Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Kategorisiz,  Psikoloji,  Siyaset,  Sosyoloji,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

DEVLET & MİLLET

Dünyadaki bütün toplumlar, sınırları çizilmiş ve adına vatan dedikleri coğrafyada bir arada yaşarlar. Bu birlikte yaşamın düzenlenmesi için oluşturulan kuralları da, kendi oluşturdukları DEVLET eli ile düzenlemeye, denetlemeye çalışırlar. Bu çalışmaların uygun, sağlıklı ve olumlu yürümesi için de VERGİ öderler. Devletler bu gelirlerini toplumu düzenleyen kurumların oluşturulması, istihdam sağlanması ve kendi Halkına en iyi hizmetin götürülmesi için harcamakla birlikte ihtiyaç duyulan büyük projelerin yapılmasında, finansmanının karşılanmasında öncülük ederler.
Bu kısa anlatım hepimizin bildiği bir şey. Az çok fikrimizin olduğu aşikâr. Ancak yine hepimizin anlamakta zorlandığı şey ise, oluşturduğumuz bu tüzel kişiliğin beklediğimiz faydaları ile birlikte, bizlerin zararına işler yapıyor olmasıdır.

Kısacası sınırları çizilmiş coğrafyalarda savaşan, çatışan veya birbirini anlamayan 2 ayrı güç olduğunu en temel yaklaşımla söyleyebiliriz. DEVLET & MİLLET

Devlet içimizden seçtiği kişiler eli ile, az sayıdaki sayısal gücünü ağır ve hafif silahlar ile donatmakla kalmaz, kullanıcılarını koruyan yasal düzenlemeler ile donatarak hareket eder. İç, dış saldırılar ve huzursuzlukların önüne geçmek için bu güç zorunludur.

Ülkemizde asker, polis, bekçi ve diğer Kamu kurum çalışanları ile Devleti sayısal büyüklüğü yaklaşık 4.5 ila 5 milyon arasındadır. Bu kadar insan 85 milyon nüfus için çalışmakta ve hizmet vermektedir.
Geriye kalan 80 milyonluk sayısal güç nasıl oluyor da fikirsel çatışmalar, ya da haklı taleplerinde, hep ezilen ya da kaybeden taraf oluyor?

Neden sürekli olarak Devlet kendisini oluşturan insanlara istemedikleri şeyi dikte edip, beğenmedikleri bir işi yapmakta ısrar ediyor? Neden mevcut gücünü sürekli olarak Milletini disiplin altında tutup, belli bir doğrultuda hareket etmeye ya da düşünmeye zorluyor? Bütün bunlar olurken aynı şeylerden rahatsızlık duyan geride kalan 80 milyon gibi çok büyük bir kitle, isteklerini almakta veya yaptırmakta neden yeteri kadar başarılı olamıyor?
Elbette ki daha birçok soru üretebiliriz. Yönetimi kolaylaştıran uygulamalardan, stratejilerden ve yaşanan durumların kimin işine gelip gelmediğinden bahsedebiliriz. Aslında zaten çok şeyleri de dağınık da olsa biliyoruz.
Ben yine büyük resmin en tepesindeki makro parametrelerden yola çıkarak tartışmalara devam etmek istiyorum. Fazla ayrıntı üzerinde durmak bu yazının sonsuza dek sürmesi gibi bir durum yaratabilir.

O yüzden Milletin elinde olan en temel güçlere bakalım:
1- Seçim sandığı
2- Potansiyel enerjisini kinetik enerjiye dönüştürecek eylemler yapması,

Bu güçlerin algı mühendisliği çalışmaları ile erozyona uğratılabileceğini, değiştirilebileceğini de unutmadan ülkemizde olan ve yaşadıklarımıza dönersek;

Öncelikle, spontane bir şekilde gelişen, örgütlü bir yapısı olmayan ve ülkenin her yanına yayılan ancak asla Devlet ile çatışmaya girilmeyen, kinetik enerji olarak karşımıza çıkan olaylar GEZİ Olayları çok önemlidir.

Bu olaylardan sonra yapılan yerel seçimlerde Muhalefetin zaferi ile çıkılırken Milletin diğer gücünü sandıklara yansıtarak, yönetimin uygulamalarına karşı olumsuzluğuna ilişkin baskısını ortaya koyduğu da aşikardır.

Milletin bu uyarılar ile gösterdiği gücünü dikkate almayan İktidar, öncelikle Gezi olayları içerisinde verdiği ve ölümlerle sonuçlanan sert tepkilere (orantısız güç kullanımı) rağmen hukuki sonuçları ile bastırma, sindirme ve “parmak sallayarak” korkutma işlemlerine devam etti.

Seçimlerden sonra ise kazanan muhalif adayları çalıştırmamak, başarısız göstermek için elinden gelen ne varsa yapmaya, uygulamaları hayata geçirmeye adım adım devam ediyor.

