Bilim,  Deneme,  Ebeveyn,  Mitoloji,  Sosyoloji,  Tarih,  Toplum

Bronz Çağı: Evlatlar mı Köleler mi? Kadınların gizemi

Bronz Çağı: Evlatlar mı Köleler mi? Kadınların gizemi [1]

4.000 yıl önce de sosyal eşitsizlik vardı: Bilim insanları Bronz Çağı mezarlarını inceledikten sonra bunu keşfettiler. Bazılarının mücevher gibi hediyeleri vardı, diğerlerinde yoktu. İskeletler de analiz edildi.

Sosyal açıdan aşağı insanlarla tek çatı altında yaşayan zengin bir çekirdek aile: Bronz Çağı kadar erken ve dolayısıyla 4000 yıl önce, bir hane içinde nesiller boyu devam eden sosyal eşitsizlik vardı. Jena’daki Max Planck İnsanlık Tarihi Enstitüsü, Tübingen Üniversitesi ve Münih Ludwig Maximilians Üniversitesi’nden (LMU) araştırmacılar, 2019’un sonunda “Science” dergisinde bunu bildirdiler.

Augsburg’un güneyindeki Lech Vadisi’ndeki kazılar, mülkiyet ve statünün miras kaldığı, karmaşık bir sosyal yapıya sahip bir toplumun resmini çiziyor. Şimdiye kadar, bilim insanları sosyal olarak aşağı düzeydeki hane halkı üyelerinin tam rolü hakkında yalnızca tahminlerde bulunabiliyorlar.

Çalışma için, insan genetikçisi Alissa Mittnik ve arkeologlar Philipp Stockhammer ve Johannes Krause liderliğindeki ekip, Bavyera Lech Vadisi’ndeki Bronz Çağı mezarlıklarından kalıntıları analiz etti. Orta Avrupa için Bronz Çağı, M.Ö. 2200 ile 800 arasındaki dönemdir. Taş Devri’ni takip eden çağda insanlar, o dönemin toplumları, hareketlilikleri ve ekonomileri için geniş kapsamlı sonuçları olan bronz döküm becerisi kazandılar.

Bilim insanları, ilişkileri belirlemek için sadece mezar eşyalarını değil, 104 kişinin genetik verilerini de inceledi. Birleşik arkeolojik ve arkeojenetik bulgular, araştırmacılara o zamanın beraber yaşamına dair derin bir bakış açısı sağladı.

Bir hane içindeki hiyerarşiler

Yüksek mevkili ama yerli olmayan bir kadının mezarı, Haunstetten Kaynak: Stadtarchäologie Augsburg

“Zenginlik, biyolojik akrabalıkla ya da uzaktan atalarla ilişkiliydi. LMU’dan Stockhammer, çekirdek aile mülklerini ve statülerini devrediyor.” diyor. “Ama her çiftlikte, aynı zamanda fakir donanıma sahip yerel kökenli insanlar da bulduk.” Bu tür karmaşık bir arada yaşama yapıları, eski Roma ve klasik Yunanistan’dan bilinmektedir. Fakat Lechtal’deki insanlar 1500 yıldan daha önce yaşadı. “Aile yapılarındaki sosyal eşitsizlik tarihinin ne kadar geriye uzandığını bu mezarlar ilk kez gösteriyor.”

Tunç Çağı’nda hiyerarşik yapıların geliştiği yeni bir şey değil. Ancak arkeologlar için şaşırtıcı olan şey, bu hiyerarşilerin bir ev içinde ve nesiller boyunca var olmasıydı. Bilim insanları, mezar eşyalarından ölen kişinin sosyal statüsünü okuyabildiler. Lech Vadisi’ndeki daha yüksek sosyal düzeydeki erkekler için bunlar, öncelikle hançer, balta veya ok başı gibi silahlardı, yüksek sosyal düzeydeki kadınlarda ise zahmetli işlenmiş takılardı.

