Deneme,  Düşünceler Tarihi,  Toplum

Dedikodular

Atalarımız, hayvanlar gibi ilkel tepkilerin ötesinde konuşamadıkları zamanlar yine iletişim kuruyorlardı ve bu iletişime birbirleriyle ırksal birliktelikle ulaşıyorlardı. Belki, vahşi hayvanlara karşı korunmak ya da av yapmak adına iletişim hayati bir ihtiyaçtı.
Bizim ırkımızda bebeklerimiz yıllarca bakım ister, nitekim o dönemin bilinçsiz bireyleri, yani bebeklerini büyütemeyen ebeveynler veya doğum sırasında annelerini kaybeden bebekler, zincirinde artan ölümler… Demek istediğim çok ortak acı yaşadılar. Güçsüz insanların yem olmasını izlediler, açlık çekip, soğuklarda titrediler.
Zamanla vahşetlerden korunmayı öğrendiler. Ateş ile nasıl güç kazanıp, zaferler kazanmaya başladılarsa, birlikteliklerle güç kazanmışlardı. Birliktelikleri küçük toplum olma yolunda, ihtiyaç ve refah ortam için ortak yaşam koşullarında, o geniş doğal ortam bir mağarada yaşam koşuluna mahkum bırakıyordu. Misal muhtemelen kışları birlikte uyuyor, birlikte kalkıyorlardı; bir mağarayı paylaşmak zorunda kalabiliyorlardı.

Muhtemelen, birileri birilerini çekemiyordu. Birileri haksızlık yapıyordu, birileri çok haklıydı. Birileri aslanlaşıyor, birileri güçsüzleşiyordu. Birileri, bazı gün birileriyle daha detaylı konuşmak istiyordu. Birilerine kendilerini anlatırken, yeni sesler çıkarıyor, zamanla fazlaca kelimeler üretmeye ve oluşturmaya başlıyorlardı.

Egolar artıyor, yönetmek için alfa durumunu empoze etmek isterken birileri, belki birileri de anarşizmi seviyordu ya da alışmıştı. Kutuplaşmalar, planlar, stratejiler, savaşlar, iknalar hatta yönlendirmelere kadar, ihtiyaçtı iletişim. Ki bu dünyada insan gibi ihtiyaç anında üretim düşünen, araştıran bir başka canlı daha yoktur. Bizler en iyi ihtiyaç zamanlarımızda, ürettiğimiz fikirlerle çözümler bulup ihtiyaçlarımıza göre doğaya hiç acımayan ve en zalim ırkız!

Belki varoluşunu açıklayamayan, ilk ritüeli üreten kişi karşısında oluşmuştu; ilk cümle… “Sen, yalan söylüyorsun!” (Pardon filmindeki replik gibi, kıçından element uydurma; cümlesini muhtemelen kuracak kadar gelişmemişlerdir.)

Anlatma ihtiyacı ve anlaşılma arzusu hala insanlarda olan ve muhtemelen atalarımızdan aktarılan bir genetiksel durum da olabilir. Konuşarak anlaşmak, ilerlemek için en kolay iletişim türüdür.

Dedikodu dili geliştirmiş olabilir mi ya da dedikodu dilin gelişmesinde etken miydi? Belki… Neden derseniz, akademik tanımlarda takılan akademisyen tanıdım, dedikodu yaparken takılan kimseyi tanımadım!

Hayatımızda, birçok kelimeyi çok az birçok kelimeyi çokça kullanıyoruz. En çok kullandığımız kelimelerse, en basit cümlelerde yer alıyor.

Atalarımızın peki ilk cümleleri neler olabilirdi? Bu soru için aklıma gelen birkaç cümle:

Vilma: Fred, Barni’yle yaptığınız avdan o daha çok pay aldı.
Fred: O, benim gibi akıllı güçlü değil Vilma. Ona ben hediye ettim. Yarın yine çıkarım ava, sen rahat ol.
Beti: Barni, Vilma’ya fil dişli kolyemi hediye ettim, fakat o iki ayı postuna sahip olmasına rağmen, bir tanesini hediye etmeyi düşünemedi.
Barni: Ben de Fred’i mağarada küçük çizdim, hihihih….
Bugün komşu mağaradan sesler geliyor, sanırım yine ateşi yakamadılar. 
(…gibidir belki.)

