Deneme,  Toplum

Başkalarının Acısına Seyirci Kalan, Kendi Acısıyla Başa Çıkamaz

Başınıza bunlar gelmeseydi, yine de ülkemizde yaşanan bu acılardan haberiniz olur muydu? Yaşanan bunca acıyı hissedebilir miydiniz yine de? İşçilerin, memurların hak arama mücadelesine destek vermek gerektiğini düşünür müydünüz?

Doğuştan insan olunmayacağı bilinir bir şey. İnsan olmak, her şeyden önce bir edimdir çünkü. Bin bir türlü emek ister, dünyayı anlamak ve anlamlandırmak ister. Okumak ister, düşünmek ister, düş kurmak ister… Ve daha bir yığın şey!

Sormadan, sorgulamadan, ön kabulleri kırmadan bunları gerçekleştiremez de üstelik insanoğlu. Bir bakıma insan, insan olmak için kendisiyle didişmeye girer, İç yolculuklara çıkar. Ve kendini arar gibi kaybolur zaman zaman. Böylesi süreçlerden sonra damıtılır insan olmanın tadı. Mutluluk dediğimiz şey bunların sonucunda renk verir insanın yüreğine.

“Aman! Ben dünyayı kullanmaya bakarım, benim için önemli olan, bir şeyin işime yarayıp yaramadığı… Benim yediğim içtiğim önemli; ben bulduklarıma, bulacaklarıma odaklıyım; her şey benimle başlar, benimle de biter; hiçbir şey için kafa yormaya değmez; ye, iç eğlen; sana ne armudun sapından, üzümün çöpünden” diyenlere bir diyeceğim yok bu konuda. Sözüm onlara değil çünkü. Sözüm, malın mülkün uzantısı durumuna düşmüş, hele insana nesne gözüyle bakanlara hiç değil…

“MEĞER NE BÜYÜK ACILAR YAŞANMIŞ BU ÜLKEDE”

Bütün bunlara rağmen insandan umut kesilir mi, kesilmez. Toplumların gelişmesinin çok yavaş olduğunu bilenler bunun farkındadır zaten. Geçenlerde birisiyle tanışmıştık; kimya mühendisi bir kadınla… FETÖ’cülük iddiasıyla Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işine son verilmiş. Konuk olduğu evin sahibi genç bir hanım şiir üzerine konuşmak üzere alıp bize getirdi. Pandemi nedeniyle evimizin bahçesinde ağırlamak zorunda kaldım konuklarımı. Zaten öyle uzun boylu da kalmadılar. Şiir üzerine konuştuk konuşmasına, şiir de okuduk hatta.  Giderken bir de kitap imzaladım konuğuma. Konuşmamız sırasında söylediği bir şey çok önemliydi benim için: “Meğer bu ülkede ne büyük acılar yaşanmış, bu kadim topraklar ne acılar görmüş meğer… Ama ne yazık ki sıra bize gelene kadar ne duymuşuz, ne de hissetmişiz bu acıları…”

Herhalde Dersim katliamını, 6-7 Eylül olaylarını, Roboski’yi, Suruç’u; Soma Faciası’nı, Kahramanmaraş, Sivas ve Ankara katliamlarını kastetti. Yani birkaç bilinen şeyi… Belleklerde kalan birkaç utanç verici olayı…

