Felsefe,  Tartışma,  Toplum

Evrensel Adalet Mümkün Mü?

Adalet her gün haykırdığımız ya da sürekli bas bas bağırdığımız, aslında kavram olarak Adalet’in ne olduğunu çoğumuzun kafa yormadığını, sadece Adalet naraları ile “Adalet istiyoruz” diyebiliyoruz.

Pek, ama gerçekten bu kadar konuşulan ‘Adalet’ denen kavram gerçekte nedir?

Bu olayı biraz felsefi düzeyde ele almaya çalışacağım. Umulur ki bu kavramın ne olduğunu anlaşılması için objektiflik perspektifinde bakıp bu kavramın önemini anlamaya çalışacağız.

Adalet kavramı, elbette tartışmalı bir konudur. Ama bir yerde adalet talepleri varsa, emin olun orada Adalet’sizlikler de vardır.

Adalet kavram olarak siyasi isyanı, savaşı ve daha adil bir düzeni özleyen sosyal hareketleri körükler.

Adil ve ideal bir düzeni, bir toplumda bütün insanların üzerinde anlaştığı bir durum olarak düşünelim.

Bu düzen yanlış anlamayın toplumun kültürü ve yapısı başka kültürlerce her ne kadar sapkın, adil olmayan ve sizin kültürünüze ters ise, bu kültür bu toplumda eğer ki bütünsellik olarak üzerinde anlaşılmış ve herkesçe kabul edilmiş ise o zaman o toplumda bize ters gelen her şey adil olabiliyor.

Bunu biraz örneklendirelim.

Bunların arasında mülkiyet hakları olabilir, birbirlerinin eşleriyle ilişki kurmak olabilir, toplumsal düzenin alt tabakalarında olanlar için sert cezalar olabilir, giderleri ortak bütçeden karşılanan herkese açık şenlikler olabilir, servetin eşit bölüşümü olabilir, servetin eşitsiz bölüşümü olabilir, belirli tanrıların ve kutsal yerlerin herkesçe kabulü olabilir, hoşgörünün gerekliliği olabilir, yeniliğin yasaklanması olabilir. Yani ayrıntılarda kendi içine kapalı ve özgürlükten uzak bir toplum söz konusu olabilir. Bunu hatırlamak önemlidir, çünkü Adalet konusunda liberal iddialar genellikle hoşgörüyü, hak ve özgürlükleri ve bazen de asgari bir yaşam standartını ima eder.

Şimdi, iki tane ülke düşünelim. Bu ülkeler, x ve y ülkeleri olsun.

X ülkesinin insanları yöneticiler ve yönetilenler olarak üzerine anlaştığı bir anayasayı oluşturuyorlar. Bu ülke, toplumca belirlenen katı kuralları ortaya koyup ve bu kuralları tasarlıyorlar.

Y ülkesi de aynı şekilde yasaları oluşturuyor. Y ülkesi x ülkesi gibi katı kurallar değil. Daha hafif yasalar meydana getiriyor.

Bu iki ülke hırsızlık ile ilgili ceza maddelerini oluşturuyor. X ülkesi hırsızlığa karşı kişiyi idam ederken, y ülkesi hırsızlığı para cezasına veya birkaç ay ile cezalandırmayı öngörüyor. Bu durumda, x ülkesinde olan hırsızlık kendi yasalarına göre adil yargılanmış ve idam edilmiştir. Yani, x ülkesi kendince adil olduğunu belirtmiş. Y ülkesi de aynı şekilde hırsıza para cezası kesmiş veya parası olmayan hırsıza birkaç ay hapis cezası verilmiş. Bu durumda y ülkesi de kendi yasalarına göre adil olduğunu belirtiyor.

Peki insanın aklına şu soru gelir. Suçu aynı olan iki hırsız neden farklı şekilde cezalandırılıyor?

Bu yasalardan hangisi Adalet’li diye bir soru sorunca, eminim insanların üstünde uzun düşünmesi gerektiği olacaktır.

Bu durumda sormak gerekir. Madem her ülke kendince adil olduğunu belirtiyor. O zaman Adalet’i yasalar da mı yoksa yönetimler de mi aramak gerekir?

Yasaların adilliği tartışılır, ama yöneticilerin ya da yasa koyucuların toplumsal yasalara göre değil de kendince yasaları dayatması üstüne bir adaletsizliğin kesinliği meydana gelir.

Şimdi Rawls’a göre adalete bakalım.

