Edebiyat,  Kitaplar,  Toplum

Çoruh’un Peşinden Giderken

Dünyanın kıyısına ilişmiş, neşeli devrimlerin yaşandığı bir yer Borçka. Artvin’in de Türkiye’nin de küçük ilçelerinden birisi. Derin bir vadinin içinde, üzeri gökyüzüyle örtülü. Saklı bir güzellik adeta. Orda söylenen her şarkıya, her türküye Çoruh da eşlik eder ve konuşulanlara ses katar geçerken. Olup bitenleri yamaçlar seyreder, kuşlar dinler. İnsan sıcaklığında coşan yeşili, mavileşerek renk düşürür Çoruh’a ve bu renkler bütün anakaralara, bütün denizlere selam olarak ulaşır… Keşke bir gün yolunuz düşse Borçka’ya. Göğe yakın toprakların içinden geçip oraya vardığınızda gökyüzünün ağır ağır derinleştiğine tanık olmanız ne güzel olur. Kaldı ki kalbinize bir avuç içi kadar, yani Borçka kadar bir sevinç yerleşir ve o da anılarınızı uyandırır, bir gülümseme olarak yayılır yüzünüze kimi zaman.

Dünyaya nereden gidilir sorusuna yanıt aradığım ilk gençlik yıllarımın macerasıdır benim için Borçka. Dünyaya gidilen yolun dumanlı mavisi, su yeşili kapısı… Başka kentlere, masal dağlarına ve gerçeğin ovalarına açılan kapısı… Kendime giden yolun da oradan geçtiğini fark ettiğimde kitaplar, şiirler, türlü türlü düşler karışmıştı hayatıma; unutur muyum hiç!

Okulumuz il merkezinin biraz dışında, Çoruh’un kıyısındaydı. Çevreyi merak ediyordum. Bir tatil günü bu nehir nereye gidiyor böyle diye düşünürken kaptırmışım kendimi. Baktım on kilometre arkada bırakmışım okulun bulunduğu alanı.

Çoruh’un yatağına bitişikti yol. Çoruh nereye yol oraya… Benim de niyetim oydu. Önümdeki tabelada Borçka 20 km yazıyordu. Birdenbire şaşırmış, devam mı etsem, geri mi dönsem ikilemine düşmüştüm. Az ileride bir asma köprü vardı. Yakındaki köyle, üzerinde ne yöne gideceğime karar veremediğim asfaltı bağlıyordu birbirine. Kararsızlığımın orta yerindeyken asma köprünün üstünde buldum kendimi ve uzun uzun seyrettim Çoruh’un akışını. Durgun akıyordu. Çoruh’un bulanık halini daha önce gözlerimle görmesem, deli dolu akışına tanık olmasam belki de “deli” yakıştırmasının bir iftira olduğunu düşünebilirdim. Borçka’yı terk edip Gürcistan sınırından Karadeniz’e ulaşana kadar sakinliğini sürdürdüğünü, adeta sessizliğine ulaştığını coğrafi bilgilerimden öğrendim daha sonra. Bu arada Çoruh’un peşinden gitmek hevesime bir de Borçka’yı görme merakı eklenmişti, zar zor geri döndüğümde…

Başka bir gündü. Borçka’ya gitmek için gerekli parayı nasıl ve nerden bulduğumu hâlâ anımsamıyorum. Minibüsün içinde akışına, bu akışı gerçekleştirebilmek için kendisine derin mi derin bir vadi oluşturduğuna tanık oluyordum Çoruh’un. Kalbim yalnızca Çoruh’tan değil, bütün nehirlerden daha hızlıydı o gün. Gençliğimden daha gençtim o sıra.

Borçka’da araçtan indiğimde ilk işim, boynumu hafifçe ileriye doğru uzatıp gökyüzüne daldırmak oldu yüzümü. Gökyüzü derindi. Çoruh, yamaçların arasından ve kararlı bir vadinin ortasından kıvrıla kıvrıla akışını sürdürüyordu, onunla devam edemeyeceğimi anladım. O zamanlar onun yolu benimkinden uzundu. Anımsıyorum da o yıllardaki en önemli lüksümdü o yolculuk. 15-16 yaşında yerli bir turist olarak Borçka’daydım. Çoruh’un iki yakasında yer alan dağların, türlü türlü ağaçların ve yeşilin arasında kalan o küçücük yerleşim yerinde. Avuç içi kadar yerde. Bir ilçe evet Burası bizim köyden epeyce büyük dedim kendi kendime. Ama kendine özgü bir güzelliği vardı ki çoktan büyülemeyi başarmıştı beni. Bir masal diyarındaydım sanki. Altından Çoruh’un geçtiği Borçka’yı ikiye bölen ama aynı zamanda kaynaştıran köprüden ileri geri geçip durdum birkaç kez. Bulduğum bir lokantada kuru fasulyenin fiyatını sordum, pahalı geldi, dönüş paramdan fazla bir şey kalmayacaktı geriye, eğer oturup yeseydim. Taze ekmek kokusunun yayıldığı fırını kimseye sormadan bulmam zaman zaman rüyalarıma bile karışır. Lezzetini hiçbir zaman unutmadığım taze ekmeği mideme indirince hiçbir şeyde gözüm kalmadan akşam üstüne doğru dönüş yolunda oluşum da… Ne de olsa bir günün beyliği beylikti. Borçka’ya daha sonraları da gittim. Güzel dostlarım oldu oralı…

