Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Toplum

Eskici Geldi Eskici

 

Bir kadın fotoğrafımı çekiyor, beğendi mi acaba beni? Bana bakıp ne düşünüyor? Hüzün akıyor gözlerinden, duvarlarıma dokunuyor ince parmaklarıyla. Evim evim güzel evim diyerek kimler, neler yaşadı sende diye soruyor? Ben sana anlatamam ki yabancı, sen bendeki ruhu sadece hissedebilirsin, beni sana bende yaşamış olanlar anlatabilir.

Tahtadan merdiven çocuklar için düşme tehlikesi oluşturuyordu. Evin annesi büyüttüğü 3 çocuğunu düşmemeleri için hep uyardı. İnsan doğuştan alışkın oluyor içinde bulunduğu şartlara. Hiç düşeni olmadı. Çocuklar büyüdü, evlendi, evin annesi anneanne ve babaanne oldu. Yaşlandıkça daha çok sever oldu beni, benim vefalı hanımım. 15 yaşında gelin geldiği evden 82 yaşında tabutla gitti. O gidince ben yapayalnız kaldım. Çektiğin fotoğrafımı belki bir yerlerde, beni kaderime terk edenler görür diye umut ediyorum.

Evet eskiyim ben hem de çok eski. Eskiye ait olduğum yılların en iyi evlerinden biriydim oysa. Beton evlerin demir ve çimentodan direkleri vardır ya, benimde direklerim var. Ama betondan değil, kalın ağaçların gövdesinden. Taş evim ben, duvarlarım çamur sıvalı. Çatı kiremit değildi, topraktı. Büyük silindir şeklinde taş ile sıkıştırılırdı toprak. Yağmur suyu evin içine akmazdı bu sayede. Toprak olan çatımda kır çiçekleri açardı. Bal arıları hiç gitmezdi başımdan. Sonra evin hanımı yaşlanınca, o taş silindiri yuvarlamaya gücü yetmedi, kiremit yaptırmıştı. Kışın sıcak, yazın serin olurum biliyor musunuz?

Bahçemde meyve ağaçlarına kurulmuş urgandan salıncaklara binerdi çocuklar. Alt kattaki ocak başında maharetli ellerde ıspanaklı gözleme, susamlı katmer yapılır, yufkalar açılırdı. Mahallenin şen şakrak kadınları toplanır, sesi güzel olanın türküleri eşliğinde, şenliğe dönüşürdü. Ne günlerdi. Bulunduğum bölgede kimsenin umurunda değilim.

Hamurun, şenlik havasında, leziz yiyeceklere dönüşmesinin tanığı ocak başım. Vefalı hanımım evim diye gururla yaşardı bende. Evet kaloriferim yok, asansörüm yok, konforlu banyolara sahip değilim.  Evin oğulları ve kızları şehirlerde, kaloriferli, asansörlü beton evlerde yaşıyorlar. Ben terk edildim, hiç gelmiyorlar. Bende yaşanılan neşelerin, muhabbetlerin hiç biri yoktur oralarda. Yıllar oramdan buramdan yıkılmalara sebep oluyor. Sıcacık kuzinelerin yandığı, fırınında pişen patateslerin, patlatılmış mısırların mis gibi koktuğu, huzur dolu yuva olan odalarımda, kırık camlardan dolan rüzgar uğulduyor. Tahta olan merdiven ve tabanlar gıcırdıyor, tam orta yerden bel verdim kırıldı kırılacak. Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur misaliyim. Geçenlerde iki erkek kapımın önünde oturmuş sohbet ediyorlardı. Falan şehrin falan köyünde taş evler varmış, insanlar oraya kafa dinlemek için gidiyormuş. Turizmden iyi para kazanıyormuş yöre halkı. Bizim yörede terk edilmiş tek taş ev ben değilim, çok var. Hatta bazıları tamamen yıkıldı, yok oldu. Birileri taş evleri kafa dinlemelik diyerek para kazanırken, benim mirasçılar benim yüzüme bakmıyor. Oysa benim ruhum var. İnsanların tüketim toplumu olmadığı, üretici olduğu, hileyi, yalanı, sahtekarlığı bilmediği tertemiz izleri var bende. Evin vefalı annesinin parmak izleri, sevgisi, gülüşü, gözyaşı, kokusu var. Evim diyenlerin fani dünyada bırakıp gittiği, mirascılarımın ilgilenmediği bir izbeye dönüştüm. İmdat! Yok olan bir kültürüm.

