Bilim,  Bilim ve Teknik,  Din,  Ekonomi,  Güncel - Aktüalite,  Kitaplar,  Kurgu,  Siyaset,  Sosyoloji,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Aldous Huxley KEHANETLERİ


Aldous Huxley, 1894’te İngiltere’nin Sussex bölgesindeki Godalming’de doğdu. Birçok ünlü bilim adamı ve sanatçı yetiştirmiş olan Huxley ailesinden geliyordu. Oxford’daki Eton College’da okuduğu sıralar gözlerindeki bir rahatsızlık yüzünden kör olma tehlikesiyle karşılaşınca öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Sonradan Balliol College’ı bitirdi. Edebî inceliğini ve zekâsını olduğu kadar, insan ilişkilerine duyduğu ilgiyi de ortaya koyan Ses Sese Karşı adlı romanıyla başarı kazandı. 1932‘de yayınlanan Cesur Yeni Dünya adlı romanı, ütopya klasikleri arasına girdi. 1937’de ABD’ye yerleşen Huxley, roman ve denemelerinin yanı sıra Hollywood’da senaryo çalışmaları da yaptı. 1950’ler ve 1960’larda yayınlanan Algı Kapıları ve Ada gibi yapıtlarında, 1960’ların gençlik alt kültürlerine de esin sağlayacak bazı temalar ağırlık kazandı. Deneme ve incelemelerini Denemeler, Edebiyat ve Bilim, Ekoloji Politikası gibi kitaplarda toplayan Huxley, 1963’te Los Angeles’ta öldü.


Aldous Huxley 1957 de “Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret” isminde yeni bir kitap yayınladı. Bu kitabında 1932 de yazdığı Cesur Yeni Dünya yı 25 sene sonra “ziyaret ederek” orada tasarladığı gelecek vizyonunu 12 kısa öyküde güncelleştiriyor.

Yeni kitabının tanıtımı için 1958 senesinde Huxley bir Alman televizyonu kanalında söyleşiye katılıyor. Bugünkü yazım Aldous Huxley’in o tv programındaki 20 dakikalık konuşmasının Türkçe tercümesidir.

Yaklaşık 30 yıl önce bu ütopik fanteziyi “Cesur Yeni Dünya” ‘ı yazdım. Bir tür olumsuz ütopyaydı. Bu, tüm insan farklılıklarını ortadan kaldırmak ve insanı ürün olarak standartlaştırmak için her türlü çabanın gösterildiği, ancak nihayetinde kast sistemine dayalı bir tür bilimsel diktatörlük kurmaya yönelik bir toplum hakkında fanteziydi.

Burada, tamamen düzenlenmiş ve nizami bir toplum oluşumunu tasarlamıştım. Ve bu kitapta, bir nevi bilimsel diktatörlük yaratmak için yola çıkmış birisinin kullanabileceği bir dizi yöntemi sadece kurgulamıştım. Elbette, o zamanlar henüz yaşanmış bazı olayları esas alarak, bu olayları o zamanların ışığında geleceğe yansıtmak için hayal gücümü kullandım.

O zamanlar, bu “Cesur Yeni Dünya” ‘nın daha uzak gelecekte, en az 500 yıl sonra, olacağını düşünmüştüm. Ancak henüz 30 yıl sonra, geleceğe yansıttığım birçok şeyin çoktan gerçek olmaya başladığını keşfetmeye başlıyordum. Bunun ışığında, bugün zaten olan veya yakın gelecekte olacak şeyleri tartışmak istediğim “Cesur Yeni Dünya Ziyareti” adlı yeni bir kitap yazmaya karar verdim. Ancak bir roman biçiminde değil, bireysel denemeler biçiminde. Tehlikeleri anlatmak ve irademiz dışında “Cesur Yeni Dünya” da anlattığım gibi bir toplum biçimine itildiğimiz fikrini ifade etmek istedim.

Söylemeye gerek yok, bizi özgürlükten totaliter bir hâkimiyet durumuna iten güçlerin başında savaş durumu geliyor. Örneğin, totaliter bir rejim olmadıkça yoğun bir şekilde savaşa hazırlık yapılamaz. Milliyetçiliği kabul ettiğimiz ve onu dünya için bir aksiyom olarak gördüğümüz müddetçe, milliyetçilik gruplar arasındaki farklılıkların askeri yöntemlerle çözülmesi gerektiği konusunda ısrar ettiği sürece, özgürlüğümüzü ve bizim demokratik kurumlarımızın yerini totaliter kurumların tamamen alması tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Ama savaş tehlikesi olmasa bile, bugün hem kişisel özgürlüğün hem de demokratik kurumların ciddi tehlike altında olduğuna inanıyorum. Çünkü insanlığı totaliter kontrole doğru iten birkaç şiddetli ve kişisel güçler iş başında. Bu güçlerden biri, bana göre en güçlüsü, “aşırı nüfus” terimi altında özetleyebileceğimiz güçtür.

