Bilim,  Deneme,  Düşünceler Tarihi,  Felsefe,  Tartışma,  Toplum

Felsefi Düşünceler: Bilim ve Hayal Gücünün Sınırları (3)

“Düşünce unsuru görevi gören fiziksel birimler, ‘isteyerek’ çoğaltılan az ya da çok net görüntülerdir ve birleştirilebilir. Geleneksel kelimeler veya işaretler bunun için ikinci aşamada zahmetli bir şekilde bulunması gerekiyor.”

Albert Einstein

Bu ne demek oluyor?

  • Dilini yeteri kadar öğrenmeyen, dilinin sınırlarına varmadan çok daha evvel düşünce ve hayal gücünün sınırlarına ulaşıyor. Kelime hazinesi bin, iki bin kelimeyi geçmeyen bir insan aynı dili 80 bin kelime ile konuşan diğerini ne anlayabilir ne de ondan duyduklarını hayal edebilir. Düşünmesinden hiç bahsetmiyorum bile. Buna rağmen toplumun ekseriyeti, onlara hiç bilmedikleri bir dilden, sözde tercüme edilmiş, hikâyelere inanmakta ve “anlamakta?” hiç zorlanmıyor. Daha hiç kimsenin görmediği, ölümden sonra yaşanacakları, full HD senaryoları hem anlıyorlar hem de bütün hayatlarını ona göre şekillendiriyorlar. Bu nasıl oluyor acaba?
  • Çok yaşayan, gezen, gören, okuyan, çok insanlarla, kültürlerle ve lisanlarla tanışan, varlığını ve bildiğini daima sorgulayan ve araştıran insanların düşünce ve hayal gücü çok daha geniş kapsamlıdır.
  • Ancak en bilgin, gezmiş ve görmüş de dilin ve beynin getirdiği sınırlara maruz kalıyor. Beynimizin ihtiyacına uyarak, bilgiyi ve varlığı, tek kelime ile gerçek veya sanal kümelere ayırmakla beraber esaslardan, gerçeklerden uzaklaştığımızı fark edemez hale geliyoruz. Yukarıdaki yazılandan gördüğümüz üzere, dil, insanların algısal çevrelerini sabitledikleri bir zihin tekniğidir, bunu unutmamak lazım. Dilimizin verdiği seçenekler ile herhangi bir nesneyi, görüntüyü, deneyimi ve düşünceyi insan, doğa, kültür, millet, evrim, inanç, parti, moda ve binlerce başka kümelere, anlayışımızı kolaylaştırmak üzere sabitledikten sonra, o nesnelerden konulduğu küme ve kategoriye mutlak uyum bekliyor ve hatta var saymaya başlıyoruz. Örnek: Birisini İNSAN kümesine eklediğimiz zaman ondan ideal bir insanlık davranışı, medeni, kültürlü, yardımsever, vicdanlı, adil ve saygılı olmasını bekliyoruz. Bu insan kümesine dâhil olan özellikleri göremediğimiz ve bulamadığımız zaman hayal kırıklığı yaşıyoruz. İlmi olarak İNSAN kümesi ile uğraştığımız zaman, onun sağlığını, anatomisini ve evrimini araştırırken, karşımızda çok katmanlı ve yüksek sayıda atom, molekül, hücre, doku, organ ve tek hücreli topluluğu da olduğunu hatırlamak lazım. Bilim insanları bile arada bir bu gerçeği unutuyorlar. Bir kısmı sadece dokularla, diğeri hücreyle uğraşırken insanı göz ardı ediyorlar. En çok unutulan konu ise, ilmin insanı daha tamamıyla keşfetmediğidir. TÜRK, ALMAN veya RUS diye nitelendirdiğimiz bir kişide, o milletin hazır kalıp mutlak özelliklerini aramaya başlamadan evvel bu milletlerin toplam 300 milyon nüfustan oluştuğunu hatırlamakla onlarla ilgili düşünce ve hayal sınırlarımızı geniş tutabiliriz. Bu konuda kimlik, lisan, din veya vatan sevgisi gibi en asgari müşterek özellikleri beklemek bile ön yargılı ve sınır koyucu olabilir.

Bu konu üzerinde yazı yazmak, benim için gençliğimden beri kaçınılmaz bir ihtiyaç haline geldi.