Acıkıyorlar misal; biri avı görüp haber etmeliydi, biri kovalamak için, biri yakalamak için ve birileri de avı yenir hale getirmek için iletişim kurmalılardı. Dil muhakkak gelişecekti, çünkü 1.8 milyon yıl önce işlev arttıkça, yetenek ve dil de gelişiyordu, diğer yandan vücuda çok ağır gelen beyin, vücuda uygun orantıya ulaşıyordu.

Afrika’dan taa Avrupa’ya nasıl yol aldılar ve bulundukları yerden ayrılma sebepleri nelerdi? Neleri keşfetmişlerdi, kimlere yolda ne şakalar yapılmıştı, kimler alınmıştı, kimler gülmüştü. Düşünsenize, bir yolculukta az tanımadık kimseleri. Bu serüvenlerinde bile dedikodu Avrupa’ya kadar ulaşmış, dil daha da gelişmişti. Ya acılar? Alışılmadık mevsimlerde belki hastalanmış ve ölmüştü birileri. Muhtemelen çok acılar paylaşmıştılar. Yıllar nasıl ilerledi, tahmin etmek kolay değil tabi. Yaklaşık 200 bin yıl öncesinden beri, modern dil ve gereken gen türü, güncel haline evrilmişti.

Sosyal bir ağda dedikodu şöyle oluşur; kişi kendi gibi ya da güvendikleri ile veyahut en yakınları olan kendi aileleriyle, derken günümüz tanımıyla yakın çevremiz ve ailemizle…diye düşünüyorum.

Zamanla dilimiz için atalarımız, dilin kemiği yok her şeye döner babında söz söylemiş, bakıyorum da her şeye de söz etmişiz!.. Sahi, kaç küslükten doğmuştur diller?

Egoyla ve yüksek yaşama standartı için hala yalanlar, hala yönetme arzusu yaşayanlar ve hala da o dönemlerdeki gibi yönetilmek istemeyen insanlar çıkıyor.

Bir yas evinden bir sürü dedikodu çıkıyor. Bazı zaman da birinin kaybı bir başkasının mutluluğu olup, dedikoduya yelkenler açıyor.

En iyi hikayeyi anlatan Siyasetçiler ve Din Pazarlayan Tüccarlar; bizleri yönetmiyor mu? Bize en iyi hikayeyi anlatan liderlere yönetimi verdik, hikayelerini dinleyen dünya çoğunluğu yüzünden, dünya azınlığı hikayeyi sevmiyor/zeki, ama hikaye doğrultusunda kaybediyor. Birçok kabileyi, birçok halkı ve milleti katliama sürükleyen, bu yönetme ve zenginleşme arzusu değil miydi? Onların sözleri, en çok dinlenen sözler olurken, bir de birbirlerine referans olarak kullanılmak adına bile dedikodular türedi! Sözler hükmetti dünyaya, dedikodular da akabinde gelişti. Mizah, faşizm beşiklerinde gelişti; dedikodudan sanata ilerlendiği zamanları da çok yaşadık.

Dedikodular, zamanla ikiye ayrıldı; Tarihi Dedikodular ve Gündelik Dedikodular diye. İki örnek ile düşüncemi sizlere aktarayım:

1- Tarihi Dedikodular: Hz. Muhammed’in eşi Ayşe için tarihte kulağımıza gelmedik dedikodu kalmadı. Birçok kaynak, Ayşe için söylenen dedikoduları doğrularken, Kur’an’da ve bazı hadislerde yalanlar. Tarih başka, tarihi dedikodular başka yönde ilerlediği zamanlar olur. Bu sebepten, Hz. Muhammed’i Kur’an da Allah’ın ayetleri kurtarır. Yoksa, boynuzlanmıştır. Kimi kaynaklara göre, Hz. Muhammed’e ayetler gelmediğini ve Ayşe’nin onun yazdığına dair sözleri de vardır.

Biz bu dedikoduları günümüzde hala yapıyoruz, hatta bugünlerde tastikliyoruz bazı şeyleri; fakat camilerde dile getiremediğimizden tartışamıyoruz!

