Çocuk Gündemi,  Edebiyat

Az şey mi, “Dağlara Çıkan Piyano”yu ilk gören çocuk o (!)

Kelebeklerin, uğur böceklerinin o en çok, o en gezgin zamanlarında yaprakların, kozalakların arasında gördüm onu. Bir çakıl taşı gibi büyüyordu…

Tam bir yıl önceydi onunla karşılaşalı, onu orda tanıyalı…

Eğer yeteneğim olsaydı buluttan bir şapka yapmak isterdim ona. Güneşten bir gömlek…

Kelebeklerin, uçuç böceklerinin o en çok, o en gezgin zamanlarında yaprakların, kozalakların arasında gördüm onu. Bir çakıl taşı gibi büyüyordu. Taşın, toprağın diline dokunarak keşfediyordu dünyayı. Saçlarında kurulmamış dünyaların, yaşanmamış aşkların kokusu vardı…

Gün yumuşaklığıydı yüzündeki…

Parmak uçları hem kanat görevi görüyordu onun için, hem de düşlerine doğru yol alıyordu onlarla. Orman yadırgamamış, aksine bağrına basmıştı onu. Her hıçkırışında boyu uzuyor, gülüşleri çoğalıyordu. Masallara, ağaçlara, güneşe aynı anda tırmanmak istiyordu. Adını kimden öğrendim de unuttum acaba?

Annesinden değildi, babasından değildi. Onları da tanımıyordum daha. Ama anlamıştım Sanrı’yı da yanlarına alarak yaşamı savunmak için Kaz Dağları’na geldiklerini. Çünkü gelenler de aynı şey için gelmişlerdi oraya. Kurdun kuşun imdadına yetişmek…

Kurdun kuşun yuvasını bozmak isteyenlerin karşısına dikilmek…

Sincapların öfkesiyle dayanışmaya girmek…

Belki de Homeros’a, Hektor’a verilmiş bir sözü vardı onların da benim gibi. Belki de onlar da benim gibi Kaz Dağları’na çıktıklarında katledilen binlerce ağacın yanı başında katledilme korkusu geçiren öteki ağaçlara baş sağlığı dilemişlerdi. Sanrı ne düşünmüş olabilirdi böyle bir durum karşısında acaba?

Karıncaların çalışkanlığı şaşırtmış mıydı onu?

Hangi renge konacağını şaşıran börtü böcek içinde kendini şanslı saymak aklına geliyor muydu?

Büyüdüğünde ormanda gördüklerini nasıl anlatacaktı arkadaşlarına?

Yazacak mıydı yoksa?

Bana kalırsa Sanrı büyük bir yazar olacak.

Büyük bir şair… Çünkü yüreğini daha birkaç yaşındayken kuş seslerine, bitki kokularına, ağaçların yaralarına, suların telaşına batırdı büyük bir özenle.

Dünyanın tamamlanmadığına inandığı her halinden belli. Dağlara Çıkan Piyanoyu ilk gören çocuk o. Az şey mi? Sonra doğa annenin koynunda büyümek…

Kurtlarla, kuşlarla, böceklerle aynı sofraya oturmak, onlarla aynı dili konuşmak…

Bakmışsınız yaprak hızında, bakmışsınız çiçek hızında

Çadırların kurulu olduğu yerden Kanadalı Şirket Alamos Gold’un ağaç kırımı yaptığı, acımasız katliamlar sergilediği yere gidenlerin arasında gördüm Sanrı’yı birkaç kez. Saçlarını okşadım uzaktan uzağa. Çiçeklerin kokusunda dolaşmak, kendisini yaprakların arasından gelen esintilere vermesi, sabah maviliği iyi gelmiş ona. Boyunu daha uzamış gördüm her defasında. Annesiyle, babasıyla da selamlaşmaya başlamıştık bu arada. Ortak tanıdıklarımız bile çıkmıştı. Sanrı ele avuca sığmaz yavrucak… Dedim ya bir çakıl taşı gibi büyüyor. Orman halkının çevikliğini kazanmış aslına bakarsanız. Bakmışsınız yaprak hızında, bakmışsınız çiçek hızında, bakmışsınız kuş hızında. Zamanı ha tuttu ha tutacak. Tam böyle derken gökyüzü ayaklarına dolaşıyor ve yere düşüyor Sanrı. Tek başına kalkmayı öğrenmiş. Tırnaklarının arasına giren küçücük taş, toprak parçalarını temizleyebiliyor, dizlerine batmış küçük küçük kıymıkları babasına sızlanmadan, annesinden yardım alamadan çıkarabiliyor. O işi bile oyuna dönüştürmüş çoktan. Keşke çadır komşuluğu hakkında sorular sorabilsem Sanrı’ya diye geçiriyorum içimden. Sabahleyin ağaçların arasından süzülerek çadırın içine düşen güneş ışınlarının ondaki etkisini merak ediyorum. Yatmadan önce Ay’la sokağa çıkıp çıkmadığını, yıldızlarla oynayıp oynamadığını, masal dinleyerek uyumanın keyfini…

Ondan çok şey öğrenmek istiyorum. Bazen imreniyorum da ona. Böyle düşündüğüm sıralar “bütün çocuklar kırlara” diyesim geliyor içimden. Sözcükler dilimin ucunda çığlık çığlığa.

Yaprak okumayı da öğrenecek pek yakında

Eğer yeteneğim olsaydı buluttan bir şapka yapmak isterdim ona. Güneşten bir gömlek…

Şu Sanrı şanslı çocuk. Yaprak okumayı da öğrenecek pek yakında. Taşların kalbini, ağaçların yarasını, suların rüyasını, sincapların ve kuşların öfkesini…

Belki de bir çiçek ilk sorusunu ona soracak. Bir ceylan onun sıcaklığında saklanacak avcılardan. Arka çıkılmamış düşler, düşünceler büyüyecek onunla. Utanma duygusu saracak dağların eteklerini. Başka türlü bir dünya özlemi büyüyecek başka çocukların gözlerinde. Kaz Dağları altıncılardan kurtulduğunda, haramiler çekip gittiğinde yani; Sanrı’nın da adı geçecek zafer haberleri arasında. Ve belki de bir gün Sanrı, “Bir çakıl, bir ırmağın yatağını değiştirebilir, o çakıl sen ol!” sözünü binlerce on binlerce insanın ağzından aynı anda duyduğunda Kaz Dağları yeniden çiçeğe duracak, karacalar koşacak o tepeden o tepeye…

Kuşlar çekinerek uçmayacak gökyüzünde.

Siz de fikrinizi söyleyin!