boş değildi, bunu görmek için göze bile ihtiyacı yoktur insanın inanın bana o an bunu görmüyorsunuz aslında bütün benliğinizde hissediyorsunuz. Eğer bir hayvanın koşulsuz sevgisine maruz kaldıysanız bilebilirsiniz yoksa ne dediğimi anlamanız zor. İlk kontrollerimizi yaptığımızda ağzında ve burnundaki kanın kendi kanı olmadığını anlayıp rahatladık ama eş zamanlı kovaladığı kişi için endişelenmeye başladık hahaaa düşünsenize Joe bu haldeyse ( muhtemelen hırsızdı ) hırsız ne haldedir! Ağında dişlerinin arasında kurumuş kan ve kumaş parçalarını görebiliyorduk. Önce hayvana kuyudan taze çektiğimiz suyu verdik biraz kendine gelsin, sanki hiç su içmemişçesine içti suyu minnettar bakan güzel gözleriyle bana bakarken, o an anladım birbirimize görünmez ve çocuk aklımla tarif edemediğim bir bağ ile bağlandığımızı. Yemeğini de kocaman lokmalarla yedikten sonra, bahçenin taşlığında Joe’yu yıkamaya aldığımızda kapının çıngırağı duyuldu gelen köşedeki laz bakkal Cemal ağa. Hararetle içeri girmesinden önemli bir şeyler söyleyeceği belli olmuştu zaten. Sabah çok erken saatte güne başlayan Cemal ağa taa Küçük Su’da görmüş bizim Joe ‘yu önünde koşan birisiyle emin olamamış bakmaya gelmiş bizim köpek mi diye. Evet bizim Joe’ydu o kahramanım benim, adamı evden Küçük Su’ya kadar kovalamış demek, oldukça uzak bir mesafe olduğunu söylemeliyim.

O gün kurduğumuz bağ sayesinde, bende herkes gibi kapıyı kullanmaya başlamıştım çok güzel bir şeydi artık duvardan merdiveni kaldırmış kapıdan girip çıkabiliyordum. Bir başka canlıyla kurduğum ilk arkadaşlık işte böyle başlamıştı.

Uzmanlar hep söylüyor ya “çocuklarınıza hayvan sevgisini aşılamanın en iyi yolu bir hayvan edinmektir” çok doğru, bu gün vicdan sahibi bir insan olduysam bunu Joe ‘ya borçluyum. Günümüzde pet shoplarda satılıp hevesleri geçince ıssız ormanlara, sokaklara bırakılan hayvancıkları görüyoruz, açlıkla susuzlukla ve vicdan sahibi olmaya insanların çeşitli işkencelerine maruz kalarak yaşam mücadelesi veriyorlar, hayvanlara yapılan eziyetlerle ilgili haberleri hepimiz sosyal medya ya da televizyonlarda takip ediyoruz. Rahmetli dedem hep söylerdi “oğlum hayvan sevmeyen insan da sevmez” diye o sokakta beslediği onlarca kedisi, köpeği balkonunda kumruları, güvercinleri olan vicdan sahibi bir insandı. İnsan büyüdükçe anlıyor verdiği öğütleri. Şimdi mutfak penceremde beslediğim Kumrularıma yiyecek bir şeyler verirken aklıma gelen hatıralar bunlar.

Joe ne oldu derseniz yaşlılıktan öldü demeyi çok isterdim. Evde kimsenin olmadığı günler, zincirini çözer bahçede serbest bırakırdık. Ağaçların meyvelerini verdiği, olgunlaşan meyvelerinden adeta bal damladığı günlerden birinde, tüm ev halkıyla beraber Üsküdar’a alışverişe gittik. Uzun ve yorucu bir günün ardından güneş ışınların kızıla çaldığı bir saatte döndük eve. Bahçe kapısından girerken sezinlenen bir olağan üstülük vardı, kapının çıngırağı öterken koşup gelmesine alışık olduğumuz Joe ortalıkta görünmüyordu. Meyve bahçesinden cılız sesi duyuluyordu hırıltılar çıkaran. Yanına gittiğimizde hayvanın bütün böğrünü kaplayan koca bir taş ve ağzından boşalıp artık kurumak üzere olan bir kan gölünün içinde bulduk. Cici annemin oğlu Enver ağabeyim kucakladığı gibi yukarda Merkez Caminin karşısındaki veterinere koşturdu, yumruklarım sıkılı hem ağlıyor hem nefes nefese koşuyordum bende ardı sıra. Nafile bir çaba olduğunu veterinere vardığımızda anladık. Çok kan kaybetmişti, atılan taş ciğerlerine isabet etmiş çarpmanın şiddetiyle ciğerleri hasar görmüştü. Zamanında yetişsek bile, bu kadar kan kaybetmese bile yaşaması mucize olurmuş dedi veteriner hekim. Sanki benimde ciğerimi sökmüşler gibi, etimden et, canımdan can kopmuş gibi ağlayışımı, haykırışımı dün gibi hatırlarım. Yorgun, üzgün, sinirli eve döndük, onu gölgesinde uyuyup ara sıra miskinlik yaptığı o çok sevdiği Dut ağacının gölgesine defnettik.  Joe ile beraber kurduğumuz bağı onunla beraber toprağa gömüşüm ilk cenaze törenim.

Balı damlayan meyvelerin cazibesine kapılan çocuklar, yiyecekleri birkaç meyve uğruna yapmışlardı bu kötülüğü, kötülük olduğunu bilmeden. Oysa o bahçedeki meyveler toplandığında ilk iş tüm komşulara dağıtılırdı “göz hakkı” derdi cici annem “önce komşulara vermek lazım gelir.

O eski iyi insanların yetiştirdiği çocuklardık biz, şimdi bu gün bu kötülükleri yapanların bir cici annesi, kuşları besleyen bir dedesi yok mu? Varsa neden bu kötülük? Neden?

Ben hayvanların “insan olmayan vatandaş” olduğuna inanıyorum, çevreme, çocuklarıma bu düşünceyi aşılamaya çalışıyorum. Belki dünyayı değiştiremem ama en azından çabalıyorum ve herkes çabalarsa önce mahallemiz, ilçemiz, ilimiz, yurdumuz en sonunda Dünya güzelleşir.  Sizde bunun için bir şey yapmak isterseniz kapınıza bir kap su, pencerenize bir avuç pirinç koyarak başlayabilirsiniz.

Daha güzel bir dünya iyi insanlarla var olur, karşınıza hep iyi insanlar çıkması dileği ile.

18.12.2019 Çarşamba

Murat AYDIN

Siz de fikrinizi söyleyin!