Bizim gibiler ile konuşmaksa, bizi rahatlattığı gibi güçlü de hissediyoruz.

2-Gündelik Dedikodular: Cengiz Ağam bize vermediği unu /yağı, başka köyde dağıtıyor dedi Dilek, ben de Dilek’e dedim ki, o da bir şey mi bana maraba deyip, arkamdan yağlı yemekleri çok yediğimden hep uyuyakaldığım için dedikodumu yapıyormuş, ben de gittim onun ardından Ağamın aşiretinde, Ağamın dedikodusunu yaptım, insanlar tanıdıkları Ağa hakkında düşünüyor… gibi bir örnekle açıklamak istedim, sizler geliştirebilirsiniz.

Gündelik Dedikodular, günümüzde tarihte yapıldığı gibiyse meraklanacağımız detaylar azdır; fakat Tarihi Dedikodular, günümüzde hiç bilmediğimiz insanlar yüzünden hala canımıza sebep olabiliyor.

”Dedikodu, diğer insanları ahlaki olarak değerlendirmek, insanların yaptıklarıyla ilgili doğru – yanlış, iyi – kötü gibi yargıda bulunmaktır.”
Julian Baggini

“Açma sırrını dostuna, o da söyler dostuna…” elbet, onun da ayrıca dostu vardır.

Günümüz teknoloji çağında, ses dinleme cihazları, ses kaydeden operatörler vs. Dedikodulardan korkan siyasetçiler de var, misal YouTube’a düşen 17 Aralık telefon görüşmesi ile kirliliği tastiklenen bir siyasetçi, günümüzde tüm kurumlara sahip ve yöneten olmasına rağmen, kendinin de dinlediği ve arşivleriyle, yandaşları ile arasının açılması ihtimalinde, karşılıklı sırlarını dökmediklerini çok gördük. Teknoloji çağa da farklı bir yenilik kattı. Her şey bir an ortaya da çıkabilir ya da her şey siyasi hedefler için örtüle de bilinir.

Dedikodu, umut da oldu, çözüm de. Bazı zamanlar merakı da arttırdı, bizleri de rahatlattı, fakat yine de üzerimizde sorunsal yönüyle ağırlık yaptı.

Bir ağız rahatlığıyla sizle dedikodu yapamadım, hem de böylesi bir yazı da! Neyse klavye ardında benden en fazla bu kadar…

Orhan Veli’den Levent Yüksel’e Dedikodu ile de sanat eseri sunayım:

Dedikodu

Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpe gündüz?
Melahat’i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla’yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?

Orhan Veli Kanık

Levent Yüksel’den bu şiirin şarkı yorumu:https://youtu.be/t-a6ARuBAhg

***

(Dedikodu üzerine yazdığım bu yazıda, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens (insan türünün kısa bir tarihi) kitabından 4,5 sayfayı bu yazıyla aktarmanın faydalı olacağını düşündüm. Bilgi aktarımlarına derince detaya giremediğim için, sizlere bu aktarımın faydalı olacağını umuyorum. )