Size birkaç rakam vererek başlayayım. Nüfus bilimciler, İsa’nın doğumu sırasında bu gezegende yaklaşık 250 milyon insanın yaşadığını tahmin ediyorlar. “Otuz Yıl Savaşı” (1562 – 1598) çıktığında, yaklaşık 500 milyon insan vardı. Demek ki, nüfusun ikiye katlanıp 250’den 500 milyona çıkması 1.600 yıldan biraz fazla sürdü. Bugün(1958 de) gezegenimizin nüfusu 3 milyar civarındadır. Ve bu 3 milyarın 6 milyar olması yaklaşık 40 yıl alacak.

Dolayısıyla günümüzde ve çağımızda kesinlikle eşi görülmemiş bir nüfus artış hızı ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bu artış, elbette, temiz su, bulaşıcı hastalıkların fethi gibi temel halk sağlığı önlemleri ve her şeyden önce modern kimya yardımıyla böceklerin kontrolü ile ölüm oranının keskin bir şekilde azaltılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Sebep ne olursa olsun, gerçek şu ki, bugün eşi görülmemiş bir nüfus artış hızı ile karşı karşıyayız.

Bunun bir sonucu olarak, tüm dünyada hepimiz büyük zorluklarla karşılaşacağız, özellikle nüfusun en yüksek oranda arttığı gelişmekte olan ülkelerde. İnsanların sayısı erzak kaynaklarını her zamankinden daha fazla baskıladığında ne olacağını şimdiden çok net bir şekilde öngörebildiğimizi düşünüyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik koşullar gittikçe daha istikrarsız hale gelecektir. Bu ülkelerdeki insanların daha iyi bir yaşam standardı beklentileri kesinlikle hayal kırıklığına uğrayacaktır, çünkü ekonomik olarak nüfus artışlarını yakalayabilmeleri imkânsız olacaktır. Ne yaparlarsa yapsınlar, her zaman artan nüfusları çabalarını tesirsiz bırakacaktır.

Kanımca bu iki faktör, yani hayal kırıklığı ve genel istikrarsız ekonomik durum, kaçınılmaz olarak gücün giderek artan bir merkezileşmesine ve toplumun giderek artan totaliter kontrolüne yol açacaktır. Sosyal sorunlar her zaman sosyal huzursuzluğa yol açar ve sosyal huzursuzluk neredeyse her zaman bir tür diktatörlükle sona erer.

Çok hızlı bir nüfus artışının sonunda, kaçınılmaz olarak, insan toplumunun totaliter yönetileceğine yol açacağını görebildiğimizi düşünüyorum. Görünüşe göre teknolojideki herhangi bir ilerleme, organizasyonun buna uygun genişlemesini gerektiriyor. Teknoloji ilerledikçe organizasyon daha karmaşık hale gelir ve aynı zamanda daha fazla zaman gerektirir. Bu gelişmenin öne çıkan sonucu, insanlar üzerindeki kontrolün giderek artarak ve tamamen büyük sermayenin ve büyük idarenin eline geçmesidir. Bu, büyük sanayilerin ve hükümet liderlerinin elinde olduğumuz anlamına gelir. İkincisi ise, bireyin bağımsız faaliyetlerinin giderek daha fazla çalınması ve geniş bir organizasyon mekanizmasının içinde gittikçe daha küçük bir dişli haline gelmesidir.

Bu iki süreç doğal olarak kişisel özgürlük kaybına ve yukarıdan totaliter gücün artmasına yol açar.

Geçmişin diktatörleri iradelerini şiddet ve şiddet tehditleriyle elde ettiler. İktidarda kalmanın ana yolu terördü. Geleceğin bilimsel diktatörleri, yani “Cesur Yeni Dünya” da anlattığım türden diktatörler, muhtemelen terörü kullanmayacaklarına inanıyorum. Bu diktatörler terörden uzak duracaklar, geçmişin diktatörlüklerinden daha insancıl oldukları için değil, sadece terörizmin görece etkisiz olduğu için.

Bilimsel diktatörlüklerin, insanları manipüle edebilmek için farklı bilimsel araçlardan yararlanacağına inanıyorum.

Bugün sinir sisteminin işleyişi hakkında eskisinden çok daha fazla şey biliyoruz. Geçmişte, diğer insanları en iyi nasıl manipüle edileceği sezgisel olarak ve deneyimlerden biliniyordu. Ancak bugün, bilimsel araştırmalara dayanarak, insanlara kendi köleliğini en iyi nasıl sevdireceğimizi biliyoruz. “Cesur Yeni Dünya” da vurgulamak istediğim şey tam buydu.