Bu tür (mezar) hediyeler, sadece yakın akraba aile üyelerine ve aileye 400 ila 600 kilometre uzaktan gelen kadınlara verildi. Daha önceki bir çalışmada araştırmacılar, Lechtal’deki kadınların çoğunun yurt dışından geldiğini ve bu nedenle muhtemelen bilgi aktarımında belirleyici bir rol oynadığını göstermişlerdi.

Mevcut araştırma bu teşhise uyuyor. Genetik analizler, dört ila beş nesli kapsayan ve sadece erkek soyları içeren soy ağaçları oluşturmayı mümkün kıldı. Arkeologlar için bu, kız çocukların yetişkinliğe ulaştıklarında çiftliği terk etmek zorunda kaldıkları anlamına geliyor. Oğulların anneleri ise sadece oraya taşınan kadınlardı.

Kleinaitingen’deki erken Bronz Çağı mezar–lığından hançerler ve kadın başlıklarının parçaları da dâhil olmak üzere seçilmiş mezar eşyaları.
Kaynak: K. Massy

Arkeogenetik, burada bize geçmişe tamamen yeni bir bakış sağlıyor. Jena’daki Max Planck İnsan Tarihi Enstitüsü Direktörü Johannes Krause, yakın zamana kadar geçmişte evlilik kurallarını, sosyal yapıyı ve eşitsizliği inceleyebileceğimizi düşünmemiştik.

Bilim insanları, ilgili çekirdek ailenin zengin bir şekilde gömülü üyelerinin yanında, hane nüfusuna dâhil fakir ve yerli olan, ama akraba olmayan gömülü üyeler de buldular. Boston’daki Harvard Tıp Fakültesi’nden Alissa Mittnik, “Ne yazık ki, bu kişilerin hizmetçi mi veya belki bir tür köle mi olduklarını söyleyemeyiz.” diyor. Çiftliklerin nesillerce erkek füru hatları üzerinden miras bırakıldığı ve bu sistemin 700 yılı aşkın süredir istikrarlı olduğu kesindir. “Lechtal, bireysel hanelerdeki sosyal eşitsizlik tarihinin gerçekte ne kadar eskiye gittiğini gösteriyor.”

Bu makale ilk kez 13 Ekim 2019’da ve daha sonra 12.04.2021 de WELT gazetesinde yayınlandı ve Türkçeye çevrildi.

*****

Tarihçiler, kadınların hem grup olarak hem de bireyler olarak geleneksel tarih yazımında nadiren yer aldığını belirtirler. Bu açıdan bakıldığında, yukarıdaki araştırmaların neticesinde, bilim insanları kadınların sosyal konumuna yönelik açıklamalarda bulunması olağanüstü olarak nitelendirilebilir.

Kadın Tarihi, Tarih biliminin ve toplumsal cinsiyet araştırmalarının bir alt alanıdır ve kadınların tarihteki etkinliklerini araştırmayı amaçlamaktadır. İngilizce “history” kelimesine benzetilerek bu yeni bilim dalına aynı zamanda “herstory” olarak da adlandırılır (erkek “o” anlamına gelen “his”  zamiri, yerini dişi “her” “o” ile yerini değişir.  Ancak history kelimesindeki, “his” hecesinin “his” zamiri ile bir etimolojik bağlantısı yoktur). Kadınlar tarihi üzerine araştırmalar feminizmin motiflerinden de kaynaklanabilir.

Kadın Tarihi araştırmaları ve Bilimi ABD de 1970’lerde güçlenen İkinci Kadın Hareketi’nin uzantısı olarak, üniversitelerde ilk enstitülerin kurulması ile başlamıştır. Almanya’da 1986 da ilk Tarihi Kadın Araştırmaları Kürsüsü Bonn Üniversitesinde ve İsviçre’de 1993de açılmıştır. [2]

Anaerkillık teorilerinin[3] tarihi, 18. ve 19. yüzyılların Hukuk Tarihi ve etnolojik yazıları ile başlar. Anaerkil teorilerin konusu,