Biraz yokladığımda Sabahattin Ali’den, Karadeniz’de öldürülen Mustafa Suphi ve yoldaşlarından, onca yazar, gazeteci ve aydının katledilmesinden pek de haberinin olmadığını anladım. Olsa bile etkilenmemiş o süre içinde. Hrant Dink ismi kalmış belleğinde örneğin. Ama, “Ermeni propagandası yaptığı için öldürüldüğünü biliyordum” diyor onun için de. Bir an, ülkemizdeki doğa katliamlarından söz edecek oldum: Salda Gölü’nden, Cerattepe’den; Munzur, Murat ve Kazdağları’nda yaşananlardan… Yerli ve yabancı maden arama şirketlerinin bu yerleri ne hale getirdiğinden… HES’ler, Kuzey Ormanları, Kanal İstanbul Projesi ve daha pek çok şey geldi gitti kafamda. Sonra vazgeçtim… Hele Kaz Dağları Direnişi’nin birinci yılında yaşam savunucularının basın açıklaması yapmak istemesi üzerine polisin  girdiği tutuma hiç girmek istemedim… Dokunsalar  ağlayacaktım çünkü. Ağaçları, kuşları, böcekleri, karacaları savunmanın yasaklandığının haberiydi bu. Çanakkale’nin tek içme suyu olan Atikhisar Barajı’nın siyanürle boğazlanmasına ve yabancı maden şirketlerinin Kazdağları’nı talan etmesine devlet desteğiydi. İnsanın yurdunu, havasını, suyunu savunmanın önüne geçilmek istenmesiydi.

BAŞINIZA BUNLAR GELMESEYDİ

Kendimi toparladıktan sonra; İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum ama şöyle bir soru yönelttim konuğuma: Başınıza bunlar gelmeseydi, yine de ülkemizde yaşanan bu acılardan haberiniz olur muydu? Yaşanan bunca acıyı hissedebilir miydiniz yine de? İşçilerin, memurların hak arama mücadelesine destek vermek gerektiğini düşünür müydünüz? Ülkemiz nüfusunun önemli bir bölümünün işsiz olduğunu öğrendiğinizde nasıl bir his uyarırdı sizi? İrade gaspından, ülkedeki talandan, soygundan nasıl etkilenirdiniz? Aydınların, gazetecilerin, gençlerin uğradığı baskıdan vs… Şimdiye kadar bütün bunların sizi etkilememiş olması, başkalarının yıllarca yaşadığı acıları hissetmemiş olmanız; varsa bir dünya görüşünüz, o dünya görüşünüzle veya inanç biçiminizle ilgili olabilir mi acaba? Dahası bütün bunlardan sonra sorgulayacağınız bir şeyler var mı?

Lütfen sorumu şimdi cevaplamayın dedim. Çünkü aklınıza hemen gelen şeyleri bana anlatmaya kalkmanız beni asla tatmin etmez. Bana az önce yaptığınız özeleştirinin de sahici bir özeleştiri olup olmadığından kuşkuya düşerim: Çünkü özeleştiriniz insandan umut kesilmez düşüncesini doğrular niteliktedir. Bu benim de düşüncemdir ve zedelenmesini hiç istemem diye sürdürdüm konuşmamı.

Konuğumu uğurladıktan sonra kafamdan şunlar geçti: İnsanın dünyada yakalayabileceği en büyük şans; haddinden fazla para, mal mülk, şan şöhret veya yüksek mevki olamaz. Hatta bunların hiçbiri kimseyi insan da etmez, insan olmaya da yetmez. Bir kerelik hayatta olması gereken; zarar görmemek, zarar vermemek ve zarar görenin yanında yer almak şeklinde tarif edilebilecek bir ahlaka sahip olmaktır dedim kendi kendime. Bu da bilmeyi, anlamayı, düşünmeyi, düş kurmayı, sorup sorgulamayı gerektirir diye geçirdim içimden. Öyle ya, hayatın amacı salt kişisel mutluluk olamaz. Böyle bir şeye indirgenemez hayatın amacı. Şefkatli olmak, yararlı olmak, katkıda bulunmak, yaşamış olmakla bir fark yaratmak, bir umudun, bir değişimin içinde olmakla anlamlanabilir hayat ancak. En azından bana göre böyle. Bu söylediğim şeyler kişiden kişiye de değişir kuşkusuz. Hayat ona verdiğimiz anlamdan başka bir şey değil çünkü. Ama başkalarının acılarına seyirci kalanların, kendi acılarıyla başa çıkamayacakları da bir gerçek.

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!