Siyaset,  Tarih,  Toplum

Atatürk Ve Kadın Hakları (2)

Herkesin bilmesi ve okuması gerektiği için atam.gov.tr’den Prof. Dr. Emel Doğramacı’nın bu değerli makalesini alıntı yaptım, umarım okursunuz…

Dünyada kadın hakları, herşeyden önce insan hakları olarak ele alın¬malıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilk maddesi “tüm insanların özgür, onur ve haklar bakımından eşitliğini” ikinci maddesi de cinsiyet ayırımına karşı önlem alınması gerektiğini vurgular.’
Kadın hakları, uzun ve çetin mücadeleler sonucu kazanılmaktadır. Bu mücadelenin boyudan her ülke için farklılık göstermiştir. Henüz kadın hakları konusunda adımını atmamış ülkeler vardır. Bu haklar için, müca¬deleler bütün hızıyla sürmektedir. Bu mücadelede Türk kadını, dünya ka¬dınının yanında kendisini daha şanslı olarak görmelidir. Çünkü, Türk ka¬dını, kadının toplumsal statüsünü değerlendirebilen, ve onların kadın ol¬maktan kaynaklanan haklarına sahip olmalarını gerekli gören bir lidere sahip olmalarıdır. Bu lider Atatürk’tür. Atatürk, Türk kadınına bir ışık sunmuştur. Bu ışık ile Türk kadını geleceğine umutla bakmaktadır.
Türk kadını tarih süreci içerisinde devreler halinde ele alınabilir. İn¬celenmesi gereken ilk devre, Türklerin İslâmiyeti kabul etmesinden önceki devresidir.
Türk kadını bu devrede, erkeğinin sosyal tipine yakındır. Erkek gibi, ata biner, ok atar, kılıç kullanır, tik Türkçe belge olarak kabul edilen Or¬hun Kitabelerinde, Türk kadınından saygı ile söz edilir, özellikle prenses¬lerin sosyal ve siyasal alanlarındaki çalışmalarına değinilir. Türk ailelerin¬de bir kız evladın dünyaya gelişi mutsuz ve üzüntü verici bir olay sayıl¬maz, aksine, sevinç kaynağı olarak kabul edilir. Çocuklar üzerinde baba¬nın olduğu kadar annenin de hakları olduğu savunulur2.
Türklerin yerleşik düzene ve İslâm kültürüne geçiş döneminde Türk Kadını Arap ve Bizans toplumlarının etkisinde kalmıştır.
İslâmiyetin kabulünün ilk zamanlarında Türk kadınının öğretmen, hatip, şair ve hatta asker olarak görev yaptıklarını3 öğreniyoruz.
Ancak zamanla, özellikle Arap toplumunun kız çocuklarına değer ver¬memesi, Müslümanlığı kabullenen Türk toplumunda da etkisini göster¬miştir. Bu dönem Türk kadını, erkekten pasif bir konuma itilmiştir. Os¬manlı Devleti yönetiminin kadına karşı bu katı tutumu benimsemeleri ve uygulamaları, Türk kadınını peçe altına kafes arkasına mahkum etmiştir. Bu dönemde kadın adeta inzivadadır. Sıdıka Tezel, bunu, “Osmanlı top¬lum, yapısı cinslerin ayrılığı üzerine kurulmuş iki ayn dünyadan oluşmuş¬tu. Erkeğin dünyası kamusal, kadının dünyasıysa özeldi, mahremdi ve ai¬lenin içinde idi. Eve kapatılıp çarşaf giymeye mahkum edilen kadının, toplum hayatındaki rolü önemli ölçüde sınırlanmıştı”4 diye açıklamakta¬dır.
Osmanlı döneminde, kadın, eğitim hizmetlerinden de yoksun bırakıl¬mıştır. Ailede, erkeğin, hukuksal ve sosyal üstünlüğü kadını iyice güçsüzleştirmiştir. Böylece, poligami aileye girmiştir. Bunun sonucu olarak erkek, birden çok kadınla evlenebilme özgürlüğüne kavuşmuştur. Üstüne üstlük erkek, dilediği zaman tek taraflı bir irade ile eşini boşayabilme hak¬kını kendinde bulmuştur. Evlilik çağma gelmiş veya öyle düşünülmüş kız çocukları, erkek çocuklara nazaran, mirastan yarım pay alması hükmü ge¬tirilmiştir. Mahkemede kadın şahidin ifadesi, erkek şahidin ifadesinden de¬ğersiz kabul edilmiştir. Kadınlara ücretli çalışma hayatı kapalı tutulmuştur.