“Adaletin liberal tanımı, insanlar adaletin ilkeleri üzerinde onun ifadesiyle bir başlangıç pozisyonundan hareketle tartışıyor olsalardı, üzerinde ortaklaşacakları tanım olurdu. Toplumun bir sözleşmeye dayandığı yolundaki teoriye gönderme yaparak, insanların kendi bireysel nitelikleri ve toplumsal düzendeki yerleri kendilerinden gizlenmiş olsa, nasıl bir hayat sürdürmeyi dileyeceklerini sorar. Başka şekilde söylenirse, adil bir toplum konusunda tartışırken ve karar verirken ister tepede olalım ister dipte, ister zengin olalım ister yoksul, her birimiz aynı şekilde bilgisiz olduğumuz için, Rawls’a göre genellikle liberal bir çerçeve üzerinde hemfikir olurduk, hoşgörü ve temel hakların yanı sıra, devletin en kötü durumdakilerin mutlak bir yoksullaşma yaşamasına engel olmak için asgari düzeyde de olsa bir refah devleti olmasını kabul ederdik.”

Rawls’ın bu orijinal pozisyonunun avantajı yerel ve bireysel ön yargılardan kaçınma çabası içinde olmasıdır.

Çünkü bir tartışmacı temsilci olarak siz kim veya ne olduğunuzu bilmiyorsunuz, dolayısıyla bir bakıma kendinizi farklı düşünmeye zorlanıyorsunuz.

Bunu eleştirenlerin işaret ettiği ilk sorun burada yatar. Aynen toplumsal sözleşme teorisinin bir çoklarınca gerçekçi olmamakla eleştirildiği gibi (anayasaların oluşumu esnasında hiçbir zaman gerçekten demokratik organlar oluşmamıştı), Rawls da içinde bireyselliğin ve kültürün yok sayıldığı, ilginç ama hayal ürünü olan bir senaryo oluşturmakla eleştirilmiştir.

İnsan, bedenlerinden ayrılmış bir takım benliklerin tartışmasını hayal ediyor; bu senaryo Kartezyen Düalizmi çağrıştırıyor, ama muhalifleri için tam da bu nedenle gerçekçi değil.

Bu teoriye karşı çıkanlara göre, siyasi tartışma kendi hayatlarını ve deneyimlerini, ayrıca kendi kültürel beklentilerini masaya taşıyan insanlar arasında yapılır. Bunlar, tartışmaya kaçınılmaz biçimde etki yapar.

Sadece bunların görmezlikten gelinemeyeceği anlamında değil, aynı zamanda yerel beklentiler ve normların, bir liberale çok ters gelse bile, bir kenara atılamayacağı anlamında da.

Rawls’ın çözümünü, kendisinin insanların teorik olarak üzerinde ortaklaşacağını öngördüğü liberalizmden çok uzak olan halklara dayatmak da çok kabul edilebilir görünmemektedir.

Bazı bakımlardan bu eleştiri hattı ABD’nin ya da Batı’nın, demokrasinin önceliğini ve parlamenter hükümet biçimini evrensel bir siyasi tarz olarak dayatan siyasi müdahaleleri için de kullanılabilir (Rawls’ın teorisi bu tür müdahalelere cevaz verir).

Kısacası, şu anlık hiçbir ülkenin yasalarının tam adaletli ya da adil olduğunu söyleyemeyiz.

 

 

 

Şimdi biraz sorgulayalım.

  • Bir suçun suçluluk kriterini belirleyen etken nedir?
  • Herhangi bir suçun cezasını neye göre belirliyoruz ,belirlediğimiz suç yasaları yeterince adil midir?
  • Adaletli yargılama kavramı nedir bu kavrmın içini nasıl bir adalet ile doldurulabilir?
  • Her ülkenin yasaları kendince adaletli ise ve bu yasaların hepsi farklı ise bu yasalara karşı işlenen suçlar sabit olup yasalrın farklı suç cezalarını olması ile bu durumda hangi yasa adaletli olur hepsi adaletli ise o zaman adalet nedir?
  • Evrensel adalet sistemi oluşturulabilir mi?
  • Biz yasalara göre bile yargılansak bu yasalara göre adil yargılandığımızı neye göre iddia edebiliriz?

Tabi ki bu soruları siz çoğaltabilirsiniz. Ama en nihayetinde ortada bir sürü yasa var. Ve bu yasalrın adilliği tartışmalı duruma getirmek istiyorum. Adil olan hiçbir yasa yoktur. Bütün yasalar herkese eşit şekilde uygulanmadığı için yasalara adalet demek son derece gerçekçi bir yaklaşım olmaz.

 

Siz de fikrinizi söyleyin!