Korkarım, geleceğin bilimsel diktatörlükleriyle birlikte gelişmeler bu yöne itilecektir. Yani öyle bir toplum oluşacak ki, koşullar gerçekten insanlık dışı olacak. Ancak kitlelerin ruhları üzerinde güdümlemeler yapılarak, insanlar bu ağır şartları kabul etmekle kalmayıp, onları adeta sevmesi sağlanacaktır. Aslında ret ve nefret edilmesi gereken koşullar, ama ruh manipülasyonu ile onların sevilmesi sağlanır.

Telkin/yönlendirme ve akıl çelme tekniğiyle başlayayım. Bu araçlar elbette medeniyetin başlangıcından beri ve çoğu durumda oldukça ustaca kullanılmıştır. İnsanlar bunu hem deneyimlerden hem de sezgisel olarak her zaman biliyorlardı. Ancak geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki fark, sinir sistemimizin zihinsel işleyişinin mekanizması hakkında artık bilimsel daha çok bilgi sahibi olmamızdır. Örneğin Rusya’daki Pavlov gibi araştırmacılar, psikolojik etkinin doğasına, yani şu anda beyin yıkama denen şeye, muazzam teorik kavrayışlar verdiler. Sonuç olarak, bugün totaliter bir devletin zirvesinde olan herkes, sorununa uygulayabileceği muazzam bir bilgi birikimine sahiptir. Sorun, kitlelerin onun fikirlerini kabul etmesini ve ona itaat etmesini sağlamaktır.

Ek olarak, onun araçları, geçmişte diktatörlerin kullanabileceği araçlardan çok daha etkilidir. Geçmişte bir demagog, doğrudan sesiyle ulaşabildiği kadar çok kişiyle konuşabiliyordu. Bu belki birkaç bindi. Bugün radyo, televizyon ve film sayesinde aynı anda milyonlara hitap edebiliyor. Kayıt cihazlarıyla sloganlarını defalarca tekrarlayabilir. Hipnoz altında kabul etmeleri için onları kitlelerin arasına sokabilir. Böylece akıl çelme tekniğinin ve şimdi beyin yıkama denen şeyin geçmişte olan her şeyden kıyaslanamayacak kadar üstün olduğunu görüyoruz. Benim görüşüme göre bunlar, bilimsel diktatörlük dediğim şeyin gelişmesinde büyük önem taşıyor.

Benim fantezim “Cesur Yeni Dünya” ya göre, totaliter kontrolün en güçlü araçlarından biri, kimyasal bir uyuşturucuydu. O Geleceğin yöneticileri, tebaalarına “soma” dediğim bir uyuşturucu veriyorlar. Harika bir ilaçtır çünkü aslında birbiriyle uyumsuz olan özellikleri birleştirir. Bir uyarıcıydı ve aynı zamanda bir halüsinasyon yapımcısıydı. Tarif ettiğim soma, aslında imkânsız bir ilaçtı. Ancak, artık farklı ilaçların birleşerek Soma’nın etkilerini gerçekten üretebileceği ortaya çıktı. Günümüzde insanları kontrol etmek için kullanılabilecek kimyasal yöntemler var. Onları belirli şeyleri yapmaya, belirli duyguları hissetmeye yönlendirir ve her şeyden önemlisi, insanları yapay bir mutluluk durumuna sokabilirsiniz. Böylece köleliklerini ve içinde bulundukları kötü koşulları bile seviyorlar.

Elbette, bugün bu kimyasal ruh kontrolü araçlarını kullanan bir hükümet yok. Ancak, bu çarelerin var olması, onları kullanmak için sürekli bir cazibedir ve mümkün olan her teknik er ya da geç kullanılacaktır. İnanıyorum ki, fantezimizi fazla zorlamadan bile, bu kimyasalların bir gün geleceğin bilimsel diktatörlükleri tarafından sistematik olarak kullanılabileceğini hayal edebiliriz. Bunun büyük ihtimalle olacağına inanıyorum.

Diğer bir gelişme de beynin elektriksel kontrolüdür. Hayvanlar üzerinde yapılmış çok sayıda sansasyonel deney var. Hayvanların beyinlerinin farklı alanlarına küçük elektrotlar yerleştirildi ve bu, hayvanların davranışlarının tam kontrolünü sağladı. Birkaç umutsuz delilik vakasında, bu yöntem insan beynine de uygulanmış ve aynı etkilere ulaşılmıştır. Yine, bilimsel diktatörlüklerin son zamanlarda sinir fizyolojisi alanında yapılan bu olağanüstü keşiflerden yararlanma olasılığını göz önünde bulundurmalıyız.