Osmanlı dönemi Türk kadınının durumu Tanzimat’la bir nebze hare¬ketlenmiş bulunmaktadır. Bu kıpırdanmalar bazı aydınlardan gelmiş, özel¬likle, yazarların edebi eserlerinde çizilen kadın tiplerinde Osmanlı toplu¬munun kadın anlayışına bir başkaldırı gözlenmiştir. Halide Edib’in, yaşa¬mı boyunca kadınların haklarının savunulması için verdiği çaba ve bu ça¬bayı haklı gören aydınların katkıları ile kadınların eğitimi konusunda önemli adımlar atılmıştır5.
Teokratik Osmanlı toplumunun adeta kadınsız toplum yapısından, kadınlı toplum yapısına geçiş, Atatürk ilke ve inkılâpları ile olmuştur.
Atatürk’ün 1923 yılında söylediği şu sözler, O’nun Türk kadını hak¬kındaki kanısının ne derece gerçekçi olduğunu ortaya çıkarır:
“Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının yegâne sebebi, kadınları¬mıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir…. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir”6.
Bu çağdaş düşünce ile kadının yeri belirlenmiştir.
Bu amaçla, Atatürk, Milli Mücadele’nin ağır yükünü üzerinden atma¬dan, Türk toplumunda yaptığı reformlarla Türk kadınını bugünkü mo¬dern yapısına kavuşturmuştur.
Bu bölümde sunulan makalelerde, Cumhuriyet dönemi Türk kadını hakkında da geniş bilgiler verilmektedir. Ancak konuya açıklık kazandır¬ması amacıyla kısaca deyinmek yararlı olacaktır.
Bilindiği gibi, Atatürk, çağdaş Türk kadını yaratmak için çeşitli re¬formlara girişmiştir. Atatürk reformlarının en önemlisini eğitim konusun¬daki yeniliği oluşturur. Atatürk, “..kadınlarımız, erkeklerden daha aydın, daha feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar…”7 diyerek, kadınla¬rın eğitimi için 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimi merkezileştirmiştir. Böylece, kızlarımıza ilkokul ile birlikte, ortaokul, lise ve hatta yüksek öğrenime katılabilme fırsatını sağlamıştır.
Osmanlı döneminde ilk devlet okulları 1847 yılında kurulmuştur. Kız çocuklarının eğitimi ise 1869’a kadar yaygınlaştırılamamıştır. 1869’da ka¬bul edilen Maarifi Umumiye Nizamnamesi ile okuma-yazma çağındaki tüm çocuklara kız-erkek ayırımı yapılmaksızın ilköğretim mecburiyeti kon-muştur. Tanzimat döneminden sonra bazı orta dereceli okullarda kızla¬rın devamına izin çıkmış, bu amaçla özel kız okulları kurulmuştur, ilk kez 1908 Yılında İstanbul’da bir ortaokul kız çocukları için öğretime başlamış¬tır8.
Daha sonra Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim hizmetleri merkezileştirilerek, halen, sürüdürülmekte olan eğitim sisteminin temeli atılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında okuma yazma bilmeyen kadın yüzdesi %90.19’dur. Bu rakam oldukça yüksek bir rakamdır. Ancak, teokratik Os-manlı toplumunun kadının eğitimini önleyici unsurları taşıması ve yeni al¬fabenin oluşturulması, bu olumsuz tabloyu ortaya çıkarmıştır. Kadının eğitim düzeyi ile ilgili geniş bilgiler kitabımızın sonundaki benim kaleme aldığım Atatürk ve Kadın başlıklı makalemde yer almaktadır. Şunu söyle¬yebilirim ki, 1985 yılı itibariyle okuma-yazma bilmeyen kadın nüfusu % 31.77’ye kadar indirgenmiştir. 1990 da bu oran % 20 ile % 15 arasında bir orandadır. Kadının eğitimi aşamasında katedilen yol büyüktür. Tüm kadınlarımızın okuma-yazma bilmesi hedef olmalıdır. Okuma-yazma oranı Türkiye’nin doğusu ile batısı arasında da farklılıklar gösterir. Ülkemizin doğusundaki kırsal yörelerde bu oran daha yüksek görülecektir. Bu bölge¬lerde kız çocuklarını ilkokula dahi göndermeyen ailelerin olduğunu duyu¬yoruz.
