Biyografi,  Deneme,  Toplum

Enes Kara bahtı kara… Gitti, utanca boğdu hepimizi

Bir tutam günışığı vardı saçlarında, omuzlarında bir dal rüzgâr… Saçlarındaki bir tutam günışığını ve omuzlarındaki bir dal rüzgârı bırakıp gitti. Çekip gitti buralardan. Yaşama sevincini elinden aldıkları için yaşanmaz bir yer olduğunu düşündü dünyanın. Ve soğuduğunu git gide…

“Anlayışsızlığınız sizin olsun” dedi. “Görgüsüzlüğünüz, bencilliğiniz, cahilliğiniz…” Sana, bana, hepimize öyle söyledi.

Düş Bilgisi, Aşk Bilgisi, Yaşam Bilgisi derslerine yeterince zaman ayıramadığı için gülüşleri kısıktı. Kendinden istifa etmeye zorluyorlardı habire. İzin vermiyorlardı aklının ve yeteneklerinin sınırlarına ulaşmasına. Cemaat evinde mülteci, okulda sürgün yaşadı son bir iki yılını. Bu yüzden yüzünün çiçekleri açmıyordu, yaprakları yeşermiyordu bir türlü. Açlık, parasızlık olsaydı katlanılabilirdi. Ama ondan öte şeyler vardı. Onları da tam olarak açıklayamadı giderken.

Gitti, utanca boğdu hepimizi. Gitti; yeryüzü, gökyüzüne mahcup düştü bir kez daha…

Enes Kara, bahtı kara!

Çekip gitmese de evine mi sığınsaydı? Ama evde de baba devletti. Kıstırılmışlığını, kuşatılmışlığını anladı ne yana döndüyse. Bir kıstırılmışlığına, kuşatılmışlığına baktı, bir düşlerine. Kanatlarını yokladı, güvenemedi kanatlarına. Ah! Ah! Çocukluğuna saklanmayı akıl etseydi keşke. Orda onu kimse bulmazdı. Evet, bulamazdı. Ve yaşamı savunabilirdi kötülere karşı. Çünkü yaşamı savunmak gerekirdi kötülere karşı. Eğdi boynunu ve yürüdü hiçliğe. Bir çığ, bir çığlık bıraktı içimizde.

Halbuki ağabeyleri, ablaları okullarını savunuyordu işgale karşı pek çok yerde. Bazı büyükleri ağaçların, suların imdadına koşmak için yollardaydı. Karanlığa karşı direnişler gelişiyordu her yerde. Zulme boyun eğmeyenler az değildi. Başka türlü bir dünya yürüyüşü vardı dönüp baksaydı sağına soluna. Özgürlük şarkıları besteleniyordu her dilden. Oralara, oradakilerin arasına da karışabilirdi pekala.
Enes Kara. Yaşama sevincini elinden aldıkları için yaşanmaz bir yer olduğunu düşündü dünyanın.
Yaşıma başıma bakmadan ne zaman bir gül ıslık çalsa sokakta olan birisi olarak onunla bu kararını vermeden önce konuşmak isterdim. İsteseydi kalbimin iki yakasında büyüttüğüm sözcüklerden verirdim ona. Sabah sabah aç karnıma kuşlara okuduğum şiirlerimden okurdum ona da.

Şimdi ancak ona rüyalar biriktirebilirim. Ne acı!

Keşke gitmeseydi. Çünkü çok iş var dünyada. Gitmeseydi, onca genç düş düşe, baş başa verir güzeltebilirlerdi dünyayı. Ben de yanlarında olurdum onların elimden geldiğince. Gitmeseydi, belki çocukları, gençleri dinlerden, savaşlardan koruyacak bir yol da bulunurdu. Gitmeseydi kendisini yaşamla gerçekleştirirdi. Ah gitmeseydi!

Enes Kara/bahtı kara!

Gitmeseydi Halil Cibran’ın şu sözlerini din cambazlarının suratlarına bir kılıç gibi; onların kâr ve şatafat aracı, tarikat yuvalarının, cemaat evlerinin, kuran kursalarının çatılarına kahredici bir kaya gibi fırlatırdık birlikte:

“Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.”

Siz de fikrinizi söyleyin!