Bilgi Ağacı

150 bin yıl önce Doğu Afrika’ya yerleşen Homo sapiens’in sonradan dünyanın geri kalanına yayılıp, yaklaşık 70 bin yıl önce de diğer insan türlerini ortadan kaldırmaya başladığım gördük. Aradaki bin yıllar boyunca bu arkaik Sapiensler, aynen bizim gibi bir dış görünüşe ve gelişmiş bir beyne sahip olsalar da diğer insan türlerine karşı belirgin bir üstünlükleri yoktu. Ayrıca gelişmiş aletler yapmak gibi özel başarılar da gösterememişlerdi.
Aslında, Sapienslerle Neandertaller arasındaki bilinen ilk karşılaşmayı Neandertaller kazandı. 100 bin yıl önce bazı Sapiens grupları kuzeye, Doğu Akdeniz’e doğru göç ettiler. Burası Neandertal bölgesiydi ve Sapiensler buraya tam olarak yerleşemediler. Bunun sebebi, düşmanca davranan yerliler, uygun olmayan bir iklim veya Sapiens’in yabancısı olduğu yerel parazitler ve hastalıklar olabilir. Sebep her ne olursa olsun, sonuçta Sapiensler o bölgeden çekildiler ve Neandertaller Ortadoğu’nun efendileri olarak kaldılar. Bu başarısızlıklar sebebiyle, bilim insanları bu Sapienslerin beyinlerinin iç yapısının bizimkilerden farklı olduğunu öne sürerler. Bizim gibi görünüyorlardı, fakat bilişsel becerileri -öğrenme, hatırlama, iletişim kurma- bizden çok daha sınırlıydı. Bu eski Sapienslere, örneğin Türkçe öğretmek, İslamın temel öğretilerini anlatmak veya evrim teorisini açıklamak sonuçsuz çabalar olarak kalırdı. Aynı şekilde biz de onların dilini öğrenmekte ve düşünce biçimlerini anlamakta çok zorlanırdık. Bununla birlikte, Homo sapiens 70 bin yıl önceden başlayarak çok özel birtakım işler yapmaya başladı. Bu tarihte Sapiens kabileleri Afrika’dan ikinci kez çıktılar ve bu sefer Neandertalleri ve diğer türleri sadece Ortadoğu’dan değil, tüm yeryüzünden sildiler. Kayda değer kadar kısa sürede, Sapiens Avrupa ve Doğu Asya’ya ulaştı. Yaklaşık 45
bin yıl önceyse bir şekilde açık denizi geçerek o tarihe kadar insanlar tarafından ulaşılmamış olan Avustralya’ya vardılar. 70 bin yıldan 30 bin yıl öncesine kadar geçen sürede botlar, yağ lambaları, ok ve yaylar, iğneler (sıcak tutan elbiselerin dikimi için çok önemlidir) gibi aletlerin icadı gerçekleşti. Sanat olarak kabul edilebilecek ilk mücevherler ve dinlerin oluşumunu gösteren ilk buluntularla, ticaret ve toplumsal katmanlar da yine bu dönemde ortaya çıkmıştı.
Çoğu araştırmacı, bu daha önce örneği olmayan başarıların Sapienslerin bilişsel yeteneklerinde gerçekleşen bir gelişmeye dayandığına inanıyor. Neandertalleri yok eden, Avustralya’ya kadar yerleşen ve Stadel aslan adamını yapan insanların en az bizim kadar akıllı, yaratıcı ve duygusal olduğuna inanılıyor. Stadel mağarası sanatçılarıyla karşılaşsak, biz onların ve onlar da bizim dilimizi öğrenebilirdi. Onlara bildiğimiz her şeyi (Alice Harikalar Diyarında d&n kuantum fiziğinin gizemlerine) açıklayabilirdik ve onlar da bize kendi insanlarının dünyayı nasıl gördüğünü anlatabilirdi.

