Deneme,  Toplum

Enstantane Yöntemim

Hafızamızdaki parazitlerin yerine, önemsediğimiz anlar yakalanmayı bekliyor.

Tüm anılarımız zaman çizgimizde hızla geçiyor ve saniye saniye akıyor bedenimizden. Sizin için üç boyutta neler önemli ve neler önemsizse, fotoğraflarınıza ve hatıralarınıza yansıyor. Benim enstantane tanımıma geçmeden sizlere alıntıyla bilinen enstantane tanımını iletiyorum.

enstantane Fr. instantané

a. 1. Işıklama süresi saniyenin 1/25’i veya daha kısa olan hızlı bir hareketi çekme yöntemi. 2. Bu yöntemle çekilen fotoğraf: “Bir iki enstantane denemesi yapmak istiyorum.” –Ç. Altan. 3. sf. Anlık: “Yazmanın çok enstantane bir düşünce olduğunu biliyorum.” –S. F. Abasıyanık.

Benim enstantane tanımım, insanın farkındalığını yaşamadığı ama çok daha önemsediği anılardır. Enstantane ansızın gelip/gider ve geri yakalanması mümkün olmayan, çok değerli bir şeydir, ama yakaladığınız her mühim anı beynimizde istersek koruyabiliriz.

– Fotoğrafınızı çekiyorum haydi gülümseyin. Peynir…

Hemen üzerimizi, başımızı, saçımızı düzenleriz, gülümseriz ve bazen sadece, fotoğraflarda en sahte gülümseriz. Güzel bir anı olarak kalacağını bildiğimiz fotoğraflar için bile süslendiğimiz ve daha çok itina ettiğimiz zamanlar olur. Bir karede çıkacak her şeyi o an mercekten geçiririz. Etrafı süsleriz bazı zaman, bazı zamanlardaysa en mühim anları bekleriz.

Bir açılışta makas tutarak bekleyen etiketli kimsenin dakikalarca duruşunda alınan tüm perspektiflerini düşünelim mesela. Komik değil mi, bir sizin karenize bakar bir başka kareye bakarken çıkar fotoğrafınızda. Robot misali, kurdelayı kesmeden 5-10 dakika. Aslına bakarsanız, hiçbir samimiyeti olmayan ve hiçbir kaliteye sahip olmayan mimikler ve kimseler gibi gelir bana. Yalnızca, bir başlangıcı temsil ederler.

Doğum günleri, kutlamalar, sevdiklerimizle en güzel anlar fotoğraflarda kayıtlardaydı, teknoloji ilerleyene kadar; dijital ortamın getirileri de götürüleri kadar oldu. İnstagram gibi sosyal medya ağlarında, çevreye görüntü edası için bile saatlerini harcayan acınası insanlar var.

Rollerimiz bizlerden üstün değil.

Fotoğraflar hayatımızda çok mühim yerlere sahip. Çizgisiz yüzlerimiz, sevdiklerimizle anıların mekanları, ölen kişiyi unutturmayan değerli kareler, bir bebeğin ilk halinden onun büyüyüp diploma almasına kadar fotoğraflayabiliyoruz. Fotoğrafların sayesinde, büyüklerimizin biz doğmadan geçmişteki hallerini bile biliyoruz, kafamızdaki bazı boşlukları fotoğraflarla tamamladığımız bile olur.

Fotoğraflama yöntemimiz doğru mu diye hiç düşünmemiştim, ta ki ailemden bir gün yollarım ayrılıncaya dek. Ailemi çok özlüyordum, geçmişteki anılarımın ise, çoğu beynimdeki kanda boğulmuş haldeydi. Fotoğraflarımıza bakıyordum, elimdeki azıcık fotoğraflarda birkaç enstantane olanı yakalamıştım, sonra çok ilginç bir savaşa başladım, o boğulmuş ve unutulmuş anılara öyle bir odaklandım ki beynimden kurtarabildiğim kadar anıyı dirilttim. Çok zor ve çok depresif dönemlerimde bu yöntem beni iyileştiriyordu, anılardan başka sarılacağım hiçbir mutluluğum yoktu.

Enstantanelerimi örneklendirecek olursam; babamın kapıdan içeri girişi bir enstantaneydi, annemin sırtının dönük mutfakta bulaşık yıkaması bir enstantaneydi, kardeşimin bana gelip abla acıktım demesi ya da ninelerimin ellerimden tutuşları muazzam enstantaneler. Ayakkabılarımızdan tutun da kardeşlerimle birlikte giydiğimiz kıyafetlere kadar çok odaklandım. Düşündükçe düşünüyor ve anılara odaklanıyordum, yalnız gündelik anılara. Kardeşimle okul yollarından sofralara, babamın annemle şakalaşmasına kadar. Hatta ailemdeki kavgaları bile düşündükçe şimdi çok gülüyorum. Ne küçük dertlermiş ve hiç birbirlerini kırmaya değmezmiş diyerek. Hepimiz bir zamanlar bir sofrada otururduk, nerede giden yaşlarımız, nerede o zamanlardaki kahkahalarımız, söylediğimiz şarkılarımız, o günlerden seslerimiz bile değişti, peki daha güzellerini şimdi yaşıyor muyuz?..

Elbette ki yine sarılıyoruz da birbirimize ama, neden eski sarılmalarımızı unutalım?..

Anları yakaladıkça enstantanelere açlığım artıyordu, bağlantıları kurmaya gayret ettim. Analizlerimden şimdi anlıyorum ki özellikle en acılı anlarımı kurtarmışım.

Düşünüyorum da onlarda kalan enstantanelerim neler olabilirdi, ya uykucu abla ya da çok ders çalışan isyancı bir evlat olabilirdim belki, bilmiyorum inanın.

Fotoğraf çekilmeyi hiç sevmem (gençken severdim), şimdilerde belki senede 2-3 defa. Poz verirken mimiklerimi sıkarım, istemsizliğim öz güvensizlikten belki, bilmiyorum. Ama hayatımda beğendiğim bir kaç pozum varsa da haberim olmadan çekilenlerdir (enstantaneler).

Samimiyetin diğer adı fotoğrafta enstantanedir.

Bir iş yerinin yapılışındaki ilk yorgunluklarda enstantane bulunur, ama açılıştaki makasın fotoğrafı çok olur; neden mi, enstantanesizlikten gelir bu durum. Yıllar geçse, o açılıştaki bilmem kim bu etiketli diyerek belki atacak fotoğrafı bir torun, ama dedesinin atletli bir fotoğrafı bile daha değerli olacaktır.

Kalıcı güzellik mi, yoksa popülizm mi?..

“Fotoğrafınızı çekiyorum haydi gülümseyin. Peynir…” gibi ifadelerdense; annenizin evdeki normal hali, yıllar sonra en çok baktığınız fotoğrafı olacak. Sevdiklerinizin gizlice enstantanelerini ansızın yakalayın, anlar hızla geçiyor. İyi bakmayı öğrenmeliyiz. Beynimiz o kadar doluyor ki yedek hafıza karta da bu hususta henüz sahip değiliz.

Anları kaybetmeyelim, anlar durmadan gidiyor, her anda ise her detayı kaybediyoruz. 

Parazitlerin yerine enstantanelerin beyninizde yer edinmesi dileğiyle.

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!