  • anaerkil doğrusallığı veya annelik takibi; Sosyal özelliklerin ve mülklerin yalnızca annelerden kızlara, kadın soyu aracılığıyla aktarılması ve miras alınması anlamına gelir. Akrabalık ilişkilerinin, sosyal konumların, makamların, prestijin, ayrıcalıkların ve mülkiyetin bir nesilden diğerine aktarılması, kadının soyu hattında gerçekleşir. Babanın soyu ve erkek çocuklar bütün haklardan muaf tutulur.[4]
  • anaerkil yerleşim;
    Matrilocality (Latince mater “anne”, lokus “yer”: anneyle ikamet) etnososyolojide bir çiftin evlendikten sonra iki eşten birisinin annesinin ikamet ettiği yerde evlerini kurduğu bir konut takip düzenini (ikamet kuralı) tanımlar. Erken sosyal antropoloji, bunun kadının annesinin yanında yaşamak anlamına geldiğini var sayıyordu.[5]
  • anaerkil hiyerarşilerin oluşması ve ataerkil toplumların ortaya çıkması ve yayılması ile bunların tarihsel ve güncel özellikleridir. Esas olarak tarih, arkeoloji, etnoloji ve sosyolojiden araştırma alanları yer almaktadır. Fikirlerin ve araştırmaların tarihi boyunca, anaerkillik fikirleri  Marksizm, Nasyonal Sosyalizm, kozmik gibi çok çeşitli ideolojilerin yanı sıra feminizm, Yaşam Reformu Hareketi ve New Age gibi farklı sosyal akımlarda formüle edildi ve geliştirildi.

Çeşitli kültürlerde bir anaerkillik döneminin var olduğu fikri birçok anaerkillik teorisinin parçasıdır. Bunu çoğu erken araştırmacı, kadınların toplum yönetimine katılımı veya onların öncelikli sosyal egemenliği olarak anladı. Açıklama olarak “Büyük Tanrıça” fikri de sıklıkla tercih edildi. Yani erken tarih kültürlerinde kadın tanrıların var olması veya bir ana tanrıçanın diğer tanrıların annesi olarak kabul edilmesi, anaerkillik düzenine işaret olarak yorumlanmıştır.

“İlk çağlardan bu yana, kadın, toplumun yapılanmasında dolaylı ya da dolaysız biçimlerde rol oynamıştır. Kimi zaman tapınılan, kimi zaman korkulan, kimi zamanda önemi küçümsenmeye çalışılan kadını anlamak, dünyayı ve yaşanılanları farklı bir açıdan görebilmemizi ve gelişip zenginleşmemizi sağlayacaktır.

Üreme ve çoğalma kaygısı ile ilgili olarak, ‘Ana Tanrıça’ inancı yaygınlaşmıştır. Kadının doğurganlığı ön plana çıkmış, avcılıkla birlikte, doğumdaki rolü henüz bilinmeyen erkek ikinci plana itilmiştir. Birleşme ve doğum gibi durumları anlatan figürlerde erkek hep, yardımcı rolde gösterilmiştir. Bugüne dek, döneme ait, başlı başına tek bir figür olarak erkek heykeline rastlanmamıştır. Üreme ve çoğalma, tanrısal bir yaratı olarak değerlendirilmiş ve ‘erkeği doğuran kadın’ mantığı yaygın hale gelmiştir.

Yaşam, doğum, ölüm temalarının tümü kadınla ilişkilendirilmiştir.

Yemenli fotoğraf sanatçısı Boushra Almutawakel’in “Kadının Yok Oluşu” adlı fotoğraf çalışması…

Kadının doğurganlığı, sütünün gelmesi, ayın hareketlerine uygun biçimde adet görmesi, erkek için daima gizemli ve ilgi çekici olmuştur. Bu nedenle törenlerde, tüm katılımcılar, kadını sembolize eden aksesuarlar takmış ve giysiler giymişlerdir.