Bir sokak gibi düşünmek hayatı
Bizden habersiz gelip geçenler
Sonradan
Hatırladıkça
Bazen
Kim olduklarını
Bize ne yaptıklarını
Hayatın anlamını düşünür gibi
Apansız düşünmek
Hayatımızda hiç yer kaplamayan
Herhangi bir insanı

Ne kadar silik, önemsiz de olsa
Zamanın geçtiğini bize hatırlatan
Her şey
Hatıra sızısı
Anlara değerini veren sonsuzluk
Ve hayat kadar sıradan

Sokağın bir yerinde
Artık her hatırayla baş edebilir insan

Murathan Mungan

Yok olmaya aday bir evin dilinden bu sersenişler. Ben eskiciyim galiba, eski olan ne varsa seviyorum. Böyle bir taş ev benim anneannemin de var. Mirasçıları olan annem ve kardeşleri terk etmedi ama. Dayımın çocuklarına hisse devri ile halen dayımın kızı oturuyor. Ömrümün üçte biri geçti o evde. Alt katında -siz odunluk deyin ben dam derim- dam vardı. Tarlalardan budanmış ağaçların kalın dalları odun, ince dalları çırpı olarak konulur, bir köşeye kömür yığılırdı. En önemlisi tarladan mahsul getirmek için gücünden yararlanılan eşek vardı. Zavallı eşek tarlaya giderken bizleri taşır, yol boyunca sırayla binerdik, çocuktuk tabi o zamanlar, dönüşte mahsül taşırdı. Eşeğin yemesi için kırlardan ot yolar getirirdi anneannem, alt kat eşeğin kendine has kokusu ile karıştığı ot kokardı. 35 yıldır o damda ne eşek var nede yolunmuş ot. Eve her girişimde, çocukluğum, gençliğim en önemlisi anneannem kokan o koku burnuma çarpar. Eski evlerin ruhu dediğim bu işte. Kokusunda ev halkı var, yaşanmış yıllar, birikmiş anılar var. Ben anılarıma fazla değer veriyorum.

Kıymetini bilmediğimiz kültür varlıklarına dikkat çekmek istedim. Virüsün patlamadığı 2019 yazında Şirince’ye gitmiştim. Adı gibi şirin bir dağ köyü, hep taş ev. Turizme kazandırılmış olduğu için yıkılmaya yüz tutmuş evleri yok. Taktir ettim. Makaledeki fotoğraflar benim memleketimden. Benim memleketim, sahip olduğu kültürü, yıkılmaya terk etmiş. Turizme kazandırılabilir aslında. Çünkü Friglerden kalma 2.500 yıllık geçmişe sahip Clandras köprüsü ile tarihi zenginliği var. Belki birileri yazımı okurda, aaa para kazanmak mümkün diyerek tarihi mirasına sahip çıkar. Sırf anılarını yad etmek, geçmişinin kokusunu duymakla fazla kimse ilgilenmiyor. Taş evler yapan taş ustaları kaldı mı? Belki de yoktur. Zamana direnen taş evler yok olmadan değerlendirilmesi dileğimdir. En önemli dileğim ise, restore adı altında, son yıllarda ucubeye çevrilen tarihi eserler gibi, ucebe hale gelmeden, olduğu gibi restore edilmesi.

 

Siz de fikrinizi söyleyin!