1985 yılı itibariyle Türk Milli Eğitimi’nde, ilk okulu bitirenlerin % 44.74’ünü kızlarımız teşkil etmektedir. Bu oran ortaokul ve dengi okullar¬da, % 34.15, lise ve dengi okullarda ise, % 37.2o’dir. Bu oran yüksek öğrenimde % 25.22’dir.
1990 yılı itibariyle yüksek öğrenimde kız öğrencilerimiz özellikle, dil ve edebiyat, sanat, matematik ve fen bilimleri alanlarında erkek öğrenci¬lerden sayısal olarak daha yüksektirler9.
Atatürk, hukuk alanında da Türk kadını için yeni düzenlemeler getir¬miştir. 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile daha önce yürürlükte olan İslâm Medeni Kanun Hükümleri bir bir ortadan kaldırıl¬mıştır. Bu kanun ile yani 1926 Türk Medeni Kanunu ile Türk kadınına temel haklar verilmiştir. Bu haklar şunlardır:
— Erkeklerin çok kadınla evliliği yasaklanmıştır.
— Tek eşlilik hükmü getirilmiştir.
— Boşanma konusunda karar yetkisi mahkemelere verilmiştir. Boşanmada kadın, erkekle eşit haklara sahip olmuştur.
— Evlilik işlemleri resmi kayıtlar dahilinde, evlendirme memurlarınca yapılması öngörülmüştür.
— Kadının vasiliği yasal güvencelere alınmıştır. Kadın mirasta eşit haklara kavuşmuştur.
— Kadınlara, erkeklerle aynı işlerde çalışma ve eşit ücret alma hakkı tanınmıştır.
Bir konuşmasında, “..siyasi ve sosyal hakların kadın tarafından kulla¬nılmasının, beşeriyetin saadeti ve prestiji açısından gerekli olduğuna emi¬nim”10 diyen Atatürk, Türk kadınına 1930 yılında yürütme, 1934 yılında yasama organlarına, kadınların seçmesi ve seçilmesini sağlamıştır. Böylece Türk kadınının siyasal etkinliklerde de kendini gösterme fırsatı doğmuştur. Bu etkinlikleri de günümüze kadar, kadınlarımız kullanmıştır. Parlamento¬da bugüne kadar seksen dolayında kadın görev yapmıştır. Bu rakam ka¬dın oranına göre oldukça yetersizdir. Kadınların milletvekili adayı gösteril¬diği ilk parlamenter seçimlerde, yani 1937 de Meclis’e 18 kadın üye gir¬miştir. Bu sonuç o günün Meclisinin % 4,5’dir. Bugünkü mecliste ise ka¬dın üye sayısı 8’dir. Yani bugünkü Meclis’in % 1,7’si. Bu inişli çıkışlı ra¬kamların nedenlerini ülkemizin siyasal ve sosyo-kültürel yapısında arama¬mız gerekmektedir.
Eğitim ve hukuk alanında yapılan bu reformların yanında Türk kadı¬nının çağdaş seviyeye erişmesinde katkısı olan diğer reformlar da vardır. Bunlardan önde geleni Atatürk’ün lâiklik inkılâbıdır. Lâiklik ile, Türk Medeni Kanunu, şeriat kanunlarından kurtarılmış ve Türk kadınına çağ¬daş bir görünüm kazandırılmıştır. Diğer bir inkılâbı ise, harf inkılâbıdır. Bu inkılâp ile Latin harflerinden oluşan Türkçe, millî dil olarak benimsen¬miştir.
Bugün, Türk kadını her türlü siyasal ve sosyal haklara sahiptir. Ve bu hakları yasal güvence altına alınmıştır.
Türk kadını ayrıca, uluslararası platformlardaki anlaşma ve sözleşme¬lerle de güvencededir. Yetmiş yıllık genç Cumhuriyetimizde, Türk kadını her alanda kendini göstermektedir. Çalışma yaşamının hemen her alanın¬da Türk kadını vardır.
Kadın haklarının kullanılmasında, kentlerde ve kırsal bölgelerdeki ka¬dınlarımız arasında farklılıklar gözlenmektedir. Kent kadını, nispeten eko¬nomik bağımsızlığını kazanmış durumdadır. Kırsal bölge kadını ise, bu bağımsızlıktan yoksundur. 1985 yılı istatistikleri çalışan kadın kesiminin % 82.49’unun, tarım dahili işlerde uğraştığını söylemektedir. Yani 100 kadın¬dan 82 si ücretsiz işçi olarak yaşamaktadır. Bu durum kadını erkeğe ba¬ğımlı kılmaktadır. Özellikle, kırsal yöre kadınlarımızın, halk eğitimi kursları ile vasıflı işçi statüsüne kavuşturulma çalışmaları sürdürülmektedir. An¬cak, bu çalışmalar henüz geniş kadın kitlesine ulaştırılamamıştır.
