Deneme,  Edebiyat,  Hatıra,  Siyaset,  Tarih,  Toplum

Bir Daha KAHRAMANMARAŞLAR Yaşanmasın!…

Öğrencilerim bilirler, öğretmenliği başından sonuna kadar bir aşk gibi yaşadım… Doğru düzgün teneffüsüm olmadı. Ders defteri imzalamanın dışında pek sandalye de kullanmadım. Sınıfta ayağımı basmadığım bir nokta bıraktığımı hiç zannetmiyorum. Böyle olduğu halde mesleğimi kaybetmekle karşı karşıya kaldım. En çok sevdiğim, edindiğim ve gözden çıkarmayı en son kabul edeceğim şeyi…

24 Aralık 1979 tarihi toplamımda bu nedenle büyük yer tutar.

1978 yılının Aralık ayında Kahramanmaraş’ta cumhuriyet tarihinin en korkunç, en utanç verici, en kirli oyunlarından biri gerçekleşti. Uzun bir hazırlığın ardından cuma namazı çıkışında halk galeyana getirilerek çok sayıda insan katledildi. Bu olayla ilgili savcılık raporunda öyle bölümler var ki okuyanın kanını dondurur.

Örneğin: Bekir Topal adlı bir şahıs, saldırganların önüne geçerek kiracısını gösteriyor ve diyor ki: “Kızılbaşın pis kanını evime akıtmayın, dışarı akıtalım.” Bekir Topal kiracısını evden çıkarttırıp dışarıda öldürtüyor. 80 yaşındaki, bir gözü görmeyen kadının diğer gözü tornavidayla oyulup öldürüldükten sonra tuvalet çukuruna atılıyor. Üzerine bir de at arabası deviriyorlar. Başı ezilip, cinsel organları kesilen canlar da var katledilenler arasında.

Kahramanmaraş Katliamı, 12 Mart Askeri Diktatörlüğü’nden yeni çıkmakta olan Türkiye’de, emekçi halkın kendi hakları için birleşip mücadele etme eğiliminin gelişip güçlendiği bir döneme denk gelir. Amaç bu gelişip güçlenmenin önünü kesmektir.

Ülkemizde, tehcir, mübadele, Dersim katliamı, Varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, Hrant Dink’in öldürülmesi, Uludere katliamı gibi gibi pek çok yüzkarası olaylar yaşandı. Bunları da tıpkı Maraş ve Sivas katliamı gibi ayrımsız bir biçimde lanetleyip mahkûm etmeliyiz. Kendi tarafımızda olmak için böyle olmak zorundayız. Biliyoruz ki başkalarının acılarına kayıtsız kalanlar, kendi acılarıyla asla başa çıkamazlar.

Çok genç biriydim. Mesleğe yeni başlamıştım. O dönemin ilerici ve devrimci öğretmen hareketi olan TÖB-DER üyesiydim. Birçok TÖB-DER’li öğretmen gibi ben de iki öğretmenin öldürülmesi ile başlayan Maraş olaylarının birinci yıl dönümünde katliamı kınamak için (24-25Aralık 1979) 2 gün süreyle derslere girmedim. Bu yüzden 9 ay süreyle öğretmenlikten uzaklaştırıldım.

Savcı: “Hayrettin Geçkin sen misin?” diye sordu.
– Evet!

“Nerelisin?”
– Artvin- Şavşatlı…

“Kürt müsün?”
– Hayır!“

“Alevi misin?”
– Hayır!

Dedi ki: “Sana ne Kahramanmaraş katliamından? Alevilerin öldürülmesinden sana ne?”

Dedi ki: “Bak, durduk yere başını belaya soktun işte. Şimdi ceza alacaksın, öğretmenlikten atılacaksın, belki de hapis yatacaksın. Neden kendini hiç düşünmedin? Neden bunların hesabını yapmadın?”

Savcı beni sorularıyla bunaltırken aklımdan bir bilgenin şu sözleri geçiyordu: “Hayatın amacının mutlu olmak olduğuna inanmam. Bence hayatın amacı; yararlı ve şefkatli olmaktır. En önemlisi fark yaratmaktır; katkıda bulunmak, bir şeyi temsil etmek, yaşamış olmakla bir değişim meydana getirmektir.”

Dedim ki: Ben bir öğretmenim sayın savcı. Eğer bu eylemi gerçekleştirmeseydim öğrencilerim benim adil biri olduğuma asla inanmazlardı. Dini, dili ne olursa olsun bu ülkenin insanlarını ve bu ülkeyi sevdiğimi onlara kabul ettiremezdim. Sonra benim gösterdiğim tavır gösterilmesi gereken bir tavrıdır. Sonra ben insanlığın oğluyum. Böyle yapmasaydım kendimle çelişkiye düşerdim.

Dedim ki: “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” sayın savcı? Başıma geleceklerden söz ediyorsunuz, bu işin nereye varacağını bilip bilmediğimi soruyorsunuz. Özgürlüğümün tehlikeye girebileceğini biliyordum sayın savcı. Ama bu olay karşısında seyirci kalsaydım, böyle bir tavır göstermeseydim onurumu kaybedecektim.

Dedim ki: Özgürlüğüm onuruma feda olsun.

“Ben içinde her yaştan çocuklar taşıyan bir şairim/Ne zaman Madımak deseler/Kül kesilir oyuncaklarım” dizeleriyle de Sivas Katliamına karşı tepkimi koydum. Bu yöndeki tutumumu da okurlarım bilir.

Kaz Dağları Savunması’na katkı verirken, orda ağaçların, kuşların, suların imdadına koşayım derken Kanadalı altıncı filo Alamos Gold Şirketi kadar güvende miydim sanki!

Hayatımda bunlara benzer ne kadar da çok şey var aslında. Nazımları, Denizleri, daha başka canları düşündüğüm zaman benimkisi onların çektiklerinin yanında küçük bir çakıl tanesi bile değil. Yani adam sende!

Anlamlı bir hayatın inşası için yaşadıkça alınacak çok yol var. Gelecek güzel günler, anlamlı bir hayat için verilen mücadeledir de bir bakıma. Yani yürünen yol!

Gereksiz miydi bunları sizlerle anlatmam bilmiyorum. Ama garip bir hüzünle ve masum bir gururla anlattım işte.

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!