Kadın, daima yaşamı sağlayan bir kapı olarak nitelendirilmiştir. Ölüme ve dolayısıyla da yeniden doğuşa, kadın aracılığıyla geçileceğine inanılmıştır. Kadın aynı zamanda, günlük yaşamda da önemli bir yere sahip olmuştur. Erkeklerin çıktıkları avların, kadınların dualarıyla bereketli sonuçlanacağına inanılmıştır. ”[6]

“Birbirlerinden farklı olduklarını keşfeden kadın ve erkek, bir süre sonra birbirlerinin üzerinde egemenlik kurmaya çalışan iki farklı kutup haline gelmişlerdir. Cinsiyetler arasında yaşanan bu mücadele, kimi zaman erkeklerin kimi zaman da kadınların lehine sonuçlanmıştır. Fiziksel olarak daha güçlü olan erkek, kadını hegemonyası altına almış ve ona acı çektirmeye başlamıştır. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkısı ile bu durum kadını hapsetmeye kadar gitmiştir. Çünkü kadınlar, erkeklerin günahlarının bir sembolü haline gelmiştir. Erkekler, kadınları diğer erkeklerden koruma kaygısı taşırlarken, kadınları kapattıkları cehennemin büyüklüğünü fark edememişlerdir.”[7]

*****

“Erkekler …kadınları kapattıkları cehennemin büyüklüğünü fark edememişlerdir.”

Sayın Sedef Kapanoğlu’nu Yüksek Lisans Tezinden alıntıladığım bu cümleye, şahsi deneyimlerimden yola çıkarak düşüncelerimi eklemek isterim.

Erkekler kadınlara karşı işledikleri zulmün gayet iyi farkındalar.

Ancak asırlardır ve bugüne kadar süregelen, kültürümüzde ve kültürlerde erkeğin sosyal rolüne atfedilen çarpık ve saplantılı davranış modelinden artık erkekler sıyrılamaz hale geldiler. Sorgulayanlar, içinde bulundukları sosyal düzeni (aile, köy, şehir) terk etmek pahasına ancak bu kafa yapısından kurtulabiliyorlar. Ben kendi kurduğum ailem içindeki davranışımdan dolayı, babam ve erkek arkadaşlar tarafından çok aşağılayıcı ve alaycı tenkit ve azarlar işittim.

Eğer bu rol anlayışı ve onun beraberinde gelen sosyal baskı, aile içi ve kurumsal eğitimde, en erken yaşlarda değiştirilmezse, bu ebedi bir döngü olarak devam edecektir. Bu hem erkek hem de kız çocukları için geçerlidir.

Ömür boyu, bana huzur veren annem her zaman şöyle derdi ve halen diyor: “Seni mutlu edeceğine inandığın ne varsa yaşa. Senin mutluluğun benim mutluluğumdur. Bir şeyler ters giderse ben her zaman yanındayım.”

Annem bu söylediklerini de büyük bir titizlikle yerine getirdi. Bana kendi hatalarımı yapma hakkı tanıdı. Bundan daha büyük sevgi ifadesine rastlamadım.

Anneme minnettarım.

Aziz Annemin ve bütün annelerin anneler gününü en içten dileklerle kutlarım.

 

Nizamettin Karadaş

Kaynaklar:

[1] Bronzezeit: Töchter oder Sklavinnen? Das Mysterium um die Frauen; Alice Lanzke, “Welt” gazetesi, 12.04.2021, Türkçeye çeviri Nizamettin Karadaş;
Kinship-based social inequality in Bronze Age Europe”; Science 08 Nov 2019: Vol. 366, Issue 6466, pp. 731-734; DOI: 10.1126/science.aax6219

[2] Frauengeschichte, Wikipedia

[3] Geschichte der Matriarchatstheorien; Wikipedia

[4] Matrilinearität, Wikipedia

[5] Matrilokalität, Wikipedia

[6] Çin’de Kadın İmgesi; S. 8, 9; Sedef Kapanoğlu

[7] Çin’de Kadın İmgesi; S. 5, 6; Sedef Kapanoğlu

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!