Bilişsel Devrim, 70 ila 30 bin yıl önce ortaya çıkan yeni düşünce ve iletişim biçimleri anlamına gelir. Sebebi kesin olarak bilinmemekle birlikte, en çok kabul gören teoriye göre genetik mutasyonlar Sapiens’in beyin iç yapısını değiştirerek, daha önce mümkün olmayan şekillerde düşünmelerini ve tamamen yeni dillerle iletişim kurabilmelerini sağladı. Bilgi Ağacı mutasyonu adını verebileceğimiz bu mutasyon, neden Neandertal yerine Sapiens’in DN Asında gerçekleşti? Bilebildiğimiz kadarıyla bunun sebebi tamamen tesadüf, önemli olansa Bilgi Ağacı mutasyonunun sebeplerinden ziyade sonuçlarını anlamak. Yeni Sapiens dilini, tüm dünyayı fethetmesini sağlayacak kadar güçlü kılan özellik neydi?2
Üstelik bu ilk dil de değildi. Her hayvan türünün bir tür dili vardır. Örneğin karıncalar ve arılar gibi böceklerin bile karmaşık biçimde iletişim kurduğu bilinir, bu da genellikle gıdanın nerede bulunduğunu iletmek için kullanılır. Sapiens dili, ilk sesli dil de değildi; tüm maymun türleri dahil pek çok hayvanın sesli dilleri vardır. Örneğin yeşil maymunlar iletişim kurmak için pek çok farklı ses çıkarırlar. Zoologlar şu ana kadar “Dikkatli ol! Kartal geliyor!” anlamına gelen birini tanımlayabildi. Biraz daha farklı bir diğeri, “Dikkat et! Aslan!” anlamına geliyor. Araştırmacılar ilk çağrının kaydını bir grup maymuna dinlettiğinde, maymunlar yaptıkları işi bırakıp korkuyla yukarı baktılar. Aynı grup ikinci çağrı dinletildiğindeyse hemen bir ağaca tırmandı. Sapiensler yeşil maymunlardan çok daha çeşitli sesler çıkarabiliyordu, ama balinalar ve fillerin de aynı derecede etkileyici yetenekleri vardır. Bir papağan, Albert
Einstein’ın söylediği her şeyi söyleyebileceği gibi, aynı zamanda çalan telefon, sertçe kapanan kapı ve siren seslerini de taklit edebilir. Einstein’m bir papağana göre pek çok üstünlüğü vardı elbet, ama ses konusunda değil. Peki o hâlde dilimizi bu kadar özel kılan şey ne? Buna cevap olarak en yaygın kabul, dilimizin olağanüstü esnek olmasıdır. Sınırlı sayıda sesi ve işareti kombine ederek her biri farklı bir anlama sahip sonsuz sayıda cümle üretebiliriz. Bu sayede de etrafımızdaki dünya hakkında devasa miktarda bilgiyi algıyabilir, depolayabilir ve iletebiliriz. Bir yeşil maymun arkadaşlarına “Dikkat et! Aslan!” diye bir uyarı gönderebilirken, modem insan, arkadaşlarına sabah saatlerinde nehrin kıvrım yaptığı yerde bir bizon sürüsünü takip eden bir aslan gördüğünü söyleyebilir. Ayrıca olayın yerini tam olarak aktarabilirken, buraya giden farklı yollan bile anlatabilir. Haberi alan insan grubu, bu bilgiyle kafa kafaya verir ve nehre yaklaşıp aslanı kaçırarak bizonu avlama planı yapabilir.
İkinci bir teori, dilimizin dünyayla ilgili bilgi paylaşımıyla zaman içinde evrildiğini öne sürer, ve elbette en önemli bilgiler, aslan ve bizonlarla değil insanlarla ilgili olanlardır. Bu teoriye göre dilimiz dedikodu yapma
aracı olarak evrilmiştir ve Homo sapiens her şeyden önce sosyal bir hayvandır, sosyal işbirliği hayatta kalma ve üreme için kritik öneme sahiptir. Kadın ve erkek bireyler için aslanların ve bizonun yerini bilmek yeterli değildir, asıl önemli olan kabilede kimin kimden nefret ettiğini, kimin kiminle ilişkiye girdiğini, kimin dürüst ve kimin hilebaz olduğunu bilmektir.
Birkaç düzinelik bir grupta sürekli değişen ilişkileri takip edebilmek için edinilmesi ve depolanması gereken bilgi miktan inanılmazdır (50 kişilik grupta, 1.225 farklı birebir ilişki vardır, ve bundan çok daha fazla sayıda karmaşık kombinasyon da bulunur). Tüm maymunlar sosyal ilişkilerle yakından ilgilidir, ancak etkin bir biçimde dedikodu yapamazlar. Neandertaller ve arkaik Homo Sapierısler de muhtemelen birbirlerinin arkasından rahatça konuşamazdı. Dedikodu sıkça kötülenen ama aslında kalabalık gruplar hâlinde işbirliği yapabilmenin de temelini oluşturan bir beceridir. Modern Sapiens’in yaklaşık 70 bin yıl önce edindiği yeni dil becerisi, ona saatlerce dedikodu yapabilme şansı verdi; kime güvenilebileceğine dair bilgi, küçük grupların daha büyük gruplara dönüşmesine, dolayısıyla da Sapiens’in daha sıkı ve karmaşık işbirliği yöntemleri geliştirmesine yol açtı.3