Her şeyden önce bana, ne olup bittiğine dair kesinlikle net olmak gerekli gibi geliyor. Halkın dünyada neler olup bittiğini bilmesi gerekiyor.

Bu konularda bizi bilgilendirmek için çeşitli kitle iletişim araçlarının yeterince kullanıldığını sanmıyorum. Onlar öncelikle halkın dikkatini dağıtmayı hedefliyorlar. Bize her türlü saçma eğlenceyi getiriyorlar.

Ama neler olup bittiğini anlamalıyız ve eğer bunların farkında isek, ne yapılabileceği hakkında ciddi şekilde düşünmeliyiz. Birçok yönden çok zordur. Örneğin, aşırı nüfus sorunu konusunda ne yapacağımızı, sosyal alanda yıkıcı etkilerinden önce görmek, bize kalan kısa sürede çok zor.

Örneğin aşırı düzenleme konusuna ve doğrudan insan ruhu üzerinde etkili olabilecek devrimsel keşiflere karşı çok şey yapabileceğimize inanıyorum.

Ahlakçılar, ilahiyatçılar, siyasetçiler ve kanun koyucular bu konuları tartışmak için bir araya geldiklerinde, şimdi ve gelecekte yapılan tüm devrimsel keşiflerin insanlığın yararına kullanılacağını ve onların insanlığı aşağılamak ve nihai köleleştirmek için kullanılmayacağını garanti edecek yasal, siyasi ve eğitimsel araçlar bulunabileceğine inanıyorum. Bu bizim en iyi umudumuz. Bu çok pembe bir umut değil. Ama bu bizim tek umudumuz. Ve daha önce de söylediğim gibi, bu şeylerin farkına varmalıyız. Ve sonra doğru çözümü bulmak için tüm zekâmızı ve iyi niyetimizi kullanmalıyız.

*****

Huxley’in 1932 ve 1958 de açıkladığı öngörüleri bugün gerçekleşen bir kehanet gibi bütün dünyayı kaplıyor. Din, Medya, İnternet, Uyuşturucu ve ilmin keşifleri, her gün daha etkili bir şekilde toplumları manipüle etmek için, toplumu bir kukla sürüsü gibi oynatmak için kullanılıyor. Bunun en son belirtisi, daha ülkemize gelmemiş olabilir, ama yakın zamanda geleceğine inandığım uyuşturucu bazlı ağrı kesiciler ve diğer ilaçlardır.

ABD nin birkaç eyaletinde, Kanada ve Hollanda Marihuana ve esrar kullanımı, şahsi ihtiyacı aşmak üzere yasallaştırılmıştır. Diğer AB ülkelerinde uyuşturucu bazlı ilaçlar legalize edilmiştir. Bu maddelerin kullanımı yakın zamanda tüm AB üyelerinde de yasallaşacağına kesin gözüyle bakılıyor. Zira işin içinde büyük sermaye ve rant kokusu var. Bu gelişmenin kurumsal savunmasını oluşturan argümanlar, bilimsel kanıtlanmış “faydalı” madde etkisi ve illegal uyuşturucu kartellerin elindeki “kayıt dışı” sermayedir.

Bu kayıt dışı sermaye gittikçe büyüyerek uzun zamandır paralel bir ekonomi geliştirdi. Bu şekilde güçlenen sermaye sahipleri alışıla gelen reel ve resmi ekonomi unsurlarını ele geçirmek üzere. Burada oturmuş düzen tek çareyi, şimdiye kadar yasa ve kayıt dışı büyüyen sermayeyi, yasal hale getirerek, klasik ekonomiye dâhil etmekte gördü.

Almanya’da durum budur:
“Esrar Yasası Mart 2017’de yürürlüğe girdikten sonra, veteriner hekimler dışındaki herhangi bir uzmanlık alanındaki doktorların esrarı bir uyuşturucu reçetesiyle ilaç olarak reçete etmesine izin verildi. Burada, bitmiş ilaçlar olarak da anılan kenevir ilaçları (kenevir bazlı ilaçlar) ile reçeteli ilaçlar ve tıbbi kenevir çiçekleri arasında bir ayrım yapılmıştır.”( https://www.leafly.de/was-ist-in-deutschland-legal/ )

Sayın okurlar:

İnsanlar ve toplumlar gerçekten bu kadar basit yöntemlerle manipüle edilebilir mi? Ediliyor mu?

Cevap ve yorumlarınızı Twitter’de merakla bekliyorum. (@gundemarsivi)

Nizamettin Karadaş

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!