Çok ciddi bir yaşanılmış mağduriyet felsefesine dayanarak, Devleti yönetmeye talip olmuş iktidarda bulunan insanların yarattığı mağduriyetler, kendilerinin yaşadıklarını kat be kat üzerine çıktı ve artık dayanılmaz bir hal aldı. Üstelik durmuyor ve devam ediyor. Bu yol, kendi düzenlemelerine dayalı ve sürekli sahip olacakları Devlet modeli hayaline doğru gidiyor. Dava dedikleri şey de bu olsa gerek.

Yaşadığımız bastırma, sindirme ve korkutma taktikleri ne kadar sürecek? Kimlere ve nereye kadar uzanacak? Bilinmiyor. Ancak devam edeceği yönünde işaretler her yeni günde aralıksız devam ediyor.

İktidarlar Devlet gücünü kullanarak hareket ederler, Muhalefet ise Millet ile birlikte onun gücü ve hareketi ile İktidar gücünü dengelemeye, gelecek iktidarı almaya çalışırlar. Dolayısı ile aslında Muhalefetin elinde direnmek ve değiştirmek adına, Devletin elinde bulundurduğu güç araçlarına kıyasla, çok önemli güçler yoktur. Tamamlayıcı güçler ise Medyadır. Algıların doğru yönetilmesi, gücün büyüklüğünün ortaya konması ve İktidar mensuplarının hissedeceği boyutlara ulaşılması için olmazsa olmaz güç budur.

İktidar her ne kadar, bu gücü (Medya) ele geçirmiş gibi görünse de, gerçekte ele geçirdiği sayısal gücün önemli bir güç oluşturmadığı biliniyor. Geriye kalan etkili ve azınlık konumundaki medya ise henüz aynı ortak paydalarda bütün olarak hareket etmekten yoksun. Asıl sorun da burada başlıyor zaten.

Muhalefetin elinde bulundurduğu gücün etki derecesini ve yapılabilir işler listesini çıkarmadan, değişmeyen kötü durumların faturasını İktidar yerine muhalefete keserek yol almaya çalışıyorlar. Bu tehlikeli çatlağın farkında olmayan çok sayıdaki aydın yazar ve çizerin gerçeklerin farkına varacağı günleri beklemek ise bizleri çok yordu.

Umudu besleyemeyen, coşkuyu öldüren, umutsuzluğu pekiştiren her yazı, her çizgi, her beyan dağılmayan kara bulut kütlesini korumaktan başka bir işe yaramıyor. Yazarın haklılığı bile böyle zamanlarda haklı olduğu yorumu veya kabulüne engel teşkil ediyor.

Efendim ileride tarih benim haklılığımı yazacakmış. Sorarım size, ileride bu tür tartışmaları yapacak, haklıyı haksızı konuşacak günlerimiz ya da tarihimiz olacak mı? Bu günleri anlamayan, tehlikeleri görmeyen insanların, olmayacak bir tarihi görmeleri de son derece enteresan değil mi?

Medya, Milletin içerisindeki kinetik enerjiyi hareket olarak ortaya koyabilecek ve hareketi kolaylaştıracak bir teker olduğunu unutmamalıdır. Belirli durum ve düşünceleri çoğunluğa aktarmadan, muhalefetin yol almasını sağlayamazsınız. Muhalefet tekeri olmayan bir arabada ve direksiyon başındadır. Hadi beyler, bayanlar bir el atın itelim diyecek çağrılara ihtiyaç var. Kaportasını, aynasını, camını, tamponunu eleştirmekten vazgeçin. Elimizde başka araç yok..

Üzücü olan şey ise bu medya dağınıklığına katılan ve destek veren bireyler.

Eleştiriler, başarısızlığın faturasına vurulan demler, korku kaynaklı isyanlar ve çaresiz bekleyişlere dayanamadan sarf edilen cümleler. Muhalefet ile konuşarak rahatlamaya çalışırken eleştiri dozunu arttırıp zarar verdiğini bilmeyen, farkında olmayan Milletin fertleri, o seslerinizi duyup sizleri daha da ateşli isyanlara sürüklemeye gayret eden Trol tuzaklarına düştüğünüzün farkında mısınız?

Ne yapılmalı konusunda 1 tane somut, mantıklı ve uygulamaya değer bir şey okudunuz mu? Çözüm diye ortaya sunulan şeylerin son derece genel öneriler olduğunu görmüyor musunuz? Kendi çözümsüzlüklerini eleştiri diye satan, kara propaganda yaparak umutları yerle bir edenler sizce kime hizmet etmiş oluyor?

Pusuya yatmış, sokaklardan geçeni avlayan avcılar, sizi sokaklarda beklerken sokağa çıkmanın dışında ne tür bir öneriniz var? Ayrıca muhalefet partilerinin GEZİ olaylarında olduğu gibi hiç kimseyi sokağa çıkmaya davet etmelerine gerek de yok. İşsizlik, açlık ve umutsuzluk çok fazla sayıda insana, sokaklarda isyan etme konusunda potansiyel bir enerji yüklüyor zaten. Kısaca bu eylemlerin sebebi (olursa) yine iktidar olacak gibi.

“Söz Gümüş ise sükut Altındır” diyerek durumu tek cümle ile özetleyen atalarımıza selam olsun…