Dedikodu teorisi ilk başta şaka gibi gelebilir ama pek çok çalışma bunu destekliyor. Bugün bile insanlar arasındaki iletişimin büyük bölümü, ister e-posta ister telefon konuşması veya gazete sütunları olsun, dedikodudan oluşur. Bu durum bize o kadar doğal gelir ki, sanki dilimiz özellikle bu amaç için evrimleşmiş gibidir. Yoksa siz tarih profesörlerinin öğlen yemeğinde Birinci Dünya Savaşı’nm sebeplerini tartıştığını veya nükleer fizikçilerin akademik konferansların kahve molasında zerreciklerden bahsettiklerini mi düşünüyorsunuz? Belki bazen öyledir. Ama genellikle, kocasının kendisini aldattığını yakalayan profesör, bölüm başkanıyla dekan arasındaki tartışma veya bir meslektaşlarının araştırma fonuyla kendisine lüks bir araba alması gibi konularda dedikodu yaparlar. Dedikodular genellikle yanlış davranışlar üzerine odaklanır. Günümüz basınının ilk örneği sayılabilecek söylenti, toplumu bilgilendirerek insanları hilebazlardan ve asalaklardan koruyan gazetecilik faaliyeti gibiydi.
* * *
Muhtemelen hem dedikodu hem de “nehrin kenarında aslan var” teorisi geçerlidir. Dilimizin gerçekten özgün olan tarafıysa, insanlar ve aslanlar hakkında bilgi paylaşımına olanak sağlamasından çok, var olmayan şeyler hakkındaki bilginin aktarılmasını sağlamaktır. Bildiğimiz kadarıyla sadece Sapiens hiç görmediği, dokunmadığı veya koklamadığı varlıklar hakkında konuşabiliyor.
Efsaneler, mitler, tanrılar ve dinler ilk kez Bilişsel Devrim sayesinde ortaya çıktı. Daha önce pek çok hayvan ve insan türü “Dikkat et! Bir aslan!” diye uyarı gönderebiliyordu, ama Bilişsel Devrim sayesinde, Homo sapiens “aslan kabilemizin koruyucu ruhudur” deme becerisini kazandı. Kurgular hakkında konuşabilme becerisi, Sapiens dilinin en özgün yanıdır.
Sadece Homo sapiens’in var olmayan şeyler hakkında konuşabildiği iddiası herkesçe kabul edilebilecek bir önerme. Bir maymunu, ölümden sonra gideceği maymun cennetindeki sınırsız muzla kandırarak elindeki muzu vermeye asla ikna edemezsiniz. Peki bu neden bu kadar önemli? Sonuçta kurgu tehlikeli biçimde yanlış yönlendirebilen veya dikkat dağıtan bir şey olabilir. Ormana melekler ve tek boynuzlular görmeye giden insanların hayatta kalma şansı kesinlikle ormana mantar ve geyik bulmaya gidenlerden daha az olacaktır. Ayrıca eğer zamanınızı var olmayan koruyucu ruhlara dua etmekle geçirirseniz, gıda toplamak, savaşmak ve üremek gibi şeyler için kullanılabilecek değerli vakti boşa harcamış olmaz mısınız?
Öte yandan kurgu, sadece bir şeyleri hayal edebilmemizi değil, bunu kolektif olarak yapmamızı sağladı. Bu sayede Incil’deki yaradılış hikayesi, Avustralya yerlilerinin Dreamtime mitleri ve modern devletlerin mil­liyetçi mitleri gibi ortak mitler yaratabiliyoruz. Bu mitler Sapiens’e büyük gruplar hâlinde esnek bir işbirliği yapabilme becerisi vermiştir. Karıncalar ve anlar da çok büyük gruplar hâlinde çalışabilirler, ancak bunu yalnızca çok katı bir biçimde ve sadece akrabalanyla yaparlar. Kurtlar ve şempanzeler, karıncalardan çok daha esnek biçimde işbirliği yaparlar,
ama onlar da sadece yakından tanıdıkları az sayıdaki üyeyle yapabilirler bunu. Sapiens ise sonsuz sayıda yabancıyla çok esnek bir şekilde işbirliği yapabilir. İşte bu yüzden Sapiens dünyayı yönetirken, kanncalar bizim
artıklarımızla beslenir ve şempanzeler de araştırma laboratuvarlannda ve hayvanat bahçelerinde kafes altındadır.

Yuhal Noah Harari

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!