Yapılan sosyolojik araştırmalarda Türk kadınının, toplumdaki rolü üzerindeki düşünceleri, sonuçları itibariyle ilginçtir11. Bu sonuçları kısaca ifade edersek:
Kendisini erkeklerle eşit düzeyde gören kadın sayısı yan yana bulun¬muştur.
Erkeklerle kendilerini eşit gören kadınların, bu tutumlarını, aile dışın¬da edindikleri eğitim, çalışma hayatı gibi etkenlerle kazanmışlardır.
Eşitlikçi olan grup, çoğunlukla genç yaş kadın gruplandır. Yine eşit¬likçi tutumdaki kadınlar, çoğunlukla evli olmayan kadın kesiminde yoğun¬laşmıştır.
Aile yapısı, kadının, geleneksel veya eşitlikçi tavır takınmasına bir se¬bep olduğu gözlenmiştir. Geniş aile yapısında olanlar, geleneksel kadın ti¬pini, çekirdek aile yapısında olanlar eşitlikçi kadın tipini canlandırmakta¬dırlar.
Yine gelir düzeyi normal ve normalin üzerindeki kadın kesiminde, eşitlikçi tutum davranışları hakimdir. Bunun anlamı ekonomik bağım¬sızlığına sahip kadının kendisini erkeklerle eşit olduğunu kabul etmesi ger¬çeğidir.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur ki, bugün Türk kadını kendisine fırsat eşitliği tanındığında üstesinden gelemeyeceği hiçbirşey yoktur. Günümüz Türk kadını ileriyi görmektedir. Kendi ayakları üzerinde yürüme çabası içerisindedir. Kadınlarımız ekonomik yönden, tüketici rolünden sıyrılmaktadırlar.
Bugün Türk kadınının üzerinde durması gereken asıl sorun toplum yapısındaki kadın ve erkek imajıdır. Dr. Atabek’in bir kitabına kapak yap¬tığı şu cümle Türk insanının sosyo-psikolojik yapısının çok açık bir şekilde açıklamaktadır. Dr. Atabek “Kışkırtılmış Erkeklik-Bastırılmış kadınlık” dan söz etmektedir12. Türk toplumunun kültür yapısında bu olgu yıllarca hüküm sürmüş ve sürmektedir. Atabek, erkeklik imgesinin, yine toplumca bastırıldığı yahut hor görüldüğü düşüncesini vurgulamaktadır. Ve sonuçta, önemli iki soruyla karşımıza çıkmaktadır:
“…sırası geldiğinde kadınlarımızın kendilerine bütün yolların açık ol¬duğunu söylemek neyi açıklar ki? Ellerine ayaklarına, duygularına, düşüncelerine görünmez zincirlerin vurulduğu insanın önünde açık bir yol bulunması neye yarar?”
Dr. Atabek devamla, “kuşkusuz aynı sorunlar erkekler için de var ama, kadınların sadece kadın olmasından kaynaklanan eklenmiş sorunları daha var” demektedir.

1 Muzaffer Sencer, İnsan Hakları “Ana Kuruluşlar ve Belgeler” Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, No: 214, Ankara, 7986, s. 61.
2 Sıdıka Tezel, “Atatürk ve Kadın Hakları”, T.T.B. Yayınları, Ankara, 1983. s. 1., Emel Doğramacı, Türkiye’de Kadının Dünü ve Bugünü, Türkiye îş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1989. s: 1.
3 a.g.e.s: 2
4 a.g.e. s: 3
5 Faik Reşit Unat, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1974. s: 61.
6 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Turhan Kitapevi (3-basım), Ankara, 1984. s: 97.
7 a.g.e. s: 94.
9 Emel Doğramacı, Türkiye’de Kadının Dünü ve Buğunu, s. 103.
9 1990 ÖSYM istatistikleri.
10 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s:99.
11 Nilgün Çelebi, Kentlerde Tarayan Türk Kadınlarının Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutumları (doktora tezi) Yayınlanmış eser.
12 Erdal Atabek, Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık, Altın Kitaplar Yayınları, İstanbul 1990. s: 34

Siz de fikrinizi söyleyin!