Yedi yaşımdan beri Almanya’da iki kültürün, dilin içinde ve arasında büyüdüm. Daha ilk okul dönemimde Almancayı aksansız ve ana dilimden daha iyi konuşmaya başladım. 17 yaşıma vardığımda Türkçe cümleleri konuşurken kekeliyordum ve kelime bulmakta zorlanıyordum. Ama konuşulanların büyük kısmını anlıyordum. Hukuk fakültesinde okumaya başladıktan sonra Türkçeyi yeniden öğrenmeye karar verdim. Yoksa ne annem babama, ne akrabalarıma, ne de müstakbel Türk müvekkillerime hukuk bilgimi anlatamayacaktım. Bugün iki lisanı anadil ve akademik seviyede konuşup yazabilsem de zor bir süreç yaşadım. Türkçe kelime hazinemi 8 ay boyunca her gün Hürriyet ve Tercüman’ın bulmacalarını doldurarak tazeledim ve geliştirdim. 8 aydan sonra bulmacalarda bilmediğim kelime kalmadı. Gazeteleri okumadım, çünkü bilgi aktarımları sıfıra yakındı. Türkçe kitaplar okumaya başladım, Aziz Nesin, Emin Çölaşan, Yaşar Nuri Öztürk, Gırgır, Fırt, Çarşaf, Türk Kanunları, Hukuk ders kitapları Türkçemi zenginleştirdi.

İki dil ve kültürle büyümek benim her an mukayeseli düşünmemi sağladı ve geliştirdi. Bu özellik benim matematik ve ilim anlayışımı da geliştirdi. İki kültürün arasındaki farkları ve eşitlikleri görebildim.

En belirgin öne çıkan fark tabulardı. Tabu sayısı Türkçede kat kat fazlaydı. Din, siyaset, erkek kadın ilişkileri her yerde herkesle konuşulmuyordu. Hele din, Tanrı, Peygamber gibi konularda fikir üretmek bile yasaktı. Saygı çok önemliydi, elini öp, doğru otur, ayaklarını topla yaygın talimatlardı. Sınırlar çoktu.

Almanlarla iletişimde, öğretmenlerim ve profesörlerim dâhil olmak üzere tabular yok denecek kadar azdı. Her konuda azarlanmadan, güldürülere maruz kalmadan konuşabiliyor ve düşünebiliyordum. Üniversitede solcu ve sağcı (naziler hariç) öğrenci gruplarından dağıtılan, elime sıkıştırılan broşürleri okumak veya onları iki metre sonra çöpe atmam başıma dert açmadı. (Türkiye’de benzer ortamlarda yakınlarımdan defalarca uyarıldım: “onlardan alma”, “bunlardan al”, “okumasan bile onların önünde yere atma”, “camideki hocaya inanmadığını söyleme” vs…) Saygı belirtileri sessizdi, karşındakini dinlemek, sözünü kesmemek, fikir danışmakla gösteriliyordu. Memurun veya büyüğün karşısında el pençe divan durmak, itiraz etmemek gerekmiyordu. Sınırlar azdı.

Bunları burada sayarken iyi veya kötü gibi değerlendirme yapmadım, farkları belirttim. Her şeye rağmen düşüncelerimde hür ve geniş olmayı tercih ettim. Almanların Türklere karşı önyargılarına ve Türklerin Almanlara olan ön yargılarına karşı mücadele ettim.

Geniş ve sınırsız düşünmek benim için erdem oldu. İnsanları dinlemeyi çok severim, fikir ve düşüncelerime ehemmiyet vermek için herhangi bir tarihi otoritenin adını kullanmam. Ben Platon’un iki bin sene önce fark ettiğini, onun eserlerini okumadan, bugün anlamaya başlıyorsam, kendimi tebrik ediyorum.

Birkaç matematik formülü hariç, hiçbir şeyi ezberlemedim. Bilgimi anlayarak, edindim.

Bütün olanlara rağmen kendimi öz kültürüme, milletime ve vatanıma ait ve bağlı hissediyorum.

Hür ve sınırsız düşünmeniz ve hayal etmeniz dileği ile.

Nizamettin Karadaş

Yazımın 1️⃣. bölümünü burada okuyabilirsiniz
Yazımın 2️⃣. bölümünü burada okuyabilirsiniz

Kaynak: “Sprache Denken Mythen”, Klaus Wolschner
http://www.medien-gesellschaft.de/html/sprache_denken.html

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!