Şimdi düşünüyorum da o küçücük yeri tanıyabilir miyim gidecek olsam? Her şey değişmiş çünkü. Dalları bastı şiir olmuş sokakları, dalları bastı tiyatro, dalları bastı edebiyat, dalları bastı sanat… Düşünsenize 15-16 Mayıs 2022 tarihleri arasında Borçka Uluslararası Gençlik Tiyatro Buluşması, 16-22 Mayıs tarihleri arasında Borçka Kitap Günleri gerçekleşmiş Borçka Belediyesi’nin öncülüğünde. Gönlünün bu kadar geniş olduğuna şaşırmadım Borçka’nın. Demek ki dünya bile sığarmış Borçka’ya… Dünya bile…

Bir hafta içinde 60 tiyatro sanatçısına, 25 tiyatro oyununa, 15 tiyatro atölyesine ve çok sayıda söyleşiye ev sahipliği yapmak, dünyayı Borçka’ya sığdırmak değil de nedir! Tiyatro Sahnesi olmayan Borçka’da bütün sokakları, bütün caddeleri tiyatro sahnesi; parkları, bahçeleri söyleşi alanlarına dönüştürmek başka türlü nasıl açıklanabilir ki!

Babamı Kim Öldürdü, Sevgili Arsız Ölüm, Şatonun Altında, Beceriksiz Kralın Öyküsü (çocuk oyunu), Prens Olmayan Prens (çocuk oyunu) gibi çok ama çok nitelikli oyunların çok ama çok nitelikli oyuncular tarafından sahneye konması; hafta boyunca Zeynep Altıok Akatlı, Latife Tekin, Ayşen Şahin, Ataol Behramoğlu, Ercan Kesal, Ayşen İbrahim Varlı, Kevser Ruhi, Ruhan Odabaş ve Tamer Gökdemir gibi pek çok şair, yazar, sanat ve bilim insanının Borçkalılarla söyleşi yapmalarına, kitaplarını imzalamalarına başka türlü nasıl bir ad verilir?

Bir şey daha öğrendim ki benim için ülkede yılın olayı: Bir hafta süren etkinlikler Borçka halkının tamamının ilgisini çekmiş. Herkes kendisini etkinliğin içinde bulmuş; gençler, çocuklar aktif biçimde işin içinde yer almış.

Bu nitelikte bir organizasyon, doğup büyüdüğüm Şavşat’ta yok. Nerden olsun, nasıl olsun? 7 yıldan beri yaşadığım Çanakkale’de de görmedim böylesi etkinlikleri. Peki Türkiye’deki birkaç metropolünün dışında rastlanabilir mi? Belki bir iki yerde daha…

Borçkalı merhum Şair Hasan Çelebi’yi uzun yıllar önce tanımıştım. Yine Borçka kökenli öykücü Kevser Ruhi, jüri başkanlığı yaptığım bir öykü yarışmasında dikkatimi çekmişti. Oralı genç şair Hikmet Kavisoğlu şiirin içinde güzel ilerliyor, sağlam kulaçlar atıyor. “Ben Artvinim dostlar/ bensiz olmaz” diyen şair Ruhan Odabaş aslında bir dünyalı, önemli bir şair, Lazca Yazdığı şiirleri Türkçeye kendisi çeviriyor. Türkiye’de en güzel yurt şiirleri yazan şairlerden birinin de Ruhan Odabaş olduğunu benden duymamış olun. Borçka’nın bir kültür ve sanat kenti olması yolundaki ilerleyişine sözünü ettiğim kişiler de önemli katkılar sunacaklardır ki buna çok inanıyorum. Kaldı ki tanıdığım ne kadar Borçkalı varsa güzele, güzelliğe açık insanlar. Farklı kültürlerle bir arada yaşamanın zenginliği de çok şey katmış Borçka insanına.

Beni gençlik yıllarıma yaklaştırdığın için daim ol Borçka. Neşeli devrimler yaşa her daim. Bir kıyıdan bütün denizlere, bir tepeden bütün insanlara kardeş yüreğimle alkışlıyorum seni… Keşke daha çok parmaklarım, keşke daha çok ellerim, keşke daha çok yüreğim olsaydı, daha fazla alkışlayabilmek için seni… Ve Borçka halkını… Ve Borçka’nın bu düzeye taşınmasında payı büyük olan Belediye Başkanı Ercan Orhan’ı… Ve emeği geçenleri birer birer…

Bu küçük ilçede olup bitenlerin haberini bir selam olarak her yere ulaştırmıştır Çoruh… Bütün dünyaya.. Ve şaşırtmıştır herkesi; dağı, taşı, ovaları, ırmakları, denizleri…

Öyle ya şaşırmadan öğrenme de olmaz ki…


Hayrettin Geçkin

Not: Çok Değerli Dostum Sayın Ruhan Odabaş’a oradaki gelişmeleri haber eden fotoğraflar için nezdinizde sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!