Deneme,  Toplum

Can Gülü

Genç adam derin bir nefes çekti içine, gül kokan temiz hava tüm ciğerlerini doldurdu, bir süre tutup sonra içinde ki sıkıntıları da yanına katıp salıverdi soluğunu.
Oysa güzel bir gündü, öyle olmalı idi…
Çoğunluğu elma ağaçlarından oluşan baba ocağının bu güzel bahçesi; ona her zaman huzur vermişti, bu kez de öyle olmasını dileyerek, babasını büyük ceviz ağacının altına kendi elleri ile yaptığı tahta kerevete doğru yürüdü. Anacığının el dokuması halı yastık ve minderle döşeyip etrafına güller, türlü çiçeklerle bezediği oturma köşesinde biraz kendinle kalması iyi gelecekti.
“Böyle önemli bir günde bu sersemlik niye ” diyerek söylendi kendi kendine. İçeride sözlüsü ve Ailesi…
Herkes mutlu, iki aile çocuklarını evlendirecek olmanın haklı gururu ile koyu bir muhabbetin için de.
Aniden kalkıp dışarı çıkmasının dikkat çekmemiş olmasını diledi, bu güzel zarif insanların incinmesini istemezdi asla.
Bahçe içinde, tek katlı ahşap baba evinin köşe odası, daha geniş ve aydınlık olması nedeni ile konuklara ayrılmıştı, iki cepheden güneş alan bu oda da, tam da pencerenin önünde oturan sözlüsünü izledi bir süre. Güzel bir kız, eğitimli ve iyi bir aileye sahip. Evlenmek için insan başka ne diler ki… Büyükler de böyle düşünmüşler tanışmaları istenmiş, beş altı ay süren arkadaşlık sonrası evlilik kararı alındı.
O halde!…
Kendi kendine gülümsedi genç adam ve düşüncelerin de hızlı bir yolculuk yaptı geçmişe.
İlk aşkı, ilkokul da pasaklı söz dinlemeyen, hep erkek çocukları ile oynayıp, kavga eden o kahküllü kız…
Ergenlik yıllarında mahallenin çok kitap okuyan, dik kafalı, saçlarını hep çok kısa kestiren kız ise ikinci aşkı…
Ve olgunluk döneminde, yıllarca uğruna acı çekeceği büyük aşkı,
Üç ayrı kız, garip bir tesadüf üçünün de isimleri aynı!…
İçi özlemle yandı, üçünü de sevmişti süregelen zaman için de
Bir mucize olsa diye (Biri çıksa karşıma, aynı ismi taşıyan üç kızın özelliklerini taşısa ben de ölümsüz aşkı bulmuş olsam.) düşünürdü hep.
Bu bir hayal ve kendisi de bunu biliyor, artık o bir ergen değil kaldı ki üniversite öğrenciliği, ülkenin için de bulunduğu koşullar, yaşamak zorunda kaldığı olumsuzluklar sonucu yaşının üstünde bir olgunluk kazandırmıştı ona.
İçeri girmeli idi, yokluğu dikkat çekmeden, ayağa kalktı eve doğru yöneldi, annesinin canı gibi baktığı güllere takıldı gözü.
O yörede, güllerin en ucunda ki goncaya(ya da güle) CAN GÜLÜ denir ve bunlar çok özel kişilere sunulur. Dikenlerin eline batmasına aldırmadan kopardığı CAN GÜLÜNÜ, hayat arkadaşı olacak güzel kıza vermek üzere eve doğru yürüdü…
Yaşamın bir yerlerin de, o üç kızın özelliğini taşıyan aynı ismi taşıyan biri ile karşılaşsa bile artık, o CAN GÜLÜNÜ sahibine vermişti.
Hiç kimse yaşamın gelecekte ona ne sunacağını bilemez, tıpkı genç adamın günün birinde, üç kızın özelliklerini taşıyan aynı isme sahip kişi ile tanışacağını bilemediği gibi, NE Mİ OLMALI?
Elbette CAN GÜLÜ emek veren de kalmalı…

Siz de